BAYRAMLARI BAYRAM GİBİ YAŞAMAK

 

          Yine bir bayram geliyor. Çocukken iple çektiğimiz iki dini bayramdan biridir Ramazan bayramı… O zamanlar “Şeker Bayramı” derdik bol bol şeker yediğimiz için verilmişti bu ad sanırım. Diğeri ise “Kurban Bayramı” idi. Bol bol et yediğimiz, dört gün boyunca mangalın hep el altında bulundurulduğu bayram…

 

            Her bayramda mutlaka yeni giysilerimiz olurdu. Annem bayram öncesi çarşıya çıkardı, mağaza vitrinlerindeki çocuk kıyafetlerinin modellerini çizerdi ve eve gelince aynısını bizlere dikerdi. Füsun ablamla benim giysilerim genelde aynı renk, aynı model olurdu. Kız kardeşim Yasemin’in giysisi çoğu zaman farklıydı. Erkek kardeşim Metin’e de çok güzel pantolonlar, gömlekler, takımlar dikerdi anneciğim… Ayakkabı da alınırdı elbette… Arife günü kırmızı pabuçlarıma sarılıp uyurdum. Bayramları bu nedenle çok severdik. Bayramlık giysilerimizin içinde kendimizi pek mutlu hissederdik. Bazen arife günü bitmezdi giysilerimiz… Gece uyanırdım, bakardım ki annem dikiş makinasının başında…  Endişelenmeye başlardım. Ya yarına yetişmezse!

-Anne, bitmedi mi daha?

- Sabaha hazır olacak, söz veriyorum. Merak etme yavrum.

-Yardım edeyim mi anne?

- Olur. Madem istiyorsun elbiselerin ponponlarını yap sen de... Bak, şöyle yapacaksın kızım!

- Tamam anne…

 

        Her bayram öncesi hummalı bir temizlik başlardı. Evde süpürülmeyen silinmeyen tek köşe kalmazdı. Camlar büyük bir itinayla silinirdi, en ufacık leke bulunmazdı. Kapılar, pencereler elden geçerdi. Kırık bozuk boyasız ise onarılırdı. Halılar pırıl pırıl silinirdi. Hem evimizi hem mutfağımızı hem de kendimizi büyük bir heyecanla, sevinçle bayrama hazırlardık.

 

         Bayramda uzaktan gelen akrabalarımız da olurdu. Onlar için dolma, yaprak sarması, içli köfte, mantı, yüksük çorbası, analı kızlı çorbası gibi ağır tabir edilen yöresel yemeklerimizden hazırlanırdı. Hoşaflar, kompostolar da olmazsa olmazlardandı. Tatlısız, çöreksiz bayram düşünülmezdi. Tepsi tepsi börekler, tatlılar hazırlanır, pişirilmek üzere mahallemizdeki “Hoşgör” fırınına yollanırdı. Bayram sabahları evin erkeği fırına gider, pişecek pideler için evden yumurta götürürdü. Fırıncıda onların ekmeklerinin üzerine yumurta sürer, çörekotu ile susam serperdi. O zamanlar susam yerine “küncü” denirdi. Ekmeğe de küncülü ekmek…   Sıcacık küncülü - yumurtalı ekmek de kahvaltı soframızda yerini alırdı.

 

      Bazen de hanımlar fırından ekmek hamuru alarak lokma tatlısı dökerlerdi. Ona lokma dökmek denirdi. Hamuru sulandırıp kızgın yağda kaşık kaşık kızartırlardı. Sonradan bir naylon torbaya koydukları hamuru torbanın bir köşesini bir iki santim keserek oradan kızgın yağa birer lokmalık atarak kızartmaya başladılar. Şiresi önceden kaynamış, soğutulmuş olurdu. Kızaran lokmalar bu önceden hazırlanan şerbete yatırılırdı. Şerbete “şire” denirdi o zamanlar. Genel olarak çarşıdan taş kadayıfı ve tel kadayıfı çiğ olarak alınıp evde pişirilirdi. Rahmetli annem en çok kadayıf yapardı. Bol cevizli, hafif tarçınlı kadayıfın tadına doyulmazdı. Taş kadayıf yapmayı daha o yıllarda annemi izlerken öğrenmiştim. Yuvarlak özel olarak hazırlanmış kiloyla satılan taş kadayıf hamurlarının içine dövülmüş ceviz, şeker, tarçın karışımı konularak D biçiminde kenarlarına bastırılarak kapatılırdı. Kızgın yağda kızartılır, ılık şireye konularak şerbeti çekmesi sağlanırdı. “Tatlı da iki malzeme de sıcak olmaz. Biri sıcaksa diğeri soğuk olur. Ya şerbeti sıcak, tatlısı soğuk olacak ya da tatlısı sıcak şerbeti soğuk olacak. Yoksa hamur olur.” derdi annem…

 

           Bir gün önceden yani arife günü evdeki bütün işler biterdi. Akşamdan banyomuzu yaptırırdı annem… Ertesi sabah erkenden tertemiz giysilerimizle el öperdik. Komşu gezmelerinden sonra akraba ziyaretlerimiz başlardı.  Bayramları sevmemizin ilk nedeni bayramlık giysilerimizdi, ikinci nedeni de bol bol şeker ve tatlı yemekti. Komşularımızı ziyaret ederdik, onlar da giysilerimizin çok yakıştığını söylerlerdi. Bizler de bu iltifatları duydukça çok gururlanırdık. Eskiden komşularımız bol bol şeker, çikolata ikram ederlerdi. Annem birer şeker alın diye sıkı sıkı tembihlediği için birer şeker alıp teşekkür ederdik. Ev sahibi ısrar ederse ikinci şekerleri de sevinçle alırdık. Bazen harçlık da verirlerdi ama kâğıt para değil, madeni para olurdu hep… Almadan önce annemizin gözüne bakardık. Gözüyle onaylarsa alırdık, yoksa reddederdik.

 

         Şehirde bayram yeri kurulurdu. Konu komşu “Bayram Yeri” denilen şimdiki lunapark benzeri bir yere giderdik. Çok eğlenirdik. Ben en çok kayık salıncağına bayılırdım. Dönen iskemleye ise ömrüm boyunca binmedik. Anneannemin karşı komşusu Sıdıka Nine’nin oğlu Kadir Amca, çocukluğunda o salıncağa binmiş ve salıncağın zinciri kopmuş. Bu nedenle beli kırılmış, felç olmuş. Yürüyemezdi, tekerlekli sandalyesi vardı. Sakız satarak geçimini sağlardı. Biz de arada sırada ondan sakız, şekerleme alırdık. Annem tembihlerdi. “Mahalledeki iki bakkaldan da alış veriş yapın. Sakızlarınızı da tekerlekli sandalyesinde satış yapan Kadir’den de alın. Hepsi komşumuz… Birinden alıp diğerini küstürmek olmaz.”

 

         Bayramın bendeki çağrışımı budur. Her bayram çocukluğumun bayramlarını buruk bir özlemle hatırlarım. Annem, babam aklıma düştükçe yüreğimden bir parça kopar adeta…  Ölen yakınlarımı rahmetle anarım. Şimdilerde bayramı tatile değişenleri gördükçe içim eziliyor. Tatil tatil gibi, bayram bayram gibi yaşanmalı diye düşünüyorum.  Unutmayalım ki akrabalık, komşuluk ve aile bağlarımız bayramlarla güçlenir. Hepinize iyi bayramlar diliyorum.

 

 

HARİKA UFUK
ADANA
4 TEMMUZ 2015
SAAT:19.25

( Bayramları Bayram Gibi Yaşamak başlıklı yazı harikaufuk tarafından 18.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.