Sahip olduğu bir inanç
ve irdenesi o güven duygusu mesken tutmuştu varlığını. Yadsınası ve yadırganası
yalnızlığının sıradanlığında, sükûnetin doruklarında ve yıldızların çok çok
ötesinde sayısız izlek ile donatılmış ıssızlığında yutkundu son defa.
Hitap edilesi hiçbir
yanı kalmamıştı artık o koruk düşlerinin. Düş olmaktan çıkmıştı çoğu ve ne çok
insan düşmüştü yakasından. İki yakasını bir araya getiremediği o günden
ibaretti aslında tüm döngü.
Önce anası gitmişti.
Anne varlığıyla eşleşen ve hiç görmediği o çocuk kadın. Ve kala kalmıştı bir
dolu üzünç eşliğinde ne çok haksızlık maruz kaldığı…
Genç irisi bir kadındı
anası. On üçünde kocaya varmış, on beşinde anne olmuş ve…
Ne niteliği önemliydi
yaşadığı hayatın ne de niceliği. Hep farkındalık taşımıştı kendini bildi bileli.
Yoz dürtülerle çıkmıştı
bir kez yola. Yol bildiği o adam, erkek bellediği ve dişiliğini pekiştiren
nihayetinde hayallerini öldüren…
Sır idi aslında o dört
duvar arasında neyse yaşanan.
İlk geceden itibaren
korkmuş ve korkutulmuştu Hafize Kadın.
Pembe düşleri
koyultulmuş, genç kızlığı ve çocukluğu çalınmış ve bakir ruhuna kerelerce
tecavüz edilmişti eşlik ederken bedeni.
Paylardı kendini her
gece. Savsaklardı kocasını önce ve teslim olurdu eninde sonunda ne de olsa
kaderin tecellisi idi tüm olup biten.
Tek tesellisi idi oysa
oyuncak bebekleri kadınlıktan sıtkı sıyrılmış Hafize’nin. Küçük bir kız
çocuğunun engin düşleri sığlığında yaşadığı o garip ve sıra dışı hayatın,
kıskacında kaderin ve sağdıcı iken hüzün her daim…
Çocuk bellemişti
kendini kısaca çocuk gelin.
Kadın belleyememişti
oysa o çirkin anların anlatısında izdüşümü her gece bitiminin.
Mahremiyeti
kıstırılmış, namahrem düşleri kirletilmiş ve hayalleri çalınmıştı o saklanmaya
çalışırken izbelere.
Kifayetsizliği idi
derinden yaralayan. Güzelliğiydi baş döndürücü ve yalnızlığıydı o dev adamın
kollarında teslim düştüğü.
Sığdı kocası ama engin
gönlüyle deryaydı güzeller güzeli Hafize.
Tırsak bir adamdı
kocası lakin panter kesilirdi genç kadının yanında.
Sıradandı hayatı tüm
çocuk gelinler gibi ve sır dolu ve kıyısında hüznün.
Çelimsiz bacakları
titrerdi, çırpı kolları morarırdı her karşı geldiğinde ve ela gözleri kan
çanağına dönerdi adam yatakta sırtını döndükten sonra. Oysa yasaktı ağlaması,
haram kılmışlardı ona gözyaşlarını. Ele vermemeliydi yaşadığı ıstırabı.
Iraktı arkadaşlarından
ve gariban ailesinden. Sır tutmaz diye salmazdı kocası. Dört duvarda geçerdi
ömrü. Ömür bildiği o yirmi metrekarelik evde.
Depreştikçe depreşti
yarası hele ki iki kez düşük yaptıktan sonra.
Adı çıkmıştı Hafize’nin
bir kez köy ahalisince. Bıyık burkardı köyün erkekleri her gördüklerinde
kuyudan su taşırken.
Lanetliye çıkmıştı adı kara gözlü ebe’nin veryansıyla.
Üstüne alınmazdı kocası
ve dövdükçe döverdi Hafize’yi.
‘’Seni karı belledim,
ey kifayetsiz kadın. Demedim mi ben sana dikkatli olacaksın diye.’’
Çocuk gelinin ne suçu
vardı ki oysa. Gelişmemiş vücudu ve çocuk bellerken ruhu küçük kadını, nasıl
beklerlerdi ondan çocuk doğurmasını?
Derken ikiledi
düşüklerini kadın. İllet oldukça kocası daha da çıktı yoldan. Dur durak
bilmeden saydı sövdü.
Ve mucize eseri yeniden
gebe kaldı kadın. Bu sefer temkinliydi. Kara gözlü ebenin talimatlarına harfiyen
uydu. Çıkmadı dokuz ay boyunca yataktan. İzzeti ikramda bulundu kocası o süre
zarfında.
Sevecendi sözüm ona. Ilımandı
bakışları ve sözlerini söylerken bal damlıyordu adeta ağzından, lafın gelişi.
Dokuz ayı
tamamlamamıştı ki sancısı tuttu kadının gecenin kör vakti. Yetişti kara gözlü
Ebe. Sular kaynatıldı. Bir ihtimam bir ihtimam ki… Derken göründü bebeğin başı.
Erkekti bebek lakin ölü doğmuştu. İkincisi geldi peşi sıra. Gök mavisi
gözleriyle nur topu gibi bir kız çocuğu.
Yorgun düşmüştü kadının
vücudu. Ruhu hepten yorgundu ve geçti kendinden. Düştü başı yana.
Bebek ağlıyordu anası
bellediği ebenin kollarında.
Hafize hala baygındı. Kocası
kızgındı oysa.
‘’Eh, be kadın’’ diye
hayıflanıyordu durduk yerde.
‘’Mademki erkek bebeydi
karnında taşıdığın ne diye kollamadın oğlumu. Eh, be destursuz kadın, ne olurdu
kız öleydi de erkek bebe açsaydı gözlerini dünyaya…’’
Lakin ne gelirdi elden
bu saatten sonra. Baygın kadın farkında bile değildi tüm olup bitenin.
Kara gözlü Ebe
tamamlamıştı vazifesini ne var ki kadın hala gelememişti kendine.
Yüklüce para koydu
adam, ebenin cebine.
‘’Git gayrı’’ dedi
ebeye. Sabaha kalmaz uyanır analık.
‘’Ama ama…’’dedi ebe.
‘’Kes’’ dedim sana.’’Sen
yapacağını yaptın. Gerisi Allah kerim.’’
Ebenin gidişinin
ardından komşu kadınlar da tuttular evlerinin yolunu.
Gök gözlü kız sakince
yatıyordu yer döşeğinde anasının onu kucaklamasını beklerken melun mahzun.
Bir kez bile anasının
kokusunu içine çekmemişti. Bir kez bile kollarına almamıştı Hafize yavrusunu.
Asla da alamayacaktı ne yazık ki.
İki damla yaş süzüldü
gözlerinden Çakır Emine’nin tüm olup biteni düşünürken. Bir kez dahi görmediği
anacığının mezarının başında ve anasının anne olduğu yaştaydı küçük kız ama
babasının gözünde gelinlik kız.
Bildiği tüm duaları
okudu bir yandan mezar taşını okşarken anası bellediği.
Aynı akıbeti yaşamak istemiyordu
anasıgil gibi.
Çocuktu ve çocuk kalmalıydı.
Kadınlığa uzanan yola daha çok vardı.
Son kez dokundu mezar
taşına.
‘’Anam, talihsiz anam’’
diye fısıldadı usulca.
‘’Nolur dualarını
esirgeme benden. Benim dualarım hep seninle ve sevgim de hep seninle. Buluşacağımız
gün doya doya hasret gidereceğiz seninle. Gitmeliyim buralardan ve ev bildiğim
o cehennemden uzaklaşmalıyım. Düşlerimi çalmalarına izin veremem ana ve unutma
senin düşlerin de bende saklı. İkimiz için yaşayacağım ve yaşatacağım seni ve
düşlerimizi. Rahat uyu sen.’’