Allah(c.c) Kura’anda pek çok ayette aklı ön plana çıkarmıştır. Yaratılmış Mahlukatın içinde akıl sadece insanda vardır ve akıl sayesinde anatomik yapı olarak benzediği hayvanlar aleminden ayrı bir konumda yer almaktadır.

İnsanlığın tarih sahnesinde yerini almaya başladığı zamandan bu yana ilim alanında Dünya üzerinde sürekli bir gelişme göstermiş olan insan, ilmin yanı sıra sürekli olarak dinlerle iç içe olmaya başlamıştır. Aklı ile kendini yaratan yüce varlığı arama ve onu keşfetme yolunda büyük çabalar harcamıştır. İlahi olmayan dinlerde pek çok Tanrı kavramı varken, İlahi dinlerde Allah kavramı ortaya çıkmış ve günümüze kadar az çok farklılıklarla insanlığı etkisi altına almıştır.

Akıl insan için belkide en kutsal bir olgudur. Şöyle ki: Bedensel bir rahatsızlığı olan insanın aklı yerinde oldukça toplumdan dışlanma gibi bir korkusu yoktur. Kimi insanlarca bedensel engeli eleştiri konusu olsa da, aklı ile bu tür itici eleştirileri yok etmeyi başarır ve toplum hayatında yerini alır. Aklı noksan, az veya yeterli olmayan zihinsel engelli insanların toplumdaki yeri oldukça azdır ve bu durumda olan insanlar, daima başkalarının koruma ve yardımına muhtaçtırlar.

Yukarıda ki paragrafta sözünü ettiğim konu akıl ve bedensel noksanlığın bir karşılaştırması şeklindeydi. Peki, aklı yerinde olup ta aklını yeterince kullanamayan veya başka bir takım insanların, din sömürücülerinin, art niyetlilerin çıkarlarına hizmet edenleri farklı bir biçimde değerlendirmek gerekir. Asırlardır Din baskısı altında kalarak dini söylemlerle hipnotize edilen insanlar, (Rahiplerin, Firavunların, Şeyhlerin, Sultanların, Papazların) başkalarının emrine uyarak onların aklı ve istekleri ile hareket edenlerin varlığı her daim olmuştur, hala olmaktadır.

Bu gün İslam Dünyasında meydana gelen çatışmalar, ölümler, işkence ve zulümler, İnsanları kendi istedikleri doğrultuda yönlendiren,  akıllarına ipotek koyan, dini söylem ve dogmalarla insanların duygularını sömüren, Krallar, sultanlar, Totaliter Liderler, Şeyler, İmamlar v.s  tarafından yönlendirilmekte, mazlum ve korumasız insanlar kan ve ateş çemberi içerisinde yok olmaktadır.

Kur’anda geçen akıl ve aklı kullanma İslam dünyasında yok gibidir veya çok azdır. İnsanlar aldıkları bağnaz dini eğitim, yanlış eğitim veya cahil bırakılmanın etkisi ile, başkalarının akıllarına, düşüncelerine, yönlendirmelerine uymakta, kendilerini Yaratan Yüce Tanrı’nın emir ve yasaklarını çiğnemekte hatta bu konuları sorgulamaktan korkup kaçmakta. Bu durumda o toplumları oluşturan insanlara bir sormak gerek: İnandığınız Din aklı ön planda tutarken, sizler neden aklı kullanmayı unutuyor, bir başkalarının emir ve isteklerini sorgulamıyorsunuz? Size söylenen her sözü Aklınızla neden muhasebe etmiyor, tereddütsüz itaat ediyorsunuz. Aynı itaati acaba inandığınız Kur’anın yasaklarına uyarak gösterebiliyor musunuz? Yoksa içinde bulunduğunuz kültür yapısına göre size anlatılan Din, size daha hoş mu geliyor? Okumaktan, araştırmaktan neden kaçıyorsunuz? Kan ve göz yaşı içindeki toplumların içine düştükleri bu yaşanılmaz acılar, bu topluluklarda yaşayan insanların öncelikle kendi akıllarını yeterince kulanmamalarının sonuçları değil midir?

Batı tolumları beş yüz yıl önce yaşadıkları ve uzun yıllar boyu büyük acılara neden olan Din savaşlarından büyük dersler çıkarıp, aklı ve ilmi ön planda tutarak huzur ve barış içinde bir arada yaşama mücadelesini toplum hayatında kullanmaya başlamışlardır. Bu insanlar aklı kullanarak insan olma değerlerini, insan haklarını, kanunlara uymayı ön planda tutup, bireysel ve toplumsal yaşamını en güzel şekilde şekillendirmek için büyük gayret sarf etmektedirler. İşte İslam Dünyasının kitabı Kur’anda geçen AKIL, bu toplumlarda böylesine güzel bir şekilde kullanıldığı için, bu toplumlar medeniyet ve huzur içinde yaşama imkanına kavuşmuşlardır.

Müslümanlar arasında ortaya çıkan bu şiddet ve ayrılık sarmalı: Kur’an dan değil, Kur’anı yorumlayan toplum veya din önderlerinin muhtelif nedenlerle, özellikle kendi düşünce sistemine veya çıkarlarına uygun olarak topluma dikte ettirmeleri ile ortaya çıkmaktadır. Bu farklılıklar günümüzde görüldüğü gibi zenginlik değil, şiddeti doğuracak şekilde ortaya konulmaktadır. Tek harfi değişmeyen Kur’anın tefsiri ve yorumu, Mısır’da farklı, Suudi Arabistan’da farklı, İran’da ve pek çok ülkede farklılık göstermektedir. Din adamları, hatta Siyasetçiler tarafından farklı yorumlanan Din, sonuçta kin ve nefret dolu ayrılıkların ortaya çıkmasına, her gün yüzlerce insanın yok olmasına neden olmaktadır.( Örneğin Bayram gününde Müslümanlara ait Camii bombalayan insan da bir Müslüman ise, farklılıkların hangi boyutlara taşındığı açısından gelinen noktayı düşünmek kaçınılmazdır.) Hatta farklılıkları ortaya koyan bu durum aynı ülkede farklı kültür seviyesindeki guruplar arasında bile farklılıklara neden olabilmektedir. Ülkemizden bir örnek verecek olursak, İstanbul’da her Cuma günü kadınlar tarafından kadınlara yönelik Cuma vaazlarında anlatılan Din ile, kültür seviyesi yüksek İlahiyatçıların ve farklı meslek sahiplerinin olduğu bir toplulukta daha farklı yorumlanmaktadır. Kısaca kültür seviyesine göre şekillenen bir değil, birkaç Din ortaya çıkmaktadır.

Aklını Kur’an ilmine değilde, önder olarak gördüğü insanların Dini yaklaşımlarına ipotek veren akılların muhasebe yapma, sorgulama, düşünme ve yargılama becerileri maalesef yok olmaktadır. Sonucunda, farklılıklar, zenginlik yerine düşmanlığa, barbarlığa, şiddete dönüşmektedir. Kur’anda haksız yere ve mecburi durumlar dışında(mesela savaş)insan öldürmek suçken, Din adına masum insanları öldürenler olduğu gibi, bu canilere selam duran dindarlar da bulunmaktadır. Bu durumda Kur’an ve Akıl dolu ilmi hasır altı edilmiş, birilerinin Din diye ortaya koyduğu düşünceler dinin yerini almıştır.

Meydana gelen bu kaos ortamına Emperyal Ülkelerin olumsuz katkılarının olduğu göz ardı edilemez. Ortaçağ Avrupasında uzun yıllar süren Din savaşlarında birbirleri ile savaşan Ülke veya mezheplerin ardında bu günkü gibi dış müdahale yoktu. Günümüzde Sömürgeci Devletlerin sömürdükleri Ülkelerde birlik ve düzenin bozularak o ülkeyi uzun yıllar istedikleri şekilde sömürebilmeleri için her türlü ayrılık ve farklıkları körükledikleri aşikardır. Günümüzde pek çok İngiliz Lawrens’ler vardır ve çoğu çeşitli kuruluşlar adı altında gelişmemiş ülkelerde faaliyetlerini yürütmektedirler.

Bütün bunlara rağmen medeniyetin ve teknolojinin bu derece geliştiği bu çağda, bu oyunlara alet olmak, önüne gelen ve Din adamıyım diyenlerin sözlerine kolayca aldanmak aklın ve mantığın alabileceği bir şey değildir. Bireyin araştırma, okuma, gerçekleri görebilme kabiliyeti vardır ve bu kabiliyetini kullanmak zorundadır. Yeter ki aklına bir başka aklı ipotek koydurmasın. Aksi halde yıllar yılı düşman olarak gördüğü, kafir diye eleştirdiği Avrupa’ya ölümüne kaçış, çok uzun yıllar sürmeye devam edecektir.

Müslüman şunu çok iyi bilmelidir; Kaçtığı Avrupa’da Akıl, her şeyin önündedir, hatta Dinlerin bile. Aklı olmayanın Dini olabilir mi?

 

Mehmet Macit

 25.09.2015

İzmir/Dikili

( Din Ve Akıl başlıklı yazı mucit55macit tarafından 27.09.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.