Lüzumlu Meslek
Köy yerinde
yaşamak şehrin göbeğinde yaşamaya benzemez.
Doktoru, hastanesi, sağlık ocağı, eczanesi, bakkalı, hükümeti ayağının
dibinde değildir. Bu yüzden köy
yerlerinde bu ihtiyaçları karşılamak için çeşitli savunma mekanizmaları
gelişmiştir. Genelde köyün muhtarı köyün her işine koşuşturur. Ama bunun
dışında köyde bir ebe nine, bir muskacı hoca, bir kırıkçı çıkıkçı muhakkak
bulunur. Bulunmadı mı efendim civar köylerden birinde vardır. Öyle başın her ağrıdığında hastaneye, eczaneye
gidemezsin.
Orta Anadolu’nun
kışları soğuk ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak bozkırlarından birinin orta
yerindeydi Akçasaray köyü. Bağlı olduğu ilçeye de vilayete de oldukça
uzaktaydı. Köylü kurak topraklar üzerinde buğdayla arpadan başka ürünü ekip
biçmezdi. Keçi ve daha çok koyun, bunun dışında da her hanenin bir kaç baş kara
sığırı vardı o kadar. Toprak evler birbiri ardına ulanmış gibi görünürdü
uzaktan. Her köyde olduğu gibi bir köy meydanı, bir harman yeri bir de köy
konağı vardı. Muhtar Ali Osman köye salma salarak zar zor yaptırmıştı köy
konağını. Kaymakamdan izin almak için az mı aşındırmıştı ilçenin yollarını.
-
Sayın kaymakamım, köy yerinde köy konağı bir
muhtarın eli ayağı gibidir. Yalnızca muhtarın mı tüm ahalin, misafirin gelir,
devletin memuru gelir, düğün olur, cenaze olur, seçim olur. Geçen seçimde gelen memurları nerede
ağırlayacağımızı bilemedik. Müsaadeniz olursa köyümüze bir köy konağı
yaptıracağız.
Kaymakam önce
muhtar para istiyor sandı. Ama baktı para istemiyor izin verdi muhtara köy
konağı için. Zaten izin vermeyecekti de ne yapacaktı? Muhtar Ali Osman köy
kahvesinde kaymakamla nasıl konuştuğunu kertine kertine anlattıktan sonra salma
saldı tüm ahaliye. Elbette muhtarlık seçimlerindeki rakipleri köy kurulunun
parasını çaldı dedikodusundan geri kalmadılar. Ama muhtar Ali Osman kulak
arkası etti bu dedikoduları.
Akçasaray köyünde
en az muhtar kadar önemli ve köy halkının saygı duyduğu birisi de köyün kırıkçı
çıkıkçısı Sınıkçı Cafer’di. Malum köy yerinde damdan düşen olur, eşekten düşen
olur, attan düşen olur, çalışırken sakatlanan olur. Her defasında hastaneye
koşamazsın ya, doğru Sınıkçı Cafer’in evine.
Efendim bu
Sınıkçı Cafer’in mesleği babasından mirastır kendisine. Ne zaman ki birinin eli,
kolu, bacağı sakatlansa Sınıkçı Cafer’in ellerine teslim eder kendini. Yalnızca
bu köyün değil civar köylerinde bir tane kırıkçı çıkıkçısıdır. Bunun dışında birkaç
dönüm tarlası, birkaç tane koyunu, bir ineği bir de eşeği vardır.
Üç kardeşin en
küçüğü Cafer’inde altı tane çocuğu vardır. Köy yerinde kolay mı anam babam altı
çocuğa beslemek, büyütmek? Allah’tan baba mesleği kırık çıkıkçılığı öğrenmiş
de, onunla döndürüyor değirmenini. Ama köy yerinde her zaman para beklemek
olmaz. Kimisi bir teneke buğday getirir, kimisi iri bir tavuk, kimisi iri bir
horoz. Bunlar evin ihtiyacını karşılar karşılamasına da bir de bunları satmak
iktiza eder.
Önceleri
eşeğinin heybesine yükler ilçe pazarında satardı gelenleri Sınıkçı Cafer. Sonra
baktı olacak gibi değil, karısı Hacer’in düğünde takılan beşi bir yerdelerini
de satarak kendine eski bir pikap aldı. Hani şu kaportasını keçi yiyenlerinden.
Köy yerinde pikap almak ne demek anam babam? Bir anda Sınıkçı Cafer, Cafer ağa oluverdi.
Cafer bir eşek
gibi kullandı bu yeni aracını. Hem tarlaya götürür getirir, hem ilçeye pazara,
civar köylere de kırıkçılığa çıkıkçılığa gider. Mühim adamdır canım Sınıkçı
Cafer. Köyde namı almış yürümüştür.
-
Sınıkçı Cafer gibi olacaksın ağam
-
Öğretmez mi mesleğini bizim çocuklara?
-
Verir mi sırrını canım?
-
Gelecek seçimde muhtarlığa aday olacakmış
-
Görüyor musun sen bizim Sınıkçıyı?
-
Olur anam babam olur, şehirde doktor neyse köyde
sınıkçı o.
Gelgelelim
bizim Sınıkçı Cafer’in bir huyu vardır ki herkesin malumudur; çok gamsızdır,
dünya yansa umurunda olmaz. Bileği burkulmuş, ciyak ciyak bağıran çocuğu
götürürsün evine, ne bir heyecan ne bir telaş. Sanki sinirleri Allah tarafından
alınmış. Bu gamsızlığıyla köy ahalisi her yerde güler eğlenir ama Sınıkçı Cafer’den
de çekinir. Herkesin güle güle bir olduğu hikâye şöyledir;
Sınıkçı Cafer
pikap aldı almasına ama eşeği bile idare edemezken nasıl sürsün pikabı? Yaptığı
küçük kazaların haddi hesabı yoktu. Yine günlerden bir gün komşu köye ailecek
giderken büyük oğlu Ramazan’a vermiş pikabı. Kendisi de yamacına oturmuş.
Ramazan biraz
gel git akıllıdır, serde biraz gençlik olduğundan aklı bir karış havadadır. Pikabı babasından alınca basmış gaza, basmış gaza
toprak köy yollarında. Pikapta babası, annesi, kardeşleri varmış kim dinler? Sanırsınız
Sınıkçı Cafer’in pikabı kanatlanmış uçuyor. Başkası olsa bir tane yapıştırır
oğluna. Ama Sınıkçı Cafer’in gamsızlığı herkesçe malumdur. Hiç ses
etmemiş. Kardeşleri, annesi arkada
korkudan perişan.
Yolun uçurumlu
bir yerinde Ramazan kaybetmiş direksiyon hâkimiyetini. Pikap bir anda savrulmuş. Uçurumdan aşağı
düşseler kurtulmanın imkânı yok. Pikabın içinde herkes çığlık çığlığa. Yalnızca
bizim Sınıkçı Cafer sakin. Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. Tam da uçuruma
düşmeye ramak kala durmuş eski pikap. Tüm aile şok içindeymiş. Pikaptan inmişler
soluklanmaya. Kimisi ağlıyor, kimisi bağırıyor. Ramazan babasından kesin bir
zılgıt yiyecek farkında korkuyor. Ama korktuğu gibi olmamış Ramazan’ın. Babası
önce bir uçuruma bakmış, sonra eki pikaba. Ramazan’ın yanına gelmiş ve
-
Çok lüzumsuz bir ölüm olacaktı demiş.
Köy kahvesinde bu hikâyeyi duyup
da haykıra haykıra gülmeyeni yoktur.
-
Demek öyle demiş ha?
-
Ölümün lüzumlusu nasıl oluyor aceb?
-
Der der, bizim oğlanın ayağı çıktıydı da tüm
köyü sardıydı çığlığı, adam ağzını bile açmadı be.
-
Çok gamsız be
-
Gamsız da laf mı gamsızın gamsızı
-
Bunun babası da böyleydi.
Bu hikâye
kulaktan kulağa anlatıladursun Günlerden bir gün Sınıkçı Cafer yine doldurdu
ailesini pikaba, komşu köye gezmeye gidecekti. Hacer’i yanına oturttu, altı
çocuğunu pikabın kasasına. Hacer korkuyor olsa da köy meydanından geçerken övüne
övüne baktı köyün diğer kadınlarına. Kimde var böylesi pikap köyde. Kocası
alacak da gezmeye götürecekti diğer kadınları öyle mi köy yerinde? İşin aslı
Cafer’de gezmeye götürmüyordu ya neyse, gezmek bahane kalmış borçlarını toplayacaktı.
Köyden çıkıp da
toprak yola girince, pikap birden bire sallanmaya başladı. Zaten korkan Hacer’in korkusu ikiye katlandı. Sınıkçı
Cafer frene bastı ama durmuyordu. Bir süre öyle gitti pikap. Ardından baktı
olacak gibi değil şoför kapısını açıp;
-
Çocuklar! Aşağıya atlayın, durmuyor araba! Diye bağırdı Cafer.
Çocuklar birer
birer atladılar pikaptan. Kimisi toprağa düştü, kimisi kayaya. Sonra Sınıkçı Cafer karısına döndü;
-
Sende atla Hacer, durmuyor bu meret dedi. Karısı
ağlıyordu;
-
Atlamam Cafer, atlamam dedi.
-
Neden atlamazsın?
-
Ben sensiz yaşamayı neyleyim? Öleceksek beraber
ölelim.
Baktı Hacer’in
atlamaya niyeti yok. Kapıyı açtı ve bir tekmeyle arabadan aşağı attı Hacer’i. Ne
olacaksa kendine olacaktı. Ama biraz sonra fren yerine gaza bastığını anlayıp
durdurdu pikabı. Belki bir yere çarpsalar daha az yaralanacaklardı. Karısı,
çocukları yol kenarında yatmış acı içinde bağırıyorlardı. Hepsini birer birer
topladı Cafer. Kiminin eli incinmişti, kiminin kolu burkulmuştu, kimi
yaralanmıştı. Ağlaya ağlaya eve gittiler. Konu komşu ahali toplandı Sınıkçı
Cafer’in evine. Kısa süre sonra kaza yaptıklarını öğrendiler.
Sınıkçı Cafer
birer birer tedavi etti ailesini kimisinin çıkığını sabunla ovdu, kimisinin
incinmiş yerine zeytinyağı sürdü. Tüm ailesi savaştan çıkmış gibiydi. Tüm köy
ahalisi geçmiş olsuna geliyorlardı. Sınıkçı Cafer;
-
Babamdan Allah razı olsun, lüzumsuz bir meslek
öğretmemiş bak, gün geldi lazım oldu diyordu. Her gelene.
(
Lüzumlu Meslek başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
17.08.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.