-Yaşanmış bir hikayedir.-

Yine sılaya yol görünmüştü. Annem beni sabırsızlıkla beklerdi hep. Her yolculuk vakti geldiğinde korku ve Heyecanım bir kat artıyordu. 


Bayramının ikinci günüydü. Tek başıma yolculuk stresi bedenimin bütün hücrelerini sarmışken, diğer yandan da korkuyordum yalnız yolculuktan. Çünkü, bedenim engelliydi. Ama engeller aşıldıkça engel olmaktan çıkıyordu derler ya kendimi teselli ediyordum. Bedenimin verdiği zorluk tarif edilemez bir şeydi. Ne oturabiliyordum ve ayakta rahat edebiliyordum. Biraz hava almak için balkona çıktım, biraz kendime cesaret verdikten sonra yolculuk hazırlıklarını son bir kez kontrol ettim. Eksik birşey yoktu. 

Artık taksiciyi arayabilirdim. Tuşlu telefonun sim kartını takmaya çalışırken (kollarım rahat hareket edemediği için) yere düşürdüm. Eğilip alamıyordum. Kimseden de yardım isteyemiyordum. Yalnızlık, engelli bedenimle birleşince iyice çaresiz kalmıştım. Üzülüyordum. Tek başına yolculuk yapmak beni iyice germişti zaten ve stresi gittikçe ruhumu daha da karartıyordu. 

Yerdeki sim kartını nasıl alacağımı kara kara düşünmeye başladım ama, bir türlü çıkar bir yol bulamıyordum. Birden ne hikmetse elektrik süpürgesi aklıma geldi. Uzun işti. Toz torbasına girse nasıl çıkaraktım. Ama başka çarem de yoktu. Göze aldım ve makinayı çalıştırdım. Allah'tan makinenin içine girmeden kartı yatağın üzerine atmayı başardım. Telefonum da hazırdı derken o telaşla bu kez de cüzdanımı yere düşürdüm. Neyse ki onu kaldırmak zor olmamıştı.

Vakit gittikçe yaklaşıyordu.  Taksiciyi aradım. Taksici: -Yarım saat sonra gelirim dedi. Otobüsün kalkmasına daha vakit vardı. Telefonu kapattım. Odalarda biraz oyalandıktan sonra odanın penceresinin kilitlenmediğini farkettim tam kapanmıyordu. Hırsız içeri girer endişesiyle pencere açılmasın diye önüne birşeyler dayayıp sağlamlaştırdım. Sonra tekrar balkona geçtim ve taksiciyi beklemeye başladım. yarım saat kadar bekledikten sonra taksici geldi. Önce valizleri tek tek taşıdı. Sonra da kolumdan tutarak bana yardım etti ve aşağı indirdi. O telaşla balkon kapısını kapatmayı unutmuştum. (Eve dönüşümde farketmiştim. Neyse ki ev havalanmış oldu.)

Yolculuğun gerginliği ile vuslatın heyecanı ile birleşince, kalbim hızlı hızlı çarpamaya başladı. Otobüs terminali de kalabalıktır diye erken gitmiştim. Saat 13:30'du otobüsün kalkış saati ise 14:00.daydı.

Otobüs bir türlü gelmiyordu. Ben yorulmaya başladım. Bayramın ikinci günü olmasına rağmen firma yetkilisi yolcu olmadığından dolayı otobüs seferini iptal ettik diyerek git yarın gel der demez başımdan kaynar sular döküldü sanki. Taksici de gitmişti. Cebimde para da yoktu. Bu hiç iyi olmamıştı. Şaşkın  ve korku içinde ne yapacağımı bilemedim. Bilet satış görevlisi 55-60 yaşlarında beyaz saçlı çelimsiz zayıf ve bozuk bir Türkçe'yle "Adıyaman'a 14.00'daki Otobüs seferi iptal oldu" diye tekrarlaması beni iyice hem çileden çıkardı hem de çaresiz bırakmıştı. 


Bir de üstelik durumumu gôrmesine rağmen eve git yarın gel." diyor. Ben kızgınlık ve çaresizlik içinde adama anlatmaya çalışıyorum, benim durumu görüyorsunuz ben nasıl gideyim? "Cebimde para yok en azından beni eve bırakın yarın tekrar gelince taksi ücretinizi öderim" desem de durumumu anlatmaya çalışsam da ki durum zaten gözler önündeydi, ne yazık ki yardım etmediler ve anladım ki; "vicdanlar derin bir uykudaydı." Adamın verdiği cevap daha da acıydı; "Bizim müşteriyi eve bırakma gibi bir kuralımız yok kardeşim başının çaresine bak" dedi 

 İçimdeki çaresizlik öfkeye döndü bir an ve kalbimi yerinden atacak kadar hızlı çarpıyordu. Öfkem içime sığmıyordu ama insan engelli olunca bir süre sonra susmak zorunda kalıyordu. 

Ümitlerim bir bir içten içe bitiyordu.Tekar eve gitsem ki evde kimse yoktu. "Benim bugün Adıyaman'a gitmem gerekiyordu" diyerek başka bir firmaya gittim. Ne acıydı ki; hiçbir otobüs firmasının Adıyaman'a seferi yoktu. 

Başka firmanın satış görevlisi:

"Ankara'ya giderseniz oradan da gideceğiniz yere bilet bulabilirsiniz" diyerek beni Ankara'ya gitmeye ikna etti. Ayakta beklemektense ne kadar çabuk hareket etsem o kadar az yorulurum diyerek ki başka çarem de yoktu  Ankara'ya saat 14.30'a abiletimi aldım. 

Çok geçmeden otobüse bindim her zaman olduğu gibi otobüsün arka dörtlü koltuğuna yöneldim. Otobüste az yolcu olduğu için arka dörtlüye uzanmaya çalıştım tek başıma yapamayacağımı anlayan bir iki yolcu yardım ederek arka koltuğa yatmamı sağladılar. Teşekkür ettim ve dinlenmeye başladım. Otobüs 19:00 civarı Ankara'ya varmıştı.

Nihayet Ankara Otogarındaydım. 3 Valiz, bir 37 ekran Tv ve benim ağır bedenimle koskocaman terminalde onca kalabalık içinde aç, susuz ve yapayalnızdım. 

Bir yandan bizimkiler arıyor durumumu merak ediyorlar ben de  idare ediyorum diyerek geçiştiriyordum. Bilet bulma telaşına telaşından dolayı da konuşmak istemiyordum. Çok geç olmadan bir bilet bulmalıydım. Yoksa sabaha kadar Şubat soğunda Anlara terninalinde ayakta beklemek zorunda kalırdım. Sağa sola bakıyorum Adıyaman otobüsünü soruyorum ne yazık ki ne otobüsü ne de Adıyaman'a bilet bulamadım.

Terminalin ortasında cafe kısmına yakın bir yerde soğultan ellerimi hissizleşmiş ve o kalabalık da çinde elimdeki telefonu sanki biri elimden alıp yere fırlattı gibi oldu yere düştü ve her bir parcası bir yere dağıldı. Olan oldu dedim tek iletişim olan telefon da gitti. Artık telefonsuz da kaldım çaresizliğim bir kat daha artmıştı. Hem sakatlık hem yalnızlık hem parasızlık hem açlık hem yorgunluk  ve bir de telefonun düşmesi benim bitişimi temsil ediyordu. Hiç oturamamak beni çok fena bunaltmıştı. Bir yere uzanmadan yedi saat olmuştu ayaktaydım. Yorgunluk ve açlıktan her an düşebilirdim.

Otogar çok kalabalıktı insanlar gelip geçerken herkes kendi telaşındaydı kimse sormuyordu. Nihayet genç bir aadam durumumu farkederek yanıma geldi ve yerdeki telefonun parçalarını toplayıp taktı bu çalışmaz abi ded.Sen yine de tak dedim batarya iyi otursun diye arats kağıt sıkıştırırdım. Adam telefonun açma tuşuna bastı ve bereket versin ki telefon çalıştı. Çok sevinmiştim. Çünkü telefondan ümidimi kesmiştim artık. 

Bayramdan dolayı hiçbir yerde bilet bulamamak çok sıkıcıydı. Bir kaç firmaya gittim  hepsi aynı cevabı verdiler; boş yerimiz yok yarına kadar beklememi söylediler. Ama durumumu nereden bileceklerdi ki.

 "Şubat ayının en soğuk olduğu bir gecede hastalığımdan dolayı oturamadığım için bu gidişle gece boyu bu soğukta donarım"  Gerekirse ayakta da olsa, koridorda da yatarak da olsa gitmeye razıyım dediğim halde kimse kabul etmedi. Yirmi dört saat otogarda tek başına duramayacağımı en azından otobüsün koridorunda ayakta durarak giderim desem de kabul etmediler. 

Kara kara düşünmeye başladım lakin bir çözüm bulamıyordum. Paraya ihtiyacım olmaz diyerek yanıma  para almamıştım. Parasız yola çıkıayacağını biraz geç de olsa anlamıştım. Bu durum engelimi daha da ağırlaştırmıştı. Ne yapacağımı bilemez halde boş ve umutsuz bakışlarla kalabalığı seyrediyordum.

Saatlerce aç susuz ayakta dolandım. Açlık daha çok Üşümeme sebep oluyordu perişanlığım her halimde belliydi. Şairin dediği gibi " Şubattı soğuktu ve yerde kar vardı." şiiri dilime dolanmıştı.

O kadar çok yorulmuştum ki, Pes etmek üzereydim ama dayanmam gerektiğini biliyordum insanlara ve memleketlerine gidenlere imrenerek bakıyordum. 

Saatler gittikçe ilerliyor ve ben hala birşeyler yapmalıyım diyorum ama elden de birşey gelmiyordu. Tam bu sırada bir adam bana doğru geliyordu. 

Pardon bir yere mi gidecektiniz?  Ne güzel bir soruydi bu. Çok mutlu olmuştum. Yardımcı olabilir miyim diyişi bir anda bütün yorgunluğum alıp gôtürmüştü sanki.

 "Adıyaman'a gideceğim ama bilet bulamadım" dedim 

Genç Adam:  "Komşu illerden birine yollasam sizi Malatya Diyarbakır Maraş G.Antep oradan da Adıyaman’a gidersiniz olmaz mı?" dedi.

Ben:  “Galiba başka çarem yok" ve Gaziantep olur. En azından orada akrabalarım var beni karşılarlar dedim. Ankara'nın Şubat soğuğunda aç susuz yirmi saat beklemektense başka memlekete gitmeye razıydım.

Otobüsün hareket saati 21.00'di. O kadar çok zor bir durumdaydım ki, iki saat bana iki gün gibi uzun gelmişti ve nihayet otobüse geldi.

Ben oturamadığım için her zaman ki gibi otobüsün arka dörtlüye uzanmak için hareket ettim.

Muavin: "Beyefendi uzanmanız kurallarımıza aykırı  koltuklar boş olsa da yolcu uzanamaz ve her kafasına esen de burada yatamaz. Yasak!" diyerek kırıcı ve moral bozucu üslupla beni bir kez daha yaralıyorlardı.Ben yine şaşkınlık ve hayretler içerisindeydim. Peki o zaman ben de oturayım dedim. Oturmaya çalıştım ama belim bükülmediği için ve dahi dizlerimin eklemleri kilitli olduğu için ayaklarım koridora doğru uzandı.Muavin şaşırdı siz oturamıyorsunuz diyerek inandım uzanabilirsiniz" dedi (Muavine gôre uzanmak için sakatlık rolu yapıyordum)

İnsanlar ne yazık ki, yine dış görünüşe aldanmıştı. 

9 saat ayakta durdum ama beni o kadar etkilemişti ki sanki 9 gün ayaktaymışım gibi hissediyordum.  Nihayet arka koltuğa uzanmıştım.

Bizimkiler sürekli telefon ederek rapor istiyorlardı. G Antepte oturan akrabalarıma haber ulaştırmışlardı. 'Merak etme seni terminalden alacaklar' diyerek beni rahatlatmaya çalışıyorlardı. Buraya kadar geldiysem Adıyamana da giderim dedim içimden.

Otobüs hareket eder etmez yorgunluğa yenik düşmüş ve Ankara- Gaziantep arası yol boyu uyumuştum.

Nihayet sabah 06.30 civarında otobüs terminale varmıştı. Şoförler ve muavin çoktan gitmişti. Herkes otobüsten inmiş kimse kalmamıştı.  Ben de bekledim ama gelen giden yoktu, kimse gelmedi. Yolculardan hiç kimse de yoktu, Ben koca otobüste en arka koltukta tek başımaydı yine.  Dışarıdan bazı sesler geliyordu  gençler otobüsü yıkıyorlardı.

Dışarıdaki gençlere seslendim "Kardeş bir dakika bakar mısınız,otobüsten inemiyorum bana yardım edebilir misiniz? inmem gerek" dedim.

Gençler:  "Dışarıdan seslenerek kendin inemiyor musun kardeşim? kendin insene" diyerek cevap verdiler.

Yorgunum bitkinim aç susuz ve ôfkeliyim ama muhtaç olduğum için “Ya Sabır” diyerek "Kardeşim inebilseydim zaten inerdim niye yardım isteyeyim?" diyerek cevap verdim 

Gençler otobüsün içine gelip beni yatar vaziyette görünce mahçup bir sessizlikle aşağı indirirler.

Sabahın buz kesen havası hafif hafif yağan kar tanecikleri ve rüzgarın soğuk soğuk üfürmesi benim ayakta durmamı zorlaştırıyordu. Bitkin bir halim vardı söğüt yaprağı gibi düştüm düşecek gibi oluyordum.

Paltomun yakalarını kaldırarak bir nebze de olsa soğuktan korunmaya çalıştım. 

Beş-on dakika bekledikten sonra akrabalarımı aradım ama ne yazık ki aradığım telefonların hepsi kapalıydı. Ne ne telefonu açan oldu ne de  geri dönen oldu  Artık onlardan da umudumu kesmiştim. Ve o an hepsine kızarak telefon rehberimde kayıtlı olan bütün akrabalarımı silmiştim.

Hava hem karlı hem bulutlu hem de sisliydi havanın iyice aydınlanmasını bekledim. Buraya kadar geldim bir taksiye atlayıp Adıyaman'a giderim diye düşündüm. Aradan çok fazla zaman geçmeden beyaz bir arabanın bana doğru hızla geldiğini fark ettim. Araba yaklaşınca annemin örtüsünden tanıdım. 

Tahmin etmek zor değildi gelenler annem ve iki abim Ömer ve Bekir'di 

'Canım annem benim kimse oğlumu almaya gitmez" diyerek gecenin üçünde arabayla Antep'e gelmek istemiş ve ısrarları sonucunda abilerimle beraber yola çıkmışlardı. "Ana yüreği yine galip gelmişti." 

"Kimse oğlumu almaya gitmez per-perişan olur" diyen annem yine haklı çıkmıştı. 

Bizimkileri görünce çok sevinmiştim.

Nihayet onca sıkıntıdan sonra ilk defa doğru zamanlamayla rahat bir nefes almıştım. Anne hislerinin sıcaklığı beni ısıtmıştı. O an ki mutluluk tarif edilemezdi. Annemi ilk gördüğümde işte o an bütün yorgunluğum, açlığım, öfkem, yalnızlığım gitmiş onun yerine huzur ve mutluluk gelmişti.


____________

Ahmet TEKER

Adıyaman

( Bir Yolculuk Hikayesi başlıklı yazı Söz Avcısı tarafından 1.02.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.