Yürüyordu ve dalgındı.
Bakıyordu ama görmüyordu sanırım.
Sadece yürüyordu, ağır ve ayaklarını sürüyerek,
Gitmek istemez fakat zorundaymış gibi.
Tozlu yola girdiğinde gördüm,
Farkında bile olmadığını, sadece hedefsiz yürüdüğünü.
Biraz daha yürüdü gözleri yerde,
Nasıl görmezdi, dizlerine kadar çıkan tozu?
Bir ara kalktı başı yerden, bir şeyler arar gibi.
Baktı etrafına kısılmış gözlerle.
Sonra birden açıldı, simsiyah gözler ışıl ışıl.
Yüzde bir tebessüm, gözlerde bir hayranlık,
Baktım, gözlerin baktığı yere, 
Neydi dikkati dağıtan ve bu ifadeyi oluşturan?



Bir papatya! 
Tozlu yolun kenarında,
Küçük, çiğnenmiş bir yeşilliğin arasında.
Evet, bir papatya! 
Bembeyaz taç yaprakları
Ve onların arasında yumurta sarısı bir kubbe,
Sağlam ve yemyeşil kalmış gövdesiyle, 
Dimdik ayaktaydı ve direniyordu hayata.



Gitti usulca, incitmek istemezmiş gibi,
Hiç bir şeyi, o tozlu yolu bile. 
Eğildi sonra, 
Bir sağına, bir soluna ağır hareketlerle bakındı, 
Yerde bir şeyler mi arıyordu?
Gözlerim sürekli yüzünde gezerken,
Anlamaya çalışıyordum, neler olduğunu.
O kafadan neler geçiyordu, nasıl bir dalgınlıktı bu?
Derken…
Birden oturuverdi papatyanın yanına.

Yaklaşıp bir süre baktım ayakta…

Sonra; 
Ben de oturdum , konuşmak istiyordum.
Derdine ortak olmak belki, olur ya…
Ama nafile, neden duymuyor bu adam?
Neden başını kaldırıp bakmıyor hiç?

Bekledim, izledim, belki bir söz çıkar dilinden.
Belki bir bakış, her şeyi açıklar derken,
Zaman akıp gidiyordu ve biz hâlâ aynı…

Zaman mevhumunu yitirmeye başlamışken,
Kendime gelip, düşünmeye başladım. 
Ben ne yapıyordum, neden ben de oturuyordum?
Neydi beni buraya sürükleyip getiren?
Neden ayrılıp gidememiştim?

Tekrar baktım adama!
Ne kadar da çok benziyordu bana!
Her şey aynı gibi!
Ve işte o an, bütün düşüncelerim dağıldı. 
Bir damla düştü, o narin papatya yaprağına.
Papatya sendeledi, attı üzerinden tozları.
Tam kendine geliyordu ki, bir damla daha.
Ve bir sendeleyiş daha, papatya silkindi, 
Doğruldu olduğu yerde, baktı sanki gözlerine,
Bir damla daha, papatyanın yüzü güldü sanki.
Gördüm, sarı kubbesinde gülen gözleri.
Hayat mı alıyordu bu damlalardan? 
Bunun için mi gülmüştü gözleri ?
Ya, bu damlaların sahibi biliyor muydu,
Cana can kattığını, mutluluk verdiğini.
Ağlıyordu o simsiyah gözler, ama neye?

Kalktı, papatyanın bakışlarından kaçarcasına.
Utanmışçasına döktüğü yaşlardan, sildi gözlerini.
İşte o an, tekrar gördüm benzerliğini bana. 
Baktığında gözlerimin içine, derin ve yakıcı.
Girdaba kapılmış akıyordum bilmeden.
Düştüm yumuşakça, gözlerinden yüreğine.
Düşünceleri, benim düşüncem olmuştu sanki,
Sanki içindeki acılar da, benim acılarımdı.
Yanıyordum, kıvranıyordum, o iç'in yangınında.
Bilmediğim bir ateşti ruhumu yakan.
Düştüğüm yerden doğrulmaya çalıştım,
Sadece oturabildim olduğum yerde.
Sıcaklığın sebebi yavaş yavaş belirginleşti,
Yüreği yanıyordu, gördüm aşk acısını,
Ben de yanıyordum aynı derecede.
Düşündüklerini de düşünüyordum.
O da aynı şekilde,
Benim düşündüklerimi düşünüyordu besbelli.

Çünkü; 
Ben onu düşünürken,
Onun da, beni düşündüğünü düşünebiliyordum.
Ve anladım, anladığım anda da, 
Geldiğim gibi, atıldım yüreğinden.
Yine göz gözeydik.
O hâlâ, gözyaşı döküyordu papatyanın üstüne. 

Biliyordum artık,
Neden döküldüğünü gözyaşının
Ve neden papatya döktürmüştü.

Biliyordum artık, 
O bendim zaten
Ve son sözüm oldu, kır papatyam.

Bî’dil Enver
( Kır Papatyam başlıklı yazı Bîdil Enver tarafından 30.07.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.