.
..
...
‘Ölümün de hayırlısı olsun’ derler. Dünyada o kadar ilginç ölümler var ki duyduğunda insan
şaşırıp kalıyor.
İşte o ilginç dediğimiz ölümlerden birisi de geçen günlerde cami çatısında biriken kar kütleleri
bir anda caddede yürüyen kalabalığın üzerine düşüşü ve bunun ardından orada yaralanıp
hastaneye kaldırılan yeni evli çiftin ölmesiydi.
Beddualar gerçekleşseydi şimdiye kadar kimse hayatta kalmazdı şu kocaman dünyamızda.
Ama hayattayken inanmasaydılar bile, zavallı Merve ile Mert başlarına gelen o kaza sonucu
ardından öte yanda artık bedduaların gerçekleşmelerine inanmışlardı. Berzah aleminde her
oturup durduklarında ölüm nedenlerinin birilerinin “Başınıza kaçak saray kadar kar düşsün”
bedduasından olduğunu düşünüyorlardı.
Ne kadar kafa
yorsalar yine bunun kimin yaptığına dair hiç bir fikirleri yoktu.
“Evlenmemiz kimi rahatsız etmişti ki? Birbirimizi sevip kendi yuvamızı kurmuştuk. Yok
kardeşim aleviyle evlenilmez. Kime ne lan?
Evlendik
işte. Böyle mi olacak bizim cezamız? Hem de cami çatısından düşen karla.”
İşte bu sinir bozucu soruların cevabını bir türlü bulamıyorlardı o iki yeni ölen zavallı genç.
Üstelik ruhlarda cinsiyeti olmadığından dolayı hiç bir cinsel ilişkiye de giremiyorlardı
maalesef.
Bu nedenlerle Mert ve Merve berzah’ta yasak olmasına rağmen ruh geri dönme seansları
düzenlemişlerdi. Merve’nin rüyasına gelen ak sakallı dedenin dediğine göre insanlar alemine
dönmek için yedi gece ruh geri dönme seansı yapmak
zorundaydılar.
“Unutmayın, burada olduğunuz süreç içinde sadece bir kere bu işi yapabilirsiniz.” diye onu
uyarmıştı ak sakallı dede.
Geri dönüp hala doğru düzgün başlamadıkları evlilik hayatını sürdürürken ölümlerine yol açan
bedduanın kimden geldiğini de öğrenip intikamlarını alacaklardı.
Daha önce yaptıkları gibi o gece yedinci ve son gece olarak işe başladılar. Artık insanlar
dünyasına dönmek yolunun son adımlarını atacaklardı. Her gece yaptıkları gibi önce ışıkları
kapattılar. Işık dediğimiz elektrik falan değildi. Berzah aleminde sürekli yapılan elektrik
zammından dolayı ruhların çoğu faturalarını ödeyememişti ve çoğu evin elektriği kesilmişti.
Bu yüzden
Mert’le Merve de diğer ruhlar gibi hep mum yakıyorlardı.
Neyse.. odadaki yanan mumu söndürüp işe koyuldular. İki diz üzerine oturdular. Sonra üç defa
“Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm” dediler ve ardın da yedi kez “Lâ havle velâ kuvvete illâ
billâhil
aliyyil azîm” söylediler.
Tam da gereken duaların geri kalanını söyleyeceklerdi ki birden evin giriş kapısına ve
pencerelere vurulan tekmelerden bütün bina titremeye başladı. İki genç korku içinde
birbirlerine sarıldılar. Önce deprem olduğunu sanıp rahat bir nefes aldılar. Nasıl olsa da onlar
ölüler ve ölüm korkusu diye onlar için anlamı yoktu. Ama bir an karanlık odalarını aydınlatan
el fenerleri ve etraflarını
saran berzah polis memurlarını görünce hapı yuttular.
İki genç elleri arkadan kelepçeli “Berzah Genel Emniyet Müdürlüğü”ne götürüldüler. Ağır suç
işleyen kişilerle Emniyet Müdürü direk kendisi ilgileniyordu. Bu yüzden polisler o ikisini
müdürün odasına götürdüler.
Onları götüren iki polis memurunun odaya girdikleri an “hay Hitler” söylemelerinden şaşırıp
kaldılar. Birde karşısında durdukları kişini üst dudağının üzerinde kare bıyığını görüp onun
Hitler olduğunu anlayınca az kalsın bayılıyorlardı. Ama yanlarındaki polislerin çimdikleri hem
kendilerine gelmelerini sağladı hem de herkes gibi onların da “Hay Hitler” demelerinin
gerektiğini anlattı.
İkisi de
birden “Hay Hitler” diye bağırdılar.
Emniyet Müdürü olan Hitler bey, polislerin verdiği raporları dinledi “Siz öbürü dünyada evli
miydiniz” diye onları sorgulamaya başladı. Evet cevbı duyunca “Peki dininiz nedir? Diye
sordu. “Efendim, müslümanız. Ben sünni, eşim ise alevidir.”
diye yanıt verdi Mert.
“Huuum, aleviyle sünni.. bir de burada da işlediğiniz ağır suç.” diye Kendi kendine mırıldandı
emniyet müdürü. Sonra o ikisine doğru “Anlamıyorum neden bu lanet olası berzah’ta ölüm
diye bir şey yoktur. Yoksa siz ikinizi hemen gaz odasına
sokardım.” diye bağırdı.
“Aptal herifler, buradan kaçmak kolay olsaydı ben çoktan geri dönmenin yolunu bulurdum”
sözlerle konuşmasını sürdürdü.
“Her iki dünyada da işlediğiniz suçlar hep dini konular üzerindeler. Bu yüzden cezanıza
gelecek olursak Diyanet Bakanlığı buna karar vermelidir” diye konuşmasına devam edip sonra
hemen masasının arkasından ayağa kalktı. “Hadi yürüyün gidelim
Diyanet Bakanlığı’na” dedi.
Polis arabasının içinde Berzah Diyanet Bakanlığı’na giderken Mert, Merve’nin ellerini kendi
ellerinin içinde tutup korkudan titremekte olan eşini sakinleştirmeye çalışıyordu. İkisi de o an
“Keşke bir daha ölseydik de berzahın bu uzun gecesinden bir an kurtulsaydık.” diye
düşünüyorlardı. Öte yandan da karşı koltukta oturan Emniyet Müdürü Hitler’in garip
bakışlarından tuhaf bir şeyler
düşündüğünü sezmişlerdi.
Hitler diyanet bakanının önünde sağ elini kaldırıp “Hay sayın Muhammed Emin el-Hüseyni”
diye saygısını gösterdi. Bakan da aynı onun yaptığı gibi sağ elini
kaldırıp “Hay Hitler” dedi.
Merve ile Mert olup bitenleri anlamıyorlardı. Nasıl olurda berzah aleminin emniyet müdürü
Hitler ve diyanet bakanı da Kudus’un baş müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni olduğunu bir
türlü çıkaramıyorlardı.
O ikisi şaşkınlık içinde bunları düşünürken Hitler’le Muhammed Emin el-Hüseyni de
birbirlerinin kulaklarına konuşup fısıldıyorlardı. Ne konuştukları belli değildi ama o iki tutuklu
gence doğru yönelen ilginç bakışlarından bir şeylerin
peşinde oldukları apaçıktı.
“Demek öte
yana geri dönmek istiyorsunuz. Öğle mi?” diye bakan konuştu.
Merve ve
Mert kendilerini iki katil gibi hissedip kafaların aşağı indirdiler.
“Hadi
gösterin bakalım nasıl yapacaktınız bu işi.” diye devam etti.
Merve,
Mert’e doğru baktı, Mert de Merve’ye.
“Evet, ne
durmuşsunuz. Başlayın bakalım.” diye bakan tekrardan isteğini söyledi.
“Yapmayalım
Mert. İçimde kötü bir his var.” diye Merve tedirgin bir sesle konuştu.
“Korkma canım. Bu gece yedinci gece değil mi? Hemen yapıp gideriz bu kahrolası yerden.
Üstelik yapmaktan başka seçeneğimiz de var mı?” Mert dedi.
Neyse ikisi de diz üzerinde oturdular ve ruh geri dönmenin son gece seansını Berzah emniyet
müdürü Hitler’in ve berzah diyanet bakanı Muhammed Emin el-Hüseyni’nin önünde yapmaya
başladılar. Birer birer duaları ve ayetleri söylediler. Merve’nin rüyasındaki ak sakallı dedenin
bütün söylediklerini uyguladılar ve sonunda ..
Sonunda tam önlerinde göz kamaştıran bir ışık göründü. Işık gittikçe büyüdü ve onun
ortasından beyaz bir kapı açıldı. Gördüklerine inanamıyorlardı. Sevinçten ne yapacaklarını
bilemiyorlardı. “ Ne bekliyoruz. Hadi kapıya doğru koş, koş.”
Diye Mert eşine seslendi.
Ama ne yazık ki o ikisi diz üzerinde oturduğu yerden kalkana kadar Hitler ve Muhammed
Emin el-Hüseyni çoktan kapıya doğru fırlayıp berzahtan kaçmışlardı. Onlar gittikten sonra da
kapı kapandı ve ışıkların hepsi kayboldu.
Merve
gözyaşlarını tutamıyordu.
“Şerefsizler, bizi kandırdılar” diye Mert Diyanet Bakanlığının boş makamının önünde bağırıp
duruyordu.
Kadın doğum hastanesinde hamile bir kadın tuhaf ikizler doğuyordu. Doktorlar ve hemşireler
yeni bebekleri ve onları doğan annenin yatağının etrafında çember
oluşturmuşlardı.
İkizlerin ikisi de anne karnından çıkarken normal bebekler gibi ağlamıyor tersine yetişkin
kişiler gibi yüksek sesle kahkaha edip gülüyorlardı.
İkizlerden
üst dudağının üzerinde kare şeklinde bıyığı olanı birden...
“Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Beni başkan yaptı ve benimle beraber başkanlık sistemini
sizler için gönderdi.” diye
konuştu.
Bu sahneye şahit olan doktorların ve hemşirelerin çoğu olduğu yerde bayıldı. Geri kalanlar ise
odadan hemen dışarı kaçtı.
Konuşan
bebek “Ne oldu kardeşim Muhammed Emin el-Hüseyni?” diye diğer ikizden sordu.
“Kardeşim Hitelr, belli ki insanlar senin vaat verdiğin sistemin sevincini kaldıramadılar.
Yoksa tarihte daha önce de beşikte konuşan bebek olmuştu.”
Muhammed
Ahmedizade