SEN HAYATTAN KORKMAZSAN; KANSER SENDEN KORKAR
Kanserle ortaokul ilk yıllarında
tanıştım. Annemin ameliyat için hastahaneye yattığı gün, gökyüzünde yalnız
gezen yıldızlar gibi tek başıma kalmıştım. Annemin eve döndüğü gün ise dünyanın
en mutlu çocuğuydum... Nelerin olup bittiğinin farkında değildim. Büyüklerimin
konuşmalarından annemin kanser olduğunu duymuştum. Aralarında konuşurlarken,
hiç üzülmemesi, iyi beslenmesi gerektiğini anlamıştım. O gün annemi bir daha
üzmeyeceğime kendi kendime söz verdim. Bu sözümü de ömrünün sonuna kadar
tuttum...
Bir gün yine büyüklerim
kendi aralarında konuşurken annemin altı ay ömrünün kaldığını duydum. Dünya başıma
yıkıldı. Ben annesiz ne yapardım. Her konuyu her zaman rahatlıkla konuşabildiğim
annemle baş başa kalmayı bekledim. Evde sadece ikimizin olduğu bir gün, ağlayarak
''Anne sen ölecek misin?'' dedim. Annem gülerek saçlarımı okşadı, kendinden
emin, inandırıcı ses tonuyla; ''Oğlum ben seni evlendirmeden bir yere gitmem.''
dedi... İçim öyle rahatlamıştı ki. O gün yine kendi kendime söz verdim. Hiç
evlenmeyecektim, böylece annem hiç ölmeyecekti...
Annem bu anlattığım olaydan
sonra tam 28 yıl daha yaşadı. Bu arada normal olarak evlendim elbette. Anneme
göre eşim, gelini değil kızıydı. Evlendikten iki yıl sonra da annemi
kaybettim...
Annem kelimenin tam anlamıyla
hayata çok bağlı bir insandı. Size saçma gelebilir ama, evlenmeseydim belki
hala evlenmemi bekleme inadıyla yaşıyor olabilirdi. Önemli olan hayattan
beklentilerimize sıkı sıkıya sarılmamız... Yılmadan, usanmadan yaşamımıza yeni
hedefler koymamız...
İlerleyen yıllarda kanser
başka bir yerde tekrar karşımıza çıktı. Hepimiz bunu çok doğal karşıladık.
Radyoterapi, kemoterapi için Ok meydanı, Çapa hastahanelerine gitmek bizim için
bir gezme, hayatımızın bir rengi, hatta eğlencesiydi. Annem şarkıların
sözlerini değiştirirdi; ''Şurası serum aldığım yer, şurası kan verdiğim yer,
şurası doktorumun yeri, buralara sık sık gelişim ondan...'' Hastahane çıkışında
mutlaka müziğinden hoşlandığımız bir kahveye gider, kahvelerimizi içer, hatta
inadına karşılıklı birer sigara tüttürürdük...
Zaten müziksiz bir hayat
hatadır. Annem bu hatayı hiç yapmadı. Özellikle Türk sanat müziği aşığıydı. Çok
sevdiği Müzeyyen Senar'ın telefonunu bulmuş, telefonla konuştuktan sonra
''Hicran.. yine hicran mı bu aşkın sonu...söyle...'' şarkısını beraber
okumuştu. O günkü mutluluğunu anlatamam...
Hayata hep espiri ile
yaklaşarak, zorluklarla alay ederdi. Kanını alan hemşireye bile ''Vampirliği
isteyerek mi seçtin kızım..'' diyerek herkesi güldürürdü...
Hiç boş kalmazdı. Ya kitap
okur, ya şiir ve yazılar yazar, ya da tanıdık tanımadık herkese bir şeyler
örerdi. Okulumuzun hizmetlisin kızını bebeği olmuş dediğimin ertesi günü bebeğe
patikleri örüp okula yollardı. En ağır günlerinde bile, yattığı yerden hiç
olmazsa domates kabuklarını soyar, onları doğrardı...
Annemdeki bu hoşgörü, boş
durmama, yararlı olma isteği, kötü olaylara espiri ile yaklaşması, kararamsar
olmaması, yaşama bağlı olması, hedeflerinin olması, sevgi dolu yüreği, hobiler
geliştirmesi, müziksiz kalmaması, güncel olayları takip etmesi... gibi
özellikler olmasaydı inanıyorum çok daha erken kaybederdik onu... İyi ki öyle
yaşamış, iyi ki bizlere çok güzel bir örnek olmuş...
Hala onu üzmemek için,
davranışlarıma, konuşmama büyük özen gösteririm. Çünkü eminim çok güzel bir
yerden hepimizi takip ediyor...
İster hasta olalım, ister
olmayalım, hayatımıza anlam katmalı, zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz.
Özellikle yüreğimizde yaşama sevinci olmalı, kalplerimizde sevgi hiç eksik
kalmamalı... En önemlisi her ne olursa olsun hayatımızın her anını yudum yudum,
kana kana yaşamalıyız. Annemin karşınızda güzel bir örnek olması düşüncesiyle
bu yazıyı paylaşıyorum. Umarım ve dilerim beğenirsiniz...
Hepinize sağlık, sevgi,
huzur dileklerimle...
(Yazımın uzunluğu için
özürlerimi kabul edin lütfen. Teşekkürler.)
Ali DEMİRBAŞ
FeBAŞ
Yazarın
Sonraki Yazısı