Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 19.10.2014
Okunma Sayısı : 2993
Yorum Sayısı : 0

M. NİHAT MALKOÇ

İnsanlıkla yaşıt olan ölüm, tarih boyunca en çok konuşulan, akılları en çok meşgul eden bir hakikat olmuş, farklı insanlar tarafından farklı karşılanmıştır. Herkes ölüme, aldığı ruhî ve dinî terbiye doğrultusunda yaklamış, ondan kendince anlamlar çıkarmıştır. İnsanlığın ekserisini ürküten ölüm, bazı Allah dostları tarafından daha müşfik bir gözle değerlendirilmiş, Mevlâna misali “düğün gecesi” olarak algılanmıştır. Öte yandan Anadolu'da bir ekolün adı olan Yunus Emre “Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” demiştir. Büyük müceddit(yenileyici) İmam Gazali'ye göre ise ölümün anlamı ancak bir hâl değişmesinden ibarettir.

Yazmak, ölümsüzlük yolunda yol almaktır kanaatimce. Zira yazarlar bedenen aramızdan ayrılsa da geride bıraktıkları eserlerle sonsuza kadar aramızda dolaşırlar. Onlar, dünya durdukça öğretmenliklerine devam ederler. Ne güzel demiş Leonardo Da Vinci: “İyi geçen bir gün nasıl mutlu bir uyku getirirse, iyi geçen bir ömür de mutlu bir ölüm getirir” Gerçekten de öyle değil midir?

“Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal/Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş(Âlemde sesin Davut gibi çınlasın! Gökkubbede bâki kalan sadece hoş bir sedadır; kalıcı olan sadece odur )” diyen şair Bâkî'ye de hak vermemek mümkün değildir. Bütün mesele, bu dünyada(n) hoş bir seda bırakarak göçmek... İşte bu dünyada hoş bir seda bırakarak ebedî aleme göç eyleyen bir dosttan söz edeceğim bu satırlarımda. Yakın zaman evvel aramızdan ayrılan İsa Kayacan'dan bahsediyorum. Ömrünü daktilo başında geçiren, yazmayı yaşamanın gayesi edinen velût bir yazardan...

1943 yılında Burdur'un Tefenni ilçesinin Ece Köyünde doğan İsa Kayacan; ilkokulu köyünde, ortaokulu Tefenni'de okuduktan sonra liseyi Ankara'da bitirmişti. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümünden mezun olmuştu. Kayacan; “Tercüman, Zafer, Son Havaadis, Adalet, Tasvir, Yenigün, Hür Anadolu, Yeni Tanin, Gündem, Bugün, Ortadoğu, Hergün, Başkent” gibi onlarca gazetede yazılar yazmış, Türkiye'nin en çok yazan yazarı olmuştur. Yazıyla birlikte şiire de gönül veren Kayacan, “Ece Köyünde” adlı şiirinde, doğduğu yere dair şu ifadelere yer veriyor: “Kerpiç evimizin bahçesinde/Derince bir kuyu vardı kuyu/Bütün akşamın şirin sesinde/Köyün halkına yeterdi suyu//Akşama doğru bir ay ışığı/Çıkardı çalılar arasından/Elinden atar ağaç kaşığı/Sonra gençler, gönül yarasından//İşte nur yüzlü ayın önünde/O uzun boylu ince ağaçlar/Böyle bütün eğleniş gününde/Neşelenir sümbüllü yamaçlar//Bu yamaçların ta eteğinde/Görünür selvilerin gölgesi/Sonra arıların peteğinde/Bir fısıltı, bir de ezan sesi”

Merhum İsa Kayacan, Türkiye'nin dört bir yanında tanınır ve sevilirdi. O, Anadolu şehirlerinin fahri hemşehrisiydi. Anadolu'da gazete çıkaranlar, onu baştacı ederlerdi. Onun içindir ki Kayacan'ın yazıları Anadolu gazetelerinde de uzun yıllar boyunca yaygın olarak yayımlanmıştır. Onu Anadolu'nun en ücra köşesindeki bir gazetenin köşesinde görebilirdiniz. O, 3 bin 540'ın üzerinde gazete ve dergide 41 bin 125 dolayında makale yayımlayarak, insanlık tarihinde kırılması güç bir rekora imza atmıştır. Bu özelliğiyle Guinness Rekorlar Kitabına aday olmuştur. Kendi ismi dışında bazı yazılarında Mehmet İsa, Ç. Ese Moralıoğlu, İshak Tefennili, Mehmet İsa Kayaoğulları, Can Kaya, Çiloğlu ve Kaya Burdurlugil müstear(takma) adlarını kullanmıştır.

Türk kültürünün köşe bucakta unutulmuş saklı değerlerini ve değerlilerini günyüzüne çıkaran İsa Kayacan, yaşadığı 71 senelik ömür içerisinde, son nefesine kadar ülkemizin zengin kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuş müstesna bir bir şahsiyetti. Bu uğurda şahsî meselelerini bile unutmuştur. Hemen her alanda kalem oynatabilen, onun kadar üretken ikinci bir yazar göstermek mümkün değildir. Belki bundan sonda da böyle velût bir kalem gelmeyecektir.

Zamanının çoğunu yazmakla ve araştırmakla geçiren İsa Kayacan, yarım asrı aşkın bir zamandan beri bıkmadan, usanmadan, ilk günkü heyecanıyla yazıyordu. O bir yazı makinesiydi. Kayacan bugüne kadar içeriği şiir, hikaye, roman, deneme, makale, inceleme, radyo oyunları, masal, folklor, antoloji, kooperatifçilik, film senaryoları olmak üzere 120'nin üzerinde kitaba imza atmıştı. Aylık peryotlarda çıkardığı Ece Dergisinin yayınını 28 sayı boyunca devam ettirmiştir.

Bir kültür gönüllüsü İsa Kayacan, bir koltukta birkaç karpuz birden tutabilen müstesna insanlardan biriydi. O, aynı zamanda Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) Haysiyet Kurulu Başkanıydı. TRT'de uzun yıllar program, belgesel ve genel müdür danışmanlığı yapmıştır. Hayatını yazmaya adayan İsa Kayacan, evli ve üç çocuk babasıydı.

Aydın bir insan olan Kayacan, bilgi birikimini paylaşmaktan büyük haz duyardı. O, halkın öğretmeniydi. Onun için öğretmek, dört duvar arasıyla sınırlı değildi. O, her fırsatta ve her ortamda öğretiyordu. O, uzak ve yakın çevresine okuma ve yazma konusunda heves aşılıyordu.

Merhum Kayacan, paylaşımcı bir insandı. Öncelikle her ne biliyorsa onları uzak ve yakın çevresine öğretiyordu. Bunun için de gazete köşelerini kullanıyordu. Bugüne kadar yirmi binin üzerindeki kitabını değişik kurumlara bağışlayarak halkın kitapla buluşmasını sağlamıştır. Doğduğu yer olan Burdur'un Tefenni ilçesine bağlı Ece Köyü'nde “İsa Kayacan Kitaplığı” oluşturmuştur. Bağışlarıyla destek olduğu Burdur Halk Kütüphanesinde bir bölüme “İsa Kayacan” adı verilmiştir.

“Şairlerin Babası” lakabıyla da anılan, yazma hevesiyle yola çıkan her şair ve yazar adayının elinden tutan İsa Kayacan, kendisine gönderilen yeni kitaplar hakkında mutlaka bir eleştiri yazısı yazardı. Hassas ve ince bir insan olan Kayacan, hangi yayın organında yazmışsa o yazının muhatabına o yayın organını mutlaka gönderirdi. Tabir caizse postacılar ona çalışırdı. Neredeyse maaşının yarısını postanelere verirdi. Yeni kalemlere yazma şevki verir, onlara rehberlik ederdi. Bir yazısında “Ciddi araştırma ve çalışmalarla, yorucu ve anlamlı değerlendirmelerle ortaya çıkan kitapların sayfalarında, zaman ve fırsat buldukça gezmek için vakit ayırmak, değerlendirme yapmak gibi sorumluluk taşıyan bir görevin yerine getiriciliğini aldığını” söylüyordu.

Onun yoğun olarak yazdığı yıllarda bugünkü gibi bir bilgisayar ve internet teknolojisi yoktu. Yazılar en iyi ihtimalle daktiloda veya elde yazılıyordu. Bunlar postaya atılıp öylece gideceği gazete veya dergiye gönderiliyordu. Bu da durduk yerde bir yığın emek ve masraf demekti.

Basınımızın duayen isimlerinin başında gelen İsa Kayacan bir kültür doktoruydu. O, tek derdi milli kültürümüzü yaşa(t)mak olan bir kültür dehasıydı. Bu gayretlerini fark eden çevrelerce defalarca yılın yazarı, yılın edebiyatçısı, yılın şairi ve yılın editörü seçilmişti. Onun bu sahadaki bitmek tükenmek bilmeyen gayretleri ve kültürel hayatı değişik üniversitelerde tez konusu olmuştu.

“Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız. Herkes beni Ankara'larda sanır/Burdur'da bir dam çökse içim parçalanır” diyen İsa Kayacan, millî ve manevî değerlerimize karşı hassas bir yapıya sahipti. Türk dünyası konusunda hiçbir yazar onun kadar hassas değildir. O, bunu söz konusu kültür coğrafyasıyla ilgili kaleme aldığı yüzlerce yazıyla perçinlemişti. Türk dünyasının tamamı ilgi alanında olsa da, Azerbaycan tabir caizse ihtisas alanıydı. Onun en büyük derdi Sovyetler döneminde büyük yaralar alan Türk dünyasıyla olan köprüleri tekrar inşa ve ihya etmekti; aynı kanı taşıyan soydaşlarımızla aramızdaki soğukluğu gidermek, mesafeleri kaldırmaktı. Bunu başardı da... Türk dünyası onun bu çağrısına cevap verdi.

Merhum İsa Kayacan, bir çok sahada kalem oynatmıştır. Bu alanlardan biri de şiirdir. Fakat o, şiirde pek iddialı değildir. O, bu sahada da zaman zaman güzel ifadeler yakalamıştır. Kayacan, aşağıdaki duygusal dizeleri, sanırım eşinin ölümünün ardından kaleme almıştır: “Bütün kadınlarda;/Senin yüzün var./Bütün bakışlarda;/Senin gözün var. Dünyamı,/Yıktın da gittin../Artık, baharımda bile,/Gözün var/Bayramlarda,/Her günümde,/Bitmeyen,/Hüzün, hüzün var…”

Merhum İsa Kayacan, insaf ve vefa sahibi bir insandı. Ekmeğini yediği, suyunu içtiği bu mümbit topraklara karşı vefa hisleriyle doluydu. Eleştirirken kırmazdı, öğretirdi. Kendi hatalarını da görmesini bilirdi. Olumsuz anlamda inatlaşma onun lügâtinde yoktu. Özeleştiriye açık bir insan olan Kayacan “Ben Oldum” adlı şiirinde “Sen; hep haklıydın! , ben haksızdım,/Sen; hep doğruydun! , ben yanlıştım,/Sen; hep artıydın, ben eksiydim,/Sen; sağlıklıydın, ben hastaydım,/Yatırılıp, neşter vurulan,/Ben oldum, ben oldum, ben oldum.” demektedir.

Ömrünü bazıları gibi kahve köşelerinde değil, gazete köşelerinde halkı aydınlatmakla geçiren merhum İsa Kayacan, zengin kültürümüzün dünya ölçeğinde tanıtılması için büyük mücadeleler verdi. Bu alanda gayret gösterenlere daima destek oldu. Bazı haramzadeler gibi çuvallar dolusu para değil, dünyalar dolusu candan dost biriktirdi. Fakat bu millet onun yaptığı işin önemini ve büyüklüğünü yeterince idrak edemedi. “Diş çıkmadan yeri belli olmaz” der atalarımız. Sanırım onun ne kadar önemli bir misyon yüklendiğini, ölümünden sonra daha iyi anlayacağız. Ona ölümünden sonra methiyeler düzeceğiz. “Keşke'lerle başlayan cümleler kuracağız. Fakat o, artık bunu göremeyecek, duyamayacak. Sözler havada kalacak. Zira onu 15 Ekim 2014'te Hakk'a uğurladık. O şimdi Ankara'da Karşıyaka Mezarlığında son uykusunu uyumaktadır. Ruhu şâd olsun. 

( Bir Yazı Makinesi: İsa Kayacan'ın Ardından... başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 19.10.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.