Düş ikliminde gidip gelen düşünceler
elbet aklımın koridorlarında alabildiğine volta atan elbet her güzel şeyin
sonlandığı gibi sabitlendiğim ve kös kös döndüğüm hücrem.
Yankısı duyulmuyor artık şarkıların
çünkü notalar da firar etti yüreğinden şarkıların: bense tünemişken müziğe
kalemle dertleşiyorum bazense kulağımdan gitmiyor sevdiğim şarkılar…
Bir düş perisi olduğumu tahayyül
ediyorum ve ipekten kanatlarım elimdeki kalemse sihirli değneğe denk düşüyor ve
dengim olmayan cümleleri anında siliyorum tıpkı gözlerimi sildiğim gibi…
Bakışını kaçıran insanlar bense
suçluyum bu bakışları takip edemediğim için ama birileri illa ki gölgemin
peşinde.
Gidenlerin yerini kim tutar ki?
İyi de artık üzülmüyorum gidip de
dönmeyecekler diye aslında daha bir huzurluyum eskiye oranla ve benim de
gittiğim çok insan oldu bir yandan elimi uzatıp boşlukla el sıkıştığım bu
yüzden elimin boş kalmasına aldırış etmiyorum çünkü elime dost olan kalemim
sayesinde yüreklerde yolculuk yapıyorum ve daha da fazla insan sığdırıyorum
yüreğime elbet yaşadığım kadar ve de yaşatıp sevgiyi.
Farklı olmasını beklediğim yeni sene
en azından dünü dünde bırakmanın verdiği hoşlukla ve umutla gözümüzü dikmişken
yarınlara.
Sökün eden de çokça duygu var bir o
kadar rakımı değişmeyen.
Kaygıyla ve korkuyla yaşamak ve
yüzleşmek belki de ölüm korkusuna aldırış etmediğim.
Rengi olmayan bir düş konuyor
pencereme ve ben onu sözcüklerimle besliyorum hem sabaha şunun şurasında ne
kadar kaldı elbet nöbetçi hâkim nöbetçi eczane gibi kalemim de nöbetçi en
azından giden güne taziyelerimi sunmadan geçmiyor gece ve hala aklımda kocaman
bir duvar saati ve beş oldu mu kafasını çıkaran guguk kuşu…
Elbet öğrenciliğim boyunca sabahın
beşinde hazır ola geçtiğim ve kitapların arasında kaybolduğum hatta sınavım
olmasa bile sabahın erken saatlerinde huzur bulduğum.
Ve bir gün sonrası önceki günden
verimli olsun diye, her anlamda dişimi tırnağıma kattığımı sonra dişimi de
tırnağımı da kırıp sessizce ağladığım.
Göğsümü gere gere sevdiğime her şey
ve herkesin nüfuzu farklı iken üstelik.
Çoğulcu bir b/akış açısıyla kendimle
barışık olmazdan evvel insanlara olan düşkünlüğüm sonra eklenen acılar sonra
eklenen sıkıntılar nihayetinde hayata bağlı olduğum o pamuk ipliğinin tamamen
koptuğu.
Mecazi bir firar bu.
Kendimden kendime yolculuk ve kendimsiz
bir hayatı alaşağı edip mücadelemi de sürdürürken kendimce.
İnfilak eden binlerce hücrem.
Hazmedemediğim hangisi ise bir
şekilde hamt ettiğim nihayetinde bir halt bilip hayallerimi fiiliyata
geçirdiğim ama sonra onlardan da olduğum.
Kamburu sanırım hayallerin ve ruhum
Çıfıt çarşısı içimdeki enkazdan inşa ettiğim sayısız kere sayısız kimlik
sayısız umut teknesi.
Bata çıka yol aldığım.
Dibi gördüğüm.
Dibi gördüğümüz.
Acının da uleması iken farzı mahal
mola verdiğimiz farzı mahal kayıp verdiğimiz hatta kaybolduğumuz.
Dünyanın cümlesi de yetmez hani günü
yaşanır kılan neyse asla yetmez sözcükler ve işte ihya etmek gölgemdeki ruh ve
ruhumdaki kaçkın mizaç sanırım ara sıra ayrık otu addedildiğim ama tek suçum
iken herkesi kendim gibi bilmek belki de tam tersi.
Benzemek ise birilerine bunu da elime
yüzüme bulaştırdığım ve kendimde git gide uzaklaştığım.
Kötülük yapmayı denememişken dahi:
hani, içimi bir ya da iki kere bozdum mu aklım da ertesinde başıma gelirken.
Ne de olsa her birimiz biricik ve
özeliz, demenin de meali iken:
Hayat mademki bizimle başlıyor.
Mademki hayatın merkezindeyiz…
Ne gerek var ki birilerine benzemeye
hatta dünüme bile benzemek istemezken benzeştiğim her şeyi de kolaylıkla içime
yerleştirebildiğim ve daha iyi bir ben yaratma ihtimali ile yaşayıp mücadelesiz
geçmeyen günüm gerçi huzursuz yapımla yapabileceğimden fazlasını henüz yapmamış
olsam bile beklediğim…
Ama neyi beklediğimi de bilmezken.
Ve kış güneşi çapkınca göz kırparken
ve ben İlahi Ateşi manen hissederken mahal vermek yeni yarınlara ve mutlu olma
ihtimali ile yüreğimi evrene peşkeş çektiğim en azından kayıt altına almak
detayları ve o detaylarda kaybolmam ama en güzeli basit bir detayla yetinip
mutlu olmanın da çok olası olduğu…