Ustamın belalı bir işi,
düşmanlığı filanda bulunmuyordu. Beraber olduğum yıllarda kimseye bir yanlışı
olmamıştı. Bu nedenle bayağı meraklanmıştım. Akşamın bu saatinde lokanta önünde
yolumuza çıkanlar ne istiyorlardı. Böyle düşüncelerle onlara bakarken,
adamlardan biri cüzdanını çıkararak;
---Biz polisiz,
Dedi. İçimden Allah Allah
Polisin bizimle ne işi var ki? İçlerinden biri, sertçe;
---Arkanızı dönün.
Ustam ve ben arkamızı
dönmüştük ki, az önce seslenen adam yanımıza gelerek sıra ile üzerimizi aradı,
ceplerimizi karıştırdı. Oldukça dikkatli ve sakindi acelesi yok gibiydi. Kimliklerimizi
almışlar, başkada bir şey bulamamışlardı.
---Bizimle geleceksiniz. Ancak
önce arabanıza bir bakacağız, açar mısın?
Usta arabanın kapısını
açarken;
---Neler oluyor, memur bey
neler?
---Konuşmada arabayı aç,
Bu ses çok sertti, adeta emir
gibiydi, bende irkilmiştim. Gerçekten neler oluyordu acaba? Adamlardan biri
arabanın içine girdi elinde bir fenerle sağı solu ararken bizler dışarıda
bekliyorduk. Yağmur durmuş, ama hava serinlemişti. Birkaç meraklı, şoförde
uzaktan bizleri izliyordu. İçeri giren adam bir süre sonra elinde bir paketle
dışarı çıktı. Sanki aradığını bulmanın rahatlığı ile:
---Tamam, burada gidebiliriz.
Onların buldukları paketin
içinde ne olduğunu bilmediğim için meraklanmış ve gelenlerin gideceklerini
sanmıştım. Adamlardan biri bize dönerek:
---Hadi arabanızı iyice
kilitleyin, paranızı, giysilerinizi alın, bizimle geliyorsunuz. Bilmediğim
olumsuz bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Ancak benimle bir ilgisi olmadığı
için rahattı. Hepimiz birlikte, yani beş kişi arabaya yöneldik. Usta ve ben
arka koltuğa otururken polislerden biride yanımıza ilişti. Hareket emiştik ki
dayanamadım:
---Amca neler oluyor, sen
anladın mı?
Dememe kalmadı, deminki ses
yine ön taraftan gürledi:
---Sesinizi kesin, yoksa ağzınızı
kapatırım.
Şaşırmış ve korkmuştum. Akşamın
bu vaktinde bilmediğim, anlamadığım bir şeyler olmuş ama ben hala farkına
varamamıştım. Ustam daha sakindi, ancak hafifçe terlediğini fark ettiğim zaman
korktuğumu itiraf etmeliyim. Daha önce defalarca trafik polisleri ile
karşılaşmış, bazen ceza alıyor, bazen de bizlere gülerek hayırlı yolculuklar
diliyorlardı. Ama bu sefer durum farklıydı.
Memurlar sivil ve sert görünümlüydüler. Biri orta boylu enli, diğerleri
uzun boylu daha inceydiler. Hepsi temiz tıraşlı ve bıyıksızlardı. Belli ki
önemli görevleri vardı.
Heyecanım, korkuya karışmış kalbimin
atışları hızlanmıştı. Ne olacaktı bu işin sonu diye merakım artmış, gençliği
verdiği tecrübesizlikle yaşadıklarım bana bir oyun gibi geliyordu. Gerçi ben
kötü bir şey yapmamıştım ancak ustam bir suç mu işlemişti? O pakette ne vardı
ki, daha önce Ustamın elinde böyle paketleri görüyor, herhalde eve aldığı hediyelerdir
diye çok ilgilenmiyordum. İyide Polis olduğunu söyleyen bu kişiler neden
paketle ilgilenmişlerdi.
Bir taraftan da açlığım iyice
artmış, içim kazınıyor bu yüzden canımda sıkılıyordu. Bir an önce bu iş bitsin
diye dua ediyordum. Birde bizi nereye götürdüklerini tam anlayamamış, ama şehir
içinde ilerlediğimizi fark ediyordum. Bu düşüncelerime dalmışken çok geçmeden
ön kısmında Emniyet müdürlüğü yazan binanın önünde durduk. Önce onlar aşağıya
indiler, ardından bizlere dönerek,
inmemizi istediler. Kapının önü kalabalıktı ve birazdan yanımıza
başkaları da geldi. Kollarımıza girerek hızla binanın içine aldılar. Ben bu
arada:
---Ne oluyor, ne
yapıyorsunuz, bizi buraya neden getirdiniz?
Diye seslenirken Ustamın sesi
hiç sesi çıkmıyordu. O kabadayı, korkusuz adama ne olmuştu da kuzu gibi susmuş,
bana da bir şey dememişti.
İçeride ışıkları yanan koridorlardan
geçerek bir kat aşağı indik. Loş ışıklı nem kokulu bir yerdi. Ön kısmı demir
parmaklıklı odalardan geçerken birisi kapıda sanki bizi bekliyormuş gibi odalardan
birine girmemizi istedi. Usta ve ben ayrı ayrı odalara konduktan sonra kapılar
kapatılmıştı. Polisler gittiğinde yalnız kalmış, bir hayvan gibi kafese kapatılmış
hissine kapılmıştım. Hayat tecrübesini tam olarak alamamış olmanın eksikliği
ile olayları bir türlü çözemiyor, bir polis merkezinde bir odaya kapatılmış
olduğumu biliyordum, ama niye?
Oda küçük bir yerdi ve kısık bir ışığı
vardı. Lamba çok yukarıda bulunuyordu. Arka tarafta boyu bir insan boyu ve yerden
yarım metre yüksekte tahta bir oturak duruyordu. Dip tarafta pis kokuların
geldiği bir çukurluk gözüme ilişti. Tuvalet diye geçti aklımdan. Odada ayakta,
garip ve korku dolu düşüncelerle ne kadar dolaştığımı bilemeden, yorulmuş
olmalıyım ki tahta oturağa oturdum. Arkama yaslandım ama hemen öne geldim,
çünkü duvar çok pisti ve iğrenerek tekrar ayağa kalktım. Bu arada az olan
ışıkta sık sık kesilmekte, bazen uzunca bir süre karanlıkta kalmaktaydım. Bu
karanlık anlarda düşmemek için olduğum yerde beklemek zorunda kalıyordum. Irmak
kenarında olsa, karanlığa aldırış etmez korkmazdım. Ancak burada durum
farklıydı. İt gibi kapana kısılmış ne olacağını bilemeden bekliyordum. Ara sıra
derinden derine sesler geliyor fakat ne olduğunu anlayamıyordum. Korkusuz olan
ben korkuyu tanımaya başlıyordum galiba. Açlık, yorgunluk, üzüntü, telaş
birbirine karışmıştı. Özgür dünyam bir kâbusa dönüşmüş, tüm benliğimi buradan
çıkma telaşı sarmıştı.
Temizliği çok severdim. Arabacılık zor
işti, sık sık üstüm kirlenir, fakat her defasında temizliğimi yapar bundan
bıkmaz, kirlerden temizlendiğim an çok rahatlardım. Bu pis yer bana göre
değildi, ah birde neden kapatıldığımı bilebilseydim!
Tekrar yorulmuş olmalıyım ki aklıma oturmak
geldi ama bu sefer arkama yaslanmamıştım. Bir taraftan da açlığım beni son
derce rahatsız ediyordu. İçim kazınmakta, yaşadığım şoktan dolayı zaman zaman
titremekteydim. Benim kötü bir huyumda buydu. Bazı heyecanlı olaylarda vücudum
titremeye başlardı. Hele bir kere Çorum’un Osmancık kazası yakınlarında hemen
önümüz sıra meydana gelen kazada, yaralılara yardım ederken, vücudum öyle bir titremeye
başlamıştı ki, bazı insanlar beni de yaralılardan sanmışlardı.
Arkaya yaslanamadığım için başımı ellerimin
arasına almış dirseklerimi dizlerime dayamış vaziyette ne kadar geçtiğini bile
hatırlamadan dalar gibi olmuştum. Birden kapı gürültü ile açıldı, iki kişi
içeri girerek yanıma geldiler, birinin elinde demir halkalı bir şey vardı.
---Uzat ellerini.
Dedi. Ellerime demir kelepçe
takılıyordu, tıpkı filmlerdeki gibi. Kelepçelerin takılması hoşuma gitmemişti.
Çünkü kelepçeler filmlerde devamlı suçlulara takılmaktaydı. Bende suçlu muydum
ki, iyide neden? Kollarıma girdiler ve dışarı çıkarıp yukarıya doğru ilerlememi
söylediler, kendi aralarında hiç konuşmuyorlar ve asık suratları vardı. Yeni bir odaya girdiğimizde baktım, burası biraz daha temiz ve büyüktü. Ortada bir
sandalye duruyor, etrafa baktım hiç pencere yoktu. Beni buraya getirenler
dışarı çıkarken, içeriye üzerleri gömlekli, kolları yukarıya sıvanmış, iri
görünüşlü, yüzleri daha da asık, iki kişi girmişti. Henüz gençtim, iri kıyımlı
sayılırdım. Yaşımdan daha fazla gösterdiğim için çok insan askerlik yapmadığıma
inanmazdı, bu nedenle gelenlerin bana bakış ve tavırlarından ürkmüştüm. Beni
yaşlı ve kötü biri olarak görüyorlardı herhalde. İyide benim ne suçum vardı da
buraya gelmiştim? Ustaya ne olmuştu? Sormalıyım diye geçti içimden, neler
olduğunu anlamalıydım.
---Beni niye buraya
getirdiniz? Ne işim var burada?
---Kes sesini burada soruları
biz sorarız.
Dedi biri, azarlayarak
---Birde utanmadan
konuşuyorsun ha?
Dizlerimin bağı çözülmüş, yine
ufak ufak titremeler başlamıştı.
İçlerinden biri karşıma
geçerek bana;
---Ne o korkudan titremeye mi
başladın? Kalıbından utan, suç işlerken korkmuyordun anlaşılan. Şimdi
soracağımız sorulara doğru cevaplar verirsen canını fazla yakmayız diye
söylendi. İyice şaşırmıştım, ne suçu, ben ne yaptım ki?
---Tamam, sorun ama suçum ne?
Dedim.
---Adın ne?
---Hikmet
---Baba adın
---Hüseyin
---Yaşın kaç?
---On yedi.
---Yalan söyleme
---Yaşın kaç?
---On yedi dedim ya! Cüzdanımda
yazılı, onu aldılar.
---Nerelisin?
---Turhal.
---Kaç yıldır bu arabadasın?
---Hemen hemen beş yıl oldu.
---Şoförün nesi olursun?
---Hemşerisi, akraba değilim.
---Kaç yıldır bu işi
yapıyorsunuz?
---Ne işi?
Enseme şiddetli bir tokat
geldiğinde canım çok yanmıştı. Bir an arkama dönmek istedim,
---Önüne bak soruma cevap
ver.
---Kaç yıldır bu işi
yapmaktasınız?
---Ne işi dedim ya! Arabacılık
mı?
---Dalgamı geçiyon lan
köpoğlu, bizi alaya mı alıyon?
---Ne dalgası ne dediğini
anlayamadım. Hangi iş Abi?
---Ne abisi ulan, ben senin
nerden abin oluyom? Soruya cevap ver.
---Ustan her şeyi anlattı, birde
sen anlat.
---Neyi anlatayım onu açıkça
söyleyin?
---Paketi kime
götürüyorsunuz?
---Ne paketi? O paket
Ustamındı.
---Kimden aldı?
---Neyi?
---Paketi ulan paketi.
Bana bağırdıkça şaşırıyor, düzgün
konuşamıyordum. Ne vardı pakette acaba? Dayanamadım:
---Pa—Paket—Pakette ne var ki
diye sorabildim.
Vay sen misin soran, enseme
daha şiddetli bir tokat daha geldiği an gözlerim kararmıştı.
Açtım, yorgundum,
korkuyordum, nerdeyse ağlayacaktım, dayanamadım artık. Aniden ayağa kalkıp
ileri bir hamle yaptım. Şaşırmışlardı, geri çekilirlerken bağırdım:
---Benim suçum ne? Paketlerde
ne vardı? Allah’ınızı severseniz bana da söyleyin, derken yavaşça yere doğru
eğilmiştim. Birden kafama gelen bir tekme ile geriye doğru düştüm. Kafam arka
duvara çarpmış, canım çok yanmış, bağırmamıştım bile. Karşımdakilerin üzerime
eğildiklerini hayal meyal hatırlıyordum.
Yeşilırmak’ın kenarında yatıyorum, suyun ve
rüzgârın sesi geliyor, oh be rüyaymış yaşadıklarım diyorum, ama neden başım çok
ağrımakta ve kulaklarım uğuldamakta. Irmağın sesi böyle değildi ki!
Birilerinin yanı başımda konuştuklarını, gezindiklerini
hissettim. Susamıştım, gayri ihtiyari:
---Neredeyim ben? Su verin
bana.
---Amirim kendine geliyor
bakın,
Diye bir ses duyar gibi
oldum, gözlerimi araladım. Etrafımda ne ağaç nede ırmak vardı, rüya değilmiş
diye düşündüm.
---Kendini nasıl
hissediyorsun?
---Başım çok ağrıyor, ne oldu
bana?
---Düşerken başını duvara
çarpmışsın.
Kendime gelmiş olup biteni
hatırlamaya başlamıştım.
---Ben düşmedim, tekme
attılar.
---İyide sen onların üzerine
gitmişsin.
Yattığım yerden yavaşça
doğrulurken bir memur bana yardım ediyordu.
---Bana bilmediğim sorular
sordular, çok bunalttılar, bilmediğim cevabı nasıl vereyim.
---Tamam, şimdi biraz dinlen
artık soruları ben soracağım, istediğin bir şey var mı?
---Bir su verin,
Su getirdiler, ben bu arada
saati sordum:
---Saat bir buçuk,
Dediler. Tahmini beş altı
saatten beri buradaydım. Zaman nasılda geçmiş, açlığım tekrar azmıştı.
---Çok açım yiyecek bulunur mu?
Sakin ruhlu görülen amir:
--- Elbet, şimdi sana yiyecek
bir şeyler getirsinler, yedikten sonra konuşuruz.
Gerçekten biraz sonra bir parça ekmek,
biraz peynir, birazda helva gelmişti. Suda vardı, oturup gelenleri yedim. Tam
doymamıştım ama olsun buda yeterliydi. Sonra Amirim dedikleri adamın sakin
tavırları bana güven vermiş, biraz rahatlamıştım. Tekrar düşünmeye başladım. Burada
ne arıyordum? Ustam neredeydi? Adı geçen pakette ne vardı? Bu soruların
cevabını hala bilmiyordum. Amire sorarım diye düşündüm. Ellerim de hala kelepçe
vardı ve bu durum beni biraz korkutuyordu. Çok zaman geçmeden iki memur gelerek
bana:
---Hadi bakalım Amir Bey
bekliyor.
Kalktık beraber yürümeye
başladık. Hangi katta olduğumu bilmiyordum. Birbirine benzeyen koridorlardan
geçerek bir kapının önünde durduk, kapıyı sonra içeri girdik. Dikkatle baktım, sorgulandığım
odaya gelmiştik. Korkum gene artmaya başlarken bir sandalyeye oturdum. Heyecanım
tekrar artmış, olacakları düşünüyordum. Amir beni dinleyecek, söylediklerime
inanacak mıydı? Bir müddet oturduğum yerde böylece düşünürken, kapı açıldı:
---Buyurun Amir Bey.
Dediler ancak dışarı
çıkmadılar, odada benden başka üç kişi vardı.
---Bak oğlum şimdi
soracağımız sorulara doğru cevap ver. Bizi yorma olur mu?
---Tamam, Ağabey sorun.
---Paketi kime
götürüyorsunuz?
---Hangi paketi abi,
---Oğlum bak karşında bir
ilçe amiri var, dalga geçme.
---Bizim memurlar arabanızdan
bir paket almadılar mı?
---Evet gördüm.
---Ha! İşte onu. Nereye
götürecektiniz?