Ömer Bey, haberlerde eğitimden bahsedildiğini duyunca, elindeki gazeteyi bırakarak dikkat kesildi. Spiker İstanbul’dan, öğrencilerden söz ediyordu. 

Elindeki kumandayla TV nin sesini biraz daha açtı merakla, dinlemeye başladı: Sayın seyirciler İstanbul’un Eyüp İlçesi, Ağaçlı Köyü İlkokulu’nda dört sınıf bir arada 17 öğrenci bir öğretmen tarafından okutulmaktadır. Öğrenciler ve velilerle konuşan arkadaşımız…”

Ömer Bey,  konuşmanın sonu gelmeden dalıp gitmişti. İster istemez yıllar öncesini hatırladı. On beş yıl sınıf öğretmenliği yapmış, benzer okullarda çalışmıştı. O yıllarda beş sınıf bir arada okutulmaktaydı. Köylerde elektrik, yol telefon, su vb. imkânlar yoktu. Şartlar daha ağırdı.

Gaz lambasında plan yaptığı, kitap okuduğu günleri hatırladı. Muhammet Ali’nin boks maçını izleyebilmek için köyün delikanlıları ile minibüs tutarak sabahın üçünde kasabaya gitmişlerdi.

Başını sallayarak; “ne günlerdi” diye iç geçirdi. Ömer Bey,  1972 yılında sınıf öğretmeni olarak küçük bir köyde göreve başlamıştı. Evet, uzun yıllar geçmişti aradan. Yıl 2014 olmasına rağmen hala birleştirilmiş sınıflı, bir öğretmenli köy okulları vardı. Üstelik de İstanbul’da.

“Yüz yıl da geçse bazı gerçekler göz ardı edilemiyor maalesef” dedi. Bazı gerçeklerin gelişmişlikle ilgisi yoktu sahiden de. Köyler küçülmüş, öğrenci azalmıştı göç nedeniyle. Bazı köylerin öğrencilerini merkez okullara taşımak meşakkatli ve zordu. Bu yüzden mahallinde çözülmesi gerekiyordu sorunların.

Ömer Bey okumaya sevdalı biriydi. Öğretmen Okulu beşinci sınıftayken “yüksek öğretmen okuluna seçilmiş”, yol parası bulamadığı için gidememişti. Okuldan birincilikle mezun olmuştu. Bilgi birikimini ve yüreğindeki sevgisini mesleğine taşımıştı. Başarılı bir öğretmen olmasına rağmen, içindeki okuma ateşini söndürememişti bir türlü.

Köye teftişe gelen bir müfettiş beyin  mutlaka okumalısın” tembihinden sonra, daha bir heyecanlanmıştı okuyabilmek adına.

 1984 yılında kendi imkânları ile hazırlanarak girdiği iki basamaklı üniversite sınavlarını kazanarak; “Gazi Eğitim Pedagoji Bölümü” ne kayıt yaptırdı. Devam zorunluluğu olduğundan Ankara’ya tayin istedi. Öğrenim özründen dolayı Şereflikoçhisar’ın bir kasabasına atadılar.

Adeta “okuma” dercesine yapılan bu tayin yüzünden, fakülteye devamda çekmediği sıkıntı, yaşamadığı üzüntü kalmadı.

Evli ve iki çocuğu vardı. Gerek maaşın yetmemesi, gerekse izin alamama, zaman bulama vb. sebeplerden ötürü oldukça hırpalandı. Neticede Pedagojiyi 1989 yılında öğretmenliğine devam ederek bin bir zorlukla bitirdi.

Tabiri caizse feleğin çemberinden geçmiş, çekmediği sıkıntı, tatmadığı acı kalmamıştı. Bu yüzden, kendi gibi olanların yaşadıkları üzüntü, yüreğinde onulmaz yara bırakmıştı.

1990 yılında müfettiş olarak atandı. O yıllarda çalıştığı ilin merkezine 45 km. uzaklıkta, bir öğretmenli köy okuluna teftişe gitmişlerdi grupça.

Kendisi stajyer olduğu için, kıdemli ve deneyimli müfettişlerin yanında, teftiş çalışmalarını izleyerek, tecrübe kazanmaya çalışıyordu doğal olarak.

Köyün öğretmeni Aynur adında bir bayandı. Beş sınıfı tek başına bir derslikte okutuyordu. Okul açılalı üç ay olmuştu. Fakat derslikte araç gereç olarak hiçbir şey asılı değildi nedense. Anormal bir durum seziliyordu. Bunun makul bir nedeni olmalıydı.

Müfettişler, durum tespitinden sonra, daracık müdür odasında kendi aralarında mini bir toplantı yaptılar. Grup üyeleri; “öğretmenin, işini savsakladığını, bunun hesabının sorulması gerektiğini” ifade ettiler.

İçlerinde öğretmenliğe daha yakın olan Ömer Beydi. Çünkü birkaç ay evveline kadar, hala öğretmendi. Ömer bey, empati yaparak öğretmenlik yıllarını hatırladı.

Aynı zor şartlarda O’da çalışmıştı. Çok sıkıntılar çekmiş, üzülmüştü. Bir bayan öğretmenin tek başına böylesine uzak bir köyde çalışması, daha da zor olmalıydı.

Ömer Bey, genç olmasına rağmen, grup üyelerinden özür dileyerek, müsaade ederlerse, “soruşturma açmadan önce” öğretmenle konuşmak istediğini ifade etti.

 O’nun bu çıkışını, acemiliğine ya da her şeye atlayan cinsten biri olduğuna yorsalar da aldırmadı. Çünkü hala öğretmen formatındaydı.

Yıllar önce kendisini rahatsız eden, “yersiz çıkışlarla”, bu değerli ve hassas yüreğin her türlü zorluklara katlanmasına rağmen, üzülmesini, mutsuz olmasını istemiyordu doğrusu.

Yerinden kalkarak dersliğe yöneldi. Kapıyı çalarak müsaade isteyip, “gel” sesinden sonra dersliğe girdi. Öğretmen başıyla hafif bir saygı işareti yaparak “hoş geldiniz efendim” dedi.

Ömer Bey, öğretmene oturması için ricada bulunup, kendisi de ikinci tahta sandalyeye oturdu. Tebessüm ederek hal hatırdan sonra, “bir probleminin olup olmadığını” sordu.

Aynur öğretmen birden değişti, hüzünlendi. Gözleri nemlenmişti. Bir iki kez yutkundu, sonra da anlatmaya hazırlandı.

Tavırlarından, konuşmaya derslikte devam etmesinin, öğrenciler açısından hoş olmayacağı belliydi.

Ömer Bey durumu kurtarmaya çalıştı: “Öğretmenim isterseniz müdür odasına geçelim arkadaşlar da dinlesinler anlatacaklarınızı, bir daha tekrar etmemiş olursunuz” dedi.

 Bu öneriye sevinmişti Aynur öğretmen, “bence de efendim” demesi üzerine, “buyurun lütfen” diyerek kapıyı gösterdi.

 Müdür odasına girdiklerinde, müfettiş beyler “nahoş” bir durum olduğunu anlamışlardı. Hepsi birden ayağa kalktılar.

Ömer Bey kendilerine sakin bir üslupla: “Öğretmenimizin anlatacakları var bizlere, birlikte dinleyelim diye buraya davet ettim” dedi.

Bunun üzerine Aynur öğretmen, gösterilen sandalyeye oturarak, bir an soluklandı. Yüzü solmuş, bedeni çökmüştü. Üzgün, morali bozuk, oldukça hüzünlü bir ses tonuyla anlatmaya başladı:

 “Efendim dersliğe niçin araç-gereç, levha asmadığımı merak ediyorsunuz sanırım. Çünkü şimdiye kadar asılması gerektiğini ben de biliyorum.”

“Ancak bütün uğraşmalarıma rağmen, duvarlara çivi çakamadım, keseri çiviye vurmaya çalışırken, parmağımı ezdim, kan doldu.”

“ Eşim Şırnak’ ta er öğretmen, her gece penceremi taşlıyorlar. Lojmanın penceresine demir parmaklık yaptırması için muhtardan yardım istedim, aldırmadı.”

“ Korkuyorum, huzursuz ve mutsuzum.”   Keşke önce halimi hatırımı bir sorsaydınız. Aylardır uykusuzum, sizlerin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum” dedi.


Ortalık birden sessizleşmişti. Herkes duygulanmış ve üzülmüştü. Gruptaki müfettiş beyler, kısa zamanda sorunlarını çözeceklerini söylediler, teselli etmeye çalıştılar.

Teftişin seyri değişmişti doğal olarak, Aynur öğretmenin moralini düzeltmek için çaba sarf ediyorlardı artık.

Tabi her gün ki gibi, yine zaman geçmiş, dönüş vakti gelmişti. Müfettiş beyler çantalarına evraklarını yerleştirirken karışık duygular içindeydiler.Yorulsalar da, neticede akşam sıcacık evlerinde, eşlerinin, çocuklarının yanında olacaklardı doğal olarak.

Belli ki bu olay, üzüntülerini daha da artırmıştı ayrılırken. Grup üyelerinin taksiye bindiklerinde, tebessümle Ömer Beye “teşekkür” etmeleri, en büyük teselli olmuştu. Sanırım, Ömer Beyin hakkındaki menfi düşünceleri de böylelikle değişmişti.

Ömer Bey yolda; “ bu günü hiç unutma, bundan sonra hep rehberin olsun” diyerek tembihte bulundu kendine.  Yıllarca seminerlerinde, toplantılarında bu anısını “alınması gereken ders” olarak anlattı. Yöneticilerin dikkatlerini çekti.


İşte Ömer Bey şu anda evinde bunları düşünmüştü haberleri izlerken. Fakat duygulanmış ve yüreği hassaslaşmıştı. Gayri ihtiyari:

 “Bizler sıcacık çayımızı yudumlayarak TV izlerken, gazete okurken, o sevgi insanları, değerli öğretmenlerimiz hala tek başlarına, çeşitli imkânsızlıklar içinde, bazen aç susuz, TV, radyo, cep telefonunun çekmediği, ücra yerlerde görev yapmaktalar.”

“Bu yüce insanların karşısında saygıyla eğiliyor, kendilerine binlerce kez teşekkür ediyorum.” diye söylendi. İster istemez konu bir şiirin dizelerini hatırlatmıştı, duyguyla okudu mırıldanarak :

“Orda bir köy var uzakta,

O köy bizim köyümüzdür.

Gitmesek de görmesek de…”

Sonra da;“ gönüllerimize öğretmenlik sevgisinin tohumlarını eken ve gözden ırak beldelere yüreklerimizi taşıyan şaire de şükranlarımı sunuyorum.” sözlerini, karşısında birisi varmış gibi yüksek perdeden telaffuz etti.

Halının üzerinde oyuncakları ile oynayan torunu Begüm, Ömer Beye dönerek; “dede kiminle konuşuyorsun böyle” diye çıkıştı.

“Kendimle” dedi tebessüm ederek Ömer Bey.

 “Dede insan kendisiyle niçin konuşur? ”Dedi Begüm.

Ömer bey,  “bunu nasıl anlatmalı” diye düşünürken. Begüm atıldı; “dedeciğim canım sıkılmaya başladı, benimle oynar mısın?” diye serzenişte bulundu.

Ömer Bey, “benim de” diyerek tebessümle torununu yanına oturdu.




( Orda Bir Köy Var Uzakta başlıklı yazı KARAM-41 tarafından 8.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.