En çok kendisine yabancıdır galiba insan ve en çok kendisine uzak.Adına “ben”dediğimiz bir yabancının nam ı hesabına yaşıyoruz farkında olmadan.O nun dünyası,hayalleri,hevesleri,arzuları,ihtirasları,umutları,korkuları,hesapları,alacağı ,vereceği,vermeyeceği…liste böylece uzayıp gider.
Benim Hayatım “ dediğimiz olgu sadece bir yanılgıdır.Yukarıda saydığımız duygu ve düşünce halleri de hep bu yanılgının birer tezahürüdür.Şöyle ki; hiç birimiz var olup olmayacağımıza karar veremedik, anne ve babamızın ,akrabalarımızın,çocuklarımızın kimler olacağını,nerede,ne hüvüyette hangi cinsiyette doğacağımızı,fiziki ve ruhi yapımızı ,kısacası kendimizi seçemedik.İnsan sırf bu zaviyeden baksa bile ,şöyle bir an durup”yahu durduk yere ben de nerden çıktım, hangi sebeple kim getirdi beni buraya”diye sormalı değil mi.
Ama sormuyoruz,sanki her şey normal, olması gerekende zaten buymuş gibi düşünüyoruz ve düşüyoruz ,o “durduk yere nereden çıktığını bilmediğimiz” şahsın derdine.Varsa yoksa onun ihtiyaçları ,arzuları ,gelecek planları,diğer insanlarla olan münasebetleri,çekişmeleri ve tabi hiç bitmeyen dünya dertleri.Bütün bu gaileler,düşünceler çoğu zaman o kadar dolduruyor ve meşgul ediyor ki bizi , değil ailemizi,çocuklarımızı ,komşularımızı ,akrabalarımızı, kendimizi bile ihmal ediyoruz.Mutlu olup olmamıza aldırmadan yaşıyoruz hayatı,ne kendimize huzur verebiliyoruz nede çevremizdekilere.Hep yorgun gönlümüz ve hep huzursuz.
Burada bahsetmeye çalıştığımız ”ben ,benlik” kavramı Allah Resulünün; Allahumme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete `aynin ve lâ akalle min zâlik.(Allahım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta bundan daha az zaman bile nefsimle başbaşa bırakma.) (İbn-i Hanbel) Hadisi Şeriflerinde ifade olunan nefistir.
İşte biz bu noktada hataya düşüyoruz.Nefsimizi kendimizden ayrı tutmuyoruz ve “ben” dediğimiz zaman bununla ekseriyetle nefsimizi kastediyoruz.Peki ,Peygamber Efendimizin hadisin başında zikrettiği ”ben” Öznesi neyi ifade eder ? Kanaatimizce;
"Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilim¬den ancak az bir şey verilmiştir." İsra 85 Ayeti Kerimesinde bahsi geçen “ruh” tur.Bu konu hakikat ilmine dahil olduğu için avama örtülüdür, bu hakikati bilen söylemez söyleyen de bilmez.Zaten bizim sorunumuzda ruh ile değil nefis ile ilgilidir.

Bu yazının amacı bir farkındalık oluşturmaktır,hakikatte şuursuz bir şuur ile ,tabiri yerindeyse birer uyurgezer gibi yaşadığımızı mümkün olduğunca çok insana anlatabilmektir.Gayet tabii ki dünyevi işlerimizle ,bedenimizin sıhhat ve afiyeti ile meşgul olacağız.Diğer insanlarla alışverişimiz ,münasebetlerimiz olacak ve yine gayet tabii ki nefsimizin meşru isteklerini yerine getireceğiz.Bunun aksi hayatın tabiatına aykırıdır.Burada dikkat edilmesi gereken husus bütün bu faaliyetleri icra ederken,bunu kimin adına ve neden yaptığımızı bilip bilmediğimizdir.Bu dünyaya dünya için gelmediğimizi,nefsimizin dünya hayatının şartlarına göre takdir edilmiş bir vasıta ,bir binek olduğunu idrak meselesidir.Bu hayatın gayesi nefsi tatmin değildir,ki onun tatmini de asla dünya ile değildir.Ters bir orantı,nefs ancak kendisine muhalefet edilirse tatmin olabilir.
Yine insana dönelim.Her gün bir başka telaşe ile işine gidip gelirken,yol kenarlarında ki çiçekleri görmeyen, hatta çiğneyip geçen,kendisini dinlemekten başkasını duyma imkanı bulamayan, nefsinden başka her şeye kör olan insana.Akşam evine geldiğinde televizyondan,bilgisayardan,akıllı telefonundan fırsat bulup ta eşinin çocuklarının gözlerinin içine bakamayan ,sorunlarına ,ihtiyaçlarına en önemlisi ruh ve gönül dünyalarına yabancılaşan ve günbe gün büyüdüklerini fark edemeyen insana.Kaç zaman oldu kim bilir,kuş sesi duymuyoruz değil mi? Yaprak hışırtısı,ağustos böceği cırıltısı yada yağmurların o eşsiz şarkısı…hepsine sağır olduk.Çünkü önce kendimize,ruhumuza kör ,kalbimize sağır olduk.Bir an olsun çıkıp da dışarıya kendimizden ,Allah ın bizler için yarattığı harkulâdeliklere ibret nazarıyla bakmadık,baksak da hisse kapmadık.Kalbimize,aklımıza,vicdanımıza kulak tıkadık.Kendimizi içerisinde bulduğumuz dünyanın ve hayatın ,eğer ”madde “ diye bir şey gerçekten varsa aslında hakikat olamayacağını anlayamadık.Kara topraktan rengarenk,mis kokulu çiçeklerin çıkamayacağını,bir odun parçasının o envai çeşit meyveleri,lezzetleri sunamayacağını anlayamadık.Bu örnekleri sonsuza kadar uzatmak mümkündür ama biz sadece yemeye baktık.Bu yazıyı çok az kişi okuyacak biliyorum,çünkü o kadar meşgul ki insanlar kendileri ile,bir başkasının yazdıklarının ne değeri olabilir ki ?Ama kim ne derse desin,ne yaparsa yapsın yıldırım hızıyla geçip gidiyor hayat ve biz bu halimizle sedece bu hayatı değil işin kötü tarafı ebedi hayatı da ıskalıyoruz.Ne diyelim..Allah sonumuzu hayretsin.
Peki,bu sorunun hal çaresi nedir? İnşaallah bir sonra ki yazımızda da ondan bahsetmeye çalışacağız.
Mustafa Kemal Serhatlı.
( Bu Yaşadığımız Kimin Hayatı başlıklı yazı M.Kemal tarafından 22.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.