Kocamın affedersin yeşil gözüne kandım Hâkim Bey.
Yeşil böyle çayır çimen ormandır ya hani;
Ruhum kanatlanıp uçacak sandım.
Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım.
Çocuk da değildim artık ya işte insanın gönlü kaymayıversin.
Evlendim…
Yirmi sekiz gün sürdü o yeşil gözlerin derinliği,
Yirmi dokuzuncu gün yediğim yumrukla al oldu elmacık
kemiklerim,
Sonrasında öğrendiğim;
Morluklar iyileşirken yeşile dönüyor insan derisinin rengi...
Bitmedi Hâkim Bey.
Bir yumrukla bitmedi…
Ne iş yaptığını bilmiyordum,
Dükkânı vardı esnaf sanıyordum.
Milleti haraca bağladığından,
Tefecilikten kazandığı ile benim çorba kaynattığımdan
Haberim yoktu!
Her öğrendiğim yeni bir iz oldu bedenimde.
Allar mora, morlar yeşile dönüştü.
Elimden geleni yaptım.
Mahkemede ben değil, o sanık olsun istedim…
Her bir fiskeden sonra karakolda aldım soluğu.
İnsanım sandım devlet nezdinde.
Devletin verdiği nikâh cüzdanı benim yaralarımdan daha geçer
akçe çıktı.
Her seferinde benzer tavsiyeler ile yollandım karakoldan.
Onun erkeklik onurunun limiti yoktu.
Fasulye kılçıklıysa onuruna mı dokunuyordu?
Çocuk yaramazlık yaparsa gururu mu zedeleniyordu?
Halı bizim namusumuz muydu da leke olunca beynimde
patlıyordu?
Ellerime bakın Hâkim Bey,
Çamaşır suyu ile çatlamıştır,
Bir de ciğerimi görebilseydiniz keşke,
Kederden
Ve soluduğum deterjanlardan çoktan solmuştur…
İhbarlarım kâfi gelmedi.
Savcıya söyler sandığım polis
Gitti
Durumu koca dediğim adama anlattı.
O gün,
“Çocuğu odasına götür!” dedi
Ahlakı da bu kadar işte,
Anasız kalsın çocuk,
Ama anasını da ölü gözleri tavana bakarken hatırlamasın
istedi
Herhalde.
Aklımdan o kadar çok şey o kadar kısa sürede geçti ki Hâkim
Bey,
İnanın sandığınızdan daha akıllıyım sanırım.
Uzattım biraz kızımı odaya götürüp yatırma faslını.
Hatta sonra bir de “dur çamaşırları asayım” dedim.
Ama bu kadardı yeminle Hâkim Bey.
Tüm planım azıcık daha hayatta kalabilmekti.
Bir kaç dakika daha…
Yüzümde patlayan kabza planda yoktu,
Yatağa savrulmayı planlamadım,
Elim yeminle kazara girdi yastığın altına.
O yastığın altına daha o sabah silah sakladığını bile
bilemezdim.
Gözlerini görseydiniz,
Kafasından çok daha öndeydi,
Tükürükleri yüzümde patlıyordu.
Yumruğu öyle hızlı iniyordu ki aralarda nefes bile
alamıyordum.
Seyit Çavuş’u hatırlayın Hâkim Bey,
Bize ortaokulda anlatırlardı.
İki yüz kiloluk mermiyi kucaklayıveren Seyit Çavuştu.
Savaş gibi bir şeydi, memleket değil, ben elden gidiyordum.
Elim metale değdi.
İki yüz kiloluk mermiyi kavrar gibi,
Parmaklarım yerini buluverdi…
Üzerime düştü bir onu biliyorum,
Bir de ağırlığından kurtulmaya çalıştığımı.
Üzerimde hep bir ağırlıktı zaten
Ama böylesini ilk yaşadım…
Nasıl kalktım bilmiyorum,
Kızımı nasıl aldım kucakladım,
Ayağımda terlik var mıydı, ?
Üstüm kan mıydı hatırlamıyorum.
Öldüğünü duyunca kendime geldim söyledim Hâkim Bey.
“Sanırım ben yaptım” dedim.
Kurşunla yatıp kurşunla kalkan,
Yastığın altında silahla yatan adamlar hiç eceliyle ölmüş
mü?
Hem sevebilseydi o da ölmezdi değil mi ama?
Öldüyse hepsi benim suçum mu?
Saffet Kuramaz