KIRMIZI KURDELE

 

Herkesin bir anısı, anlatacağı bir hikâyesi vardır. Ve nedense her insan en çok da çocukluk günlerini özler. Çünkü hayatın içine atılana denk her şey tozpembe görünür. Bu yüzden çocukken nefret ettiğimiz onca şeyi, büyüyüp hayata atıldıktan sonra özleriz. Evde sobayı yakmak için odunluktan odun, kömür getirmek, evdeki sular kesildiğinde eve bidon dolusu su getirmek, Pazar günleri banyo yapmaktaki sıra karmaşası çocukluğumuzun özetiydi. Nefret ederdik bunları yapmaktan. Gün geçtikçe nefret ettiğimiz şeyler, keşkelerimiz arasına katıldı.

Özler olduk her şeyi. En kötüsü de çocukluğunda bıraktığın her şeyi büyüdüğünde de aynı kalmasını isteyip de, bir türlü o eski tadı alamamaktır. Yıllar sonra çocukluğumuzun geçtiği şehre gittiğimizde, ilk yaptığımız çocukluğumuzun geçtiği yerleri bulmak olur. Etrafı didik didik ederiz. Ararken bulduğumuz mekân bıraktığımız gibi kalmaz hiçbir zaman, bu özlem bir çığ gibi büyür içimizde. Belki de bu yüzdendir insanların büyüdükçe çocuklaşması. İlgi odağı olmak istemesi, en ufak bir şeyde alıngan olması beklide bu yüzdendir...

 

Çocukluğumun geçtiği yer küçük bir köydü. Otuz ev vardı yalnızca. Küçük bir yer olduğu için en ufak bir şey bile hemen yayılabiliyordu. Hastalanan biri olduğu vakit bütün köy halkı seferber olup hastaneye akın ederdik. Aşklarsa sahiciydi. El ele tutuşmak, buluşup konuşmak yoktu. Yine de mutluyduk. Mektuplaşma vardı. Hayatımızı, özlemlerimizi dile getirirdik mektupta. Sokaklar bizimdi. Kimse gezip tozmamıza engel olmuyordu. Yıllar sonra ayrılmak zorunda kaldım memleketimden. Arkadaşlardan, akrabalarımdan ayrılmak hiç de kolay olmadı. Bir anda gelmişti ayrılık kararı, bir anda kendimi başka bir şehirde buldum. İnsanını tanımadığım, sokağına aşina olamadığım bir şehirde. İnsanlar çok tuhaf geliyordu bana. Bir hırsızlık, bir kapkaç olayı olsa kimsenin umurunda olmayacak. Sokak mahşer kalabalığı ama herkes yabancıydı. Kimileri işe, okula yetişmek için minibüse koşuyor, kimileri de aylak aylak dolaşıyordu. Sokak çöplüğe benziyor, Yerde izmaritler, bira şişeleri var. Etraftan geçenler üzerine basıp basıp geçiyorlar. Kimse de çıkıp yerdeki çöpleri toplamıyor. Günler birbirinin tekrarı gibi. Erzurum’a geleli bir hafta olmuştu. Alışmak hiç de kolay olmayacaktı. Okula yeni başlamıştım. İlkin sınıftaki arkadaşlarımla tanıştım. İlk günler böyle geçti daha sonra alıştım. Alışmam da okulumun köyde olmasının büyük bir payı vardı. Kimseyi tanımasam da köyün tozu toprağı memleketimi andırıyordu. Derslerimde günden güne iyiye gidiyordu. Öğretmenimiz bir gün sınıfın panosuna üzerine elma çizilmiş bir fon kartonu astı. Öğretmenimiz meraklı bakışlarımızı görünce panoya astığı fon kartonun üzerindeki elmaları dersteki performansa göre boyayacağını söyledi. Ve kimin elması önce biterse ona kırmızı kurdele takacağım demişti. Koca sınıfta okuma yazmayı söken iki kişiydik yalnızca. Herkesin elmasının içi beyazdı yalnızca yavuz ile benim elmam kırmızı olmuştu. Benim elmam biraz daha kırmızı olmasına rağmen bir gün yaptığım bir hata yüzünden kurdeleyi yavuz benden önce aldı. Yavuzun elmasını bana yetişsin diye birazcık boyadım. Aşırıya kaçtığım için. Hoca derse girerken yavuzun elmasında oynama olduğunu görünce yavuzu cezalandırmak istedi. Ders boyunca tek ayak üzerinde durdu. Buna neden olduğum için çok üzüldüm. Hocaya her şeyi anlattım. Kızacağını hatta döveceğini sandım ama büyük bir duyarlılıkla karşıladı. Yalnız ders olsun diye ilk kurdeleyi yavuza verdi. Aslında üzülmem gerekiyordu. Çünkü ilk kurdeleyi ben hak etmiştim. Nedense hiç üzülmedim. Hatta sevindim arkadaşım birinci oldu diye. Koca sınıfta yalnızca ikimiz kurdele almıştık herkes bizi konuşuyordu. Derslerin bittiği bir günde yine eve dağılırken, Yavuz yanıma geldi. Servisi beklemekteydim. Yavuz teşekkür ederim deyip gitmişti. Kısa bir konuşmaydı ama tesiri yıllar süren bir konuşma olmuştu. Neyse ki servisimiz gelmişti. Servise bindik önce yakın çevredeki arkadaşların köyüne gidip onları indirdik, sonra da bizim oturduğumuz siteye gelmiştik. O günü hiç unutmayacağım diye söz verdim kendi kendime. Hava kararmıştı. Yemekleri yediğim gibi ödevlerimi yaptım. Sonra da uykum ağır bastığı için odama çekildim. Aklımda hep o kısa konuşma vardı. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür...

( Çocukluğum Kanayan Yaram başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 9.04.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.