Aynı dağın yolcularından yaşlı bir amcamız var, eşiyle birlikte ağır aksak yürüyüşe çıkarlar. Bazen bir kaya üzerinde oturmuş dinlenirken ve bazen kemanı eşliğinde Karacaoğlan’dan, hicaz makamında bir şarkı söylenirken buluruz.

Deli gönül gezer gezer gelirsin

Arı gibi her çiçekten alırsın

Nerde güzel görsen orda kalırsın

Ben senin derdini çekemem gönül

       …

       Bestecisini hatırlayamadığım ama aşina olduğumuz hicaz makamından parçalar söyler…

       …

Geceler yârim oldu aman aman garibem

Ağlamak kârım oldu anam anam garibem

Her dertten yıkılmazdım aman aman garibem

Sebebim zâlim oldu anam anam garibem

Yanlarından uzaklaşsak da adamın sesi gelmeye devam eder.

Derdimi arz etmeğe ol şûha bir dem bulmadım

Hâlimi hiç rahmeder âlemde, hemdem bulmadım…

Kış aylarında rüzgâr şark ve poyraz esmesine rağmen, yaz aylarında rüzgâr garbiye dönüyor. Musa Dağı ile Amanos Dağlarının ara çukurunda deniz kenarında kurulu Samandağ üzerinden denizden gelen bir rüzgâr vardır. Nisan ayının on beşinden, Eylül ayının on beşine kadar tatlı tatlı eser durur.  Antakya’yı sıcakta yanıp kavrulmaktan korur. Habib-i Neccar dağına ninniler söyler…

 

      Habib-i Neccar Dağı ile eteklerinde Sen Piyer Kilisesi bulunan Haç Dağı’nın arasında eski yıkık ve virane olan giriş kapısı hala azametle ayakta durmaya ve direnmeye çalışıyor.

 

Tepede ki surlar bakıma ve korumaya muhtaç, ilgi ve alaka bekliyor. Kaleye giden bir vasıta yoktur ancak kendi araçlarınızla gidebilirsiniz.  Altınözü ilçesine giden yol üzerinden Kuruyer Köyünden sonra kale yoluna dönerek dar ve engebeli bir yoldan çıkmak mümkün… Piknik için gelenlerin giderken bıraktıkları çöp, poşet ve diğer atıklar yüzünden bu sahalar neredeyse içler acısı…


 

       Ne Antakya Belediyesinin ne de Hatay valiliğinin şefkatli ve yardımsever ellerine buralara uzanabilmiş değil... Antakya Kalesi, surları Arena alanı yok olmakla yüz yüze gelmiş. Bu sahalar bakıma ve imara muhtaç bir halde yardım elini bekliyor.  

 

Milattan Önce 300 yıllarında Büyük İskender’in komutanlarından Nikator tarafından yaptırılan ve İstanbul surlarından sonra en büyük ikinci olan bu surlar, korunmaya ve kollanmaya muhtaç durumdadır…

 

Antakya ki dünyanın sayılı en eski şehirlerinden biri olmasına, zengin bir kültürel dokuya sahip olmasına rağmen; yeterli ihtimamı görebilmiş değildir.

 

Doğal bitki örtüsü ve makilikler, tepeye yakın köy veya mahallelerden gelenlerin gazabına uğrayarak neredeyse katliam yapılıyor. Şehrin yakın çevre pide fırınlarına yaş çalılar ve çam ağaçları taşınıyor. Belediyenin Zabıtaları ne işe yarar, bazen merak ediyorum?

 

İki yıldan beri haftada iki kez çıktığım bu sahalarda bir tane dahi orman muhafaza memuruna, diğer adıyla ormancıya denk gelmedim. Orman işletme Müdürlüğünde görev yapan ormancı mı kalmadı? Yoksa görev mi yapılmıyor? Bu hususu da ilgililerine havale ediyoruz.

 

Bu yazımı Alâeddin Yavaşça’nın Hicaz makamındaki hicaz makamındaki şarkı sözleri ile bitirmek istiyorum.

Beni kahreder bu kaçışların

Ele yâr olur, beni el eder

Bir alev misali bakışların

Kor olur yakar, beni kül eder

 

Dudağında nazdı gülüşlerin

Kelebek gibi süzülüşlerin

Kırılıp hele bükülüşlerin

Sana bir ömür beni kul eder.

Yine Güftesi Ümit Yaşar Oğuzcan’a ve bestesi Avni Anıl’a ait hicaz makamındaki şarkı sözleriyle bitiriyorum…

Bir ateşim yanarım külüm yok dumanım yok

Sen yoksan mekânım belli değil zamanım yok

Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma

Benim senden başka sığınacak limanım yok

Ant-070214

 

( Habib-i Neccar Dağında Gezi -3 başlıklı yazı Kocamanoğlu tarafından 27.02.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.