Bekleme salonlarını her zaman hüzünlü bulurdu Murat. Yine sıkıcı bir bekleme salonundaydı. Arkadaş sohbetlerinde çokça bahsettiği bir konuydu insan ömrünün büyük bir çoğunluğunun beklemekle geçtiği. Bu oldukça can sıkıcı bir durumdu. Düğün olur beklersiniz, cenaze olur beklersiniz, okula gider beklersiniz, askere gider beklersiniz, işe gider beklersiniz, eve gelir beklersiniz, yolculuk olur beklersiniz. Hayatın kendisi uzun bir bekleyiş değildir de nedir? Bu bekleyiş içinde hüzün barındırır, bu bekleyiş içinde çaresizlik barındırır ve bu bekleyiş içinde yalnızlık barındırır. Bu kaçınılmazdır. Her kim olursanız olun bir şeyleri beklemeye mecbursunuzdur. İşte bu hüzünlü, çaresiz ve yalnız bekleyişlerden birisini yaşıyordu Murat.
 
Bekleme salonu oldukça eski görünüyordu. Duvar boyası yer yer dökülmüş ve mobilyaların döşemeleri yıpranmıştı. Kim bilir kimler kimler bekledi bu salonda diye düşündü Murat. En az elli yılık bir bekleme salonunda mavi trenin gelmesini bekliyordu bu kez. Normalde trenle seyahat etmese de tren yolculuklarını severdi. Sanki zamanda yolculuk yapmış hissi verirdi trenler ona. 1940-1950 li yıllara dönmüş gibi. Bekleme salonunun da içinde bulunduğu yapı zaten alman mimarisine aitti. Bekleme salonunun tam da orta yerine konulmuş plazma televizyon son derece teknolojik görünse de bekleme salonunun yapısını bozmuştu. Murat can sıkıntısından bekleme salonunu inceliyordu. Sanki başka bir dünyada gibiydi. 

Plazma televizyonda kocaman bir TCDD yazısı vardı. Tam da bu sırada oflaya puflaya yaşlı bir amca girdi salona. Elinde orta boylarda bir kahverengi bavul ve bastonu vardı. Bastonu tuttuğu elinde bir de bez mendil. Mendil amcayla yaşıt olmalı diye düşündü Murat. Çünkü bu devir de bu tip bez mendilleri ancak yaşlı amcalar kullanıyorlardı. Yaşlı amca kapının yanındaki ahşap koltuğa oturmadan önce elindeki kahverengi bavulu yere bıraktı. Sonra bastonuna dayanarak yavaş yavaş oturdu. Bez mendiliyle anlını sildi. Kafasındaki beyaz kasket hafifçe geriye kaydı. Biraz soluklandıktan sonra;
 
-          Merhaba evlat diye seslendi Murat’a
-          Merhaba amca diye karşılık verdi Murat.
Amca biraz daha soluklanıp boğuk boğuk öksürdükten sonra;
-          Sen sen ol sakın yaşlanma evlat, yaşlılığı eve sokmamak lazım dedi. Murat küçük bir gülümsemenin ardından;
-          Buna ne çare amca, elimizde değil ki dedi.
 
Murat böyle tanımadığı yaşlı kişilerle konuşmayı severdi. Çünkü hepsinin muhakkak bir hikâyesi olurdu ve bu hikâyeleri anlatacak birileri arar durulardı. Bazı insanlar, yaşlı insanları ve onların muhabbetlerini sevmezler. Ama Murat o insanlardan değildi. Aksine yaşlı insanları sever, onları dinlemek isterdi. Çünkü her birinin ayrı hikâyesi vardı. Murat bunun büyük bir hazine olduğunu düşünürdü. Kendinin yaşamadığı zamanlarda, yaşamadığı yerlerde yaşayan insanları dinlemek, hikâyelerinden ders çıkarmak keyifli bir işti onun için.
 
Yaşlı amca biraz soluklandıktan sonra, ceplerini kurcalamaya başladı. Telaşlı bir hali vardı. Bir yandan da söyleniyordu;
 
-          Nerede bu meret, nerede bu meret?
Yaşlı amcanın bu halini gören Murat;
-          Hayırdır amca bir şeyini mi kaybettin?
-          Biletim, biletimi bulamıyorum.
            Yaşlı amca elindeki bez mendille alnının terini sildikten sonra, biraz daha aradı. Daha sonra aramaktan yorgun düştü ve aramayı bırakıp derin bir nefes aldı. Nefes almasıyla birlikte boğuk boğuk öksürmeye başladı. Murat çantasından su çıkarıp amcaya götürdü. Amca sudan bir kaç yudum aldı. Öksürüğü geçmişti. Biraz soluklandıktan sonra;
 
-          Sağ ol evlat dedi.
-          Bir şey değil amca diye karşılık verdi Murat.
-          Bu yaştan sonra neye dikkat edeyim dedi yaşlı amca. Murat biraz gülümsedi, ama yaşlı amca gülümsemiyordu. Acı çekermiş gibi bir hali vardı. Murat;
-          Yolculuk nereye amca? Diye sordu.
-          İstanbul’a gidiyorum.
-          Hayırdır inşallah?
-          Oğlum orada polis, beni hastaneye götürecek.
-          Geçmiş olsun.
-          Sağ ol. Aslında ben gitmek istemiyorum ama oğlum ısrar ediyor işte.
-          Niye istemiyorsun? Git oğlunun yanında tedavini ol işte.
-          Bizim tedavi olacak halimiz mi kalmış evlat? Yaşlılığın tedavisi yok maalesef.
-          Olsun yine de sen sağlığına dikkat et.
-          Şu biletime bulsaydım.
-          Baktın mı tüm ceplerine.
-          Baktım ama bulamıyorum.
-          Şu cepkenin çakmaklık cebine baktın mı?
-          Neyine?
-          İç cebine.
-          Dur bir bakayım, evet evet, işte burada! Hay senin ömrün uzun olsun. Yaşlılık böyle işte evlat, dedim ya yaşlılığı eve sokmamak lazım.
 
            Murat nezaketen gülümsedikten sonra yerine oturdu. Bu sırada lacivert üniformasıyla görevli bir memur geldi ve bekleme salonunun sağ tarafındaki küçük camlı odasına oturdu. Şapkasını çıkarıp masasının üzerine koydu. Elinde koskocaman bir valiz olan bir adam bekleme salonunun kapısından içeri baktı, sonra valizini kapının kenarına bırakıp dışarı çıktı. Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı.  Bu sırada yaşlı amca;
 
-          Tren ne zaman gelir acaba? Diye sordu. Murat;
-          Fazla sürmez birazdan gelir amca diye karşılık verdi. Yaşlı amca;
-          Sen nereye gidiyorsun evladım diye sordu.
-          Bende İstanbul’a gidiyorum.
-          Okumaya mı gidiyorsun?
-          Evet.
-          Okuyun okuyun okumak iyidir. Ben ilkokul ikiye kadar okudum. Sonrasını babam okutmadı.
-          Niye?
-          Kardeşimi okutmak istedi. Ben köyde hayvanlara bakacaktım. Babam nedense benim okumamı hiç istemedi.
-          Kardeşin okudu mu?
-          O da babama inat okumadı. Sen buralı mısın?
-          Hayır amca Konya’lıyım.
-          Burada ne işin var?
-          Bir arkadaşı ziyarete gelmiştim.
-          Arkadaşın ne iş yapıyor?
-          O burada memur.
-          Nerede?
-          Nüfusta çalışıyor.
-          Ne güzel, bende hep memur olmak istemiştim.
-          Burada kimin kimsen yok mu amca?
-          Bir ben kaldım. Oğlum İstanbul’da polis, kızı da Kırıkkale’ye gelin verdik.
-          Teyze?
-          Teyze benden önce göçtü gitti.
-          Sen tek başına mı kalıyorsun?
-          Evet evlat, tek başıma.
-          Zor olmuyor mu amca?
-          Alıştım evlat, Allah ele ayağa düşürmesin. Sağ olsun oğlum pek boş bırakmıyor beni. Hatta kızıyor bile, ne bekliyorsun orada diyor yanıma gelsene diyor.
-          Neden gitmiyorsun?
-          İstanbul’u sevmiyorum. Sanki herkes boğacakmış gibi geliyor bana.
-          Evet amca haklısın İstanbul çok büyük bir şehir, yaşaması zor.
-          İşin aslı gelinde beni pek istemiyor. Ama oğluma söylemek istemiyorum araları bozulmasın diye.  Allah kimseye muhtaç etmesin evlat.
-          Üzüldüm amca senin için.
-          Boş ver evlat takma kafanı. Senin adın ne?
-          Murat.
-          Ooo ne güzel, benim oğlumun adı da Murat. Adınla yaşa.
-          Sağ olasın amca.
 
            Yaşlı amca bu kadar sohbetten sonra yorulmuş gibiydi. Derin derin soluklanmaya başladı. Murat saygıyla yaşlı amcaya bakıyordu. Yaşlı amca bir süre oturduktan sonra yine ceplerini kurcalamaya başladı. Murat;
-          Hayırdır Amca ne arıyorsun diye sordu. Yaşlı Amca;
-          Biletim, biletimi arıyorum. Dedi.
            Murat şaşırmıştı. Biletin cepkeninin cebinde olduğu biliyordu. Ama yaşlı amca unutmuş olmalıydı.
-          Amca, cepkeninin iç cebine baktın mı? Diye sordu.
-          Hah buradaymış işte, dedi amca. Bir keresinde biletimi kaybetmiştim. Memur iki bilet parası aldı benden, cezalı ödeniyormuş. Allah’tan yanımda param vardı, param olmasaydı ne yapacaktım? Diye ekledi.
-          Canın sağ olsun diye karşılık verdi Murat.
            Bu sırada kucağında bir bebekle bir kadın girdi içeri. Üstü başı perişan bir vaziyetteydi. Önce yaşlı amcaya baktı. Onu beğenmemiş olacak ki Murat’ın yanına yöneldi.
-          Allah rızası için bir yardım edin, Allah gençliğinize bağışlasın, Allah razı olsun.
            Kadın genç bir kadındı. Kıyafetleri oldukça eski ve kirliydi kucağındaki bebek uyuyordu. Murat cebine eline attı, şıngırdayan bozuklukları aldı ve kadına verdi. Kadın;
 
-          Allah razı olsun dedi
 
O sırada görevli memur gişenin kapağını açtı ve
 
-          Sana bir daha buraya gelmeyeceksin demedim mi? Polise vereceğim sizi! Diye bağırdı.
Kadın hiç etrafına bakmadan hızla dışarı çıktı. Sonra görevli memur;
-          Bunlara para vermeyin, para verdikçe daha fazla dileniyorlar. Ne yaptıkları belirsiz dedi ve gişenin kapağını kapattı.
            Murat tuhaf duygular içine girdi. Evet, memur kendince haklıydı. Gerçekten de dilencilere para vermek, dilencileri dilencilik yapmaları konusunda destekliyordu. Belki de çalışmalarını engelliyordu. Dilenenlere çalışmamalarını, nasıl olsa dilenerek para kazanabileceklerini öğütlüyordu. Ama ya gerçekten çaresiz ve yardıma muhtaç bir haldeyseler? Bu küçücük ihtimal için bile tüm kuralları çiğneyebilirdi Murat. Cebindeki bozuklukları verdiği için hiç pişman olmadı. Yine olsa yine verirdi. Ne kadar düşük bir ihtimal olursa olsun görmezlikten gelemezdi.
           
            Bu sırada yaşlı amca uyuklamaya başlamıştı. İstasyon iyiden iyiye kalabalıklaşmıştı. Gişenin içindeki memur masanın üzerine bıraktığı şapkasını aldı ve dışarı çıktı. Bu biraz sonra trenin geleceğine işaretti. Birdenbire keskin bir hüzün kapladı Murat’ın içini. Bu bir veda havasıydı. Yaşlı amcaya yalan söylemişti. İnsan tanımadıklarına daha kolay yalan söyleyebiliyordu. Aslında İstanbul’a okumaya gitmiyordu. Kalbi kırılmıştı. Yaşadığı kenti sorgusuz sualsiz ve kimseciklere haber vermeden terk ediyordu. İstanbul’da ne yapacağını da bilmiyordu. Yalnızca terk etmek istiyordu bu kenti ve bu kentin insanlarını. Belki de böyle bir karar almakla büyük bir hata yapmıştı, belki de pişman olacaktı. Ama kalbi kırılmıştı, canı acıyordu. Bu kırgınlığı ve acıyı nereye giderse gitsin yanında götüreceğinden de emindi aslında. Yeniden başlayabilmek umudu, her şeyi geride bırakabilmek. Bu çok zor bir şey miydi? Artık acıya dayanamıyordu. Tüm vedalar hüzünlüdür. Kimi vedalar herkesin malumu olsa da kimi vedalardan kimsenin haberi yoktur.
 
            Usulca ayağa kalktı Murat. Yerdeki bavulunu eline aldı. Sonra yaşlı amcaya baktı. Dışarısı oldukça kalabalıktı. Kalabalık arasında bir tanıdığa rastlamaktan korkuyordu. Kısa bir süre sonra trenin acı acı sireni duyuldu. Ortalık bir anda karıştı. Murat’ın yüreğini bir korku dalgası bıçak gibi kesti. İnsanlar trene binmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Murat bir adım bile ilerleyemedi. Gözü, yaşlı amcaya takıldı. Bir elinde bavulu, bir elinde bastonu oflaya puflaya trene doğru ilerliyordu. Biraz zaman geçtikten sonra trene binmek isteyenler trene bindi. Bazıları gidenleri uğurlamak için yerlerini aldılar ve tren yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Murat olduğu yerde duruyordu. İlerleyen treni izledi bir süre. Sonra bavulunu eline alıp tekrar bekleme salonuna döndü. Kalktığı yere tekrar oturdu. Birilerinin gelip gitmesine engel olmasını bekliyordu. Bekleme salonunun bir parçası olmayı düşündü bir an.  Kendini çok yorgun hissediyordu. Ses çıkarmadan ve hareketsizce beklemeye koyuldu. Gidemiyordu. 
           
           
 
 
 

( Gidememek başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 15.08.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.