Sekseniki yılının kış
ayları, Bursa'dayız. Aralık ayından, ocak ayına doğru nazlı nazlı seğirtiyor
günler ve geceler. Beş arkadaş, beş güzel yürekli insan, Halil, Erdem, İlhan,
Âdem ve bendeniz Ahmet kulunuz polis emeklisi Abbas Muhittin Amcanın barakadan bozma
evinde Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümünde, İktisat ilminin inceliklerini
öğrenmeye ve yaşamaya çalışıyoruz. Evimiz çoğu kere, gündüz ev de olmadığımız
için sop soğuk, ancak eve kim erken gelirse akşamları haliyle sobayı da o
yakıyor. Barakadan bozma evimiz sadece iki oda, salon namıma bir şey yok. Bir
de tuvaleti var, banyo desen o da yok. Bursa hamam şehri olduğu için yıkanmaya
hafta sonlarında doğru hamama gideriz, kimi topluca, kimi zaman teker teker...
Allah var, arkadaşlarımın hepsi inançlı insanlar. Her zaman, beş vakit
namazlarını kılamazlarsa da, zaman zaman evlerinden alıp geldikleri
seccadelerde Mevlamıza olan kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışıyorlar.
İki odamızın da iki kapısı var. Lakin bu kapıların bir özelliği hani şu meşhur
Amerikan filmlerinde gördüğünüz yaylı, açılır kapanır bar kapıları gibi. Biz de
evi ilk tuttuğumuz zaman bu kapıların niye böyle olduğuna hiç anlam
verememiştik. Başlarda çok garibimize gitti ise de, sonraları alıştık bu
kapılara. Eve yerleşip de epey zaman geçtikten sonra, haliyle kapılar aç kapa,
aç kapa, bayağı gıcırdamaya başladı. İlk başlarda fazla kafaya da takmıyor idik
kapı gıcırtısını, ama zaman geçince de bayağı rahatsız etmeye başladı bu kapı
gıcırtısı hem beni, hem de kardeşlerimi...
Canım sıkılmış ev de, vizeler başlamış, buna rağmen ben de ders çalışma gayreti
içindeyim. Bu arada odaya girip çıkanlardan kapı gıcır gıcır ötüyor. Hay aksi,
hay Allah, hay anasına artık ne gelirse sayıyorum ağzıma ''Ya arkadaşlar bu
kapıları niye yağlamadınız ki?'' Erdem ile İlhan evdedir sesleri çıkmaz.
- İmtihanlarımız başladı arkadaşlar bu aralar sıkı ders çalışmamız lazım.
- Evet evet bir kaç gece sabahlayalım Ahmet artık.
Kapı açılıp kapanır. Gacır ve gucur sesleri gecenin sessizliğini bozar.
- Ben biraz ibadet edeyim. İhtiyacımız var arkadaşlar Allah'ın yardımına.
- Doğru diyorsun Ahmet. Sen şu yan oda da yap ibadetini namazını kıl, sonrada
biz geliriz oraya sen bitirince...
Yan odaya geçer seccademi sererim. Kapı açılır kapanır yine gacır ve gucur
sesleri evin içinde dört döner...
- Ya Ahmet haklı şu kapıları bir yağlayıversek fena olmaz konsantrasyonumuzu
bozuyor.
Ben başlamışım namaza çoktan. Çok sesli olmamak kaydıyla okuyorum Kur'an dan
sureler...
- Elhamdulillâhi Rabbil âlemin-gacır ve gucur sesleri...
Devam ederim...
- malikiyevmiddin, iyyake na'büdü, ve iyyake nestâiyn-gacır gucur gacırrrr
gucurrrr...
Şaşırmak üzereyim... Namaz kılarken kafamdan neler geçiyor neler haliyle gacır
ve gucurlar dikkatimi hayli dağıtıyor ...
Selam verir, zor da olsa bitiririm namazı... Dönerim arkadaşlara...
- Arkadaşlar, Allah aşkına kim yapacaksa yapsın şu bar kapısı kılıklı kapıları,
bir zahmet yağlasın. Artık oraya zeytinyağı mı sürersiniz, tereyağı mı
sürersiniz, yoksa makine yağı mı ben onu bilemem ama kapılar bas bas bağırıyor,
Erdem kardeşim ile İlhan kardeşim beni bir zahmet yağlasın diye...
Laf Erdem ile İlhana şimşek hızıyla çarpar geri döner. Erdem girer lafa...
- Hadi canım Erdem ile İlhan dediği ne malum kapıların belki Ahmet ile Halil
dediyse...
- Yok, yok ben anlarım bu kapıların dilinden Erdem ile İlhan demiştir. Ya hem
de boş verin arkadaşlar bir kapı gıcırtısı için birbirimizi yemeyelim şimdi...
İşte böyle, öğrenci evinde geçip gidiyor günler. Kimi ders çalışarak, kimi
gırgır ve şamatayla. Daha o zamanlar cep telefonu filan piyasada yok. Ancak ve
ancak sabit telefonlar ile konuşuyoruz anne ve babalarımız ile...
Bir gün okuldan iki arkadaşımız eve geldi hem bizi ziyarete hem de gece ders
çalışacağız önümüzde ki günlerde finaller başlıyor. Şemsettin ve Gürsel, Allah
var çalışkan çocuklar. Onlardan bir şeyler kapabilir isek ne mutlu bize...
Odaya girip çıkarken kapı gıcırtısından onlarda bayağı rahatsız oldular. Ben de
geçtim kapının birisine başladım açıp kapamaya hızlı hızlı... Gürsel döndü bana
- Ne yapıyorsun sen Ahmet?
- Kapılarımız sizi çok sevmişler. Ne iyi çocuklar bunlar her zaman buyursunlar
gelsinler diye gacır ve gucurca sizlere hoş gelmişsiniz diyorlar...
Kakara kakara kikiri kikiri gülüşmeler kahkahalar havada uçuşuyor... Öğrenciyiz
işte ihmalkârız kardeşim. Halbuki çok kolay bir iş iki tane kapıyı yağlamak.
Çocuk oyuncağı...
Bir akşam kış günü yine ders çalışıyoruz hep beraber. Hafiften de radyo
çalıyor. Güzel Anadolu Türküleri. Bir ara kalkıp oynamaya başladık. E tabi
radyo da Anadolu Türküleri çalacak Ankaralı Ahmet ile Halil de kalkıp
oynamayacak, hiç olur mu, yakışır mı delikanlılığa?
O da ne elektrikler kesilmesin mi bir an da... Oyun yarım kalır mı hiç? Erdem'e
seslenirsin
- Salla Erdem şu kapıları bir ileri bir geri...
- Tamam, birader hemen.
Evvel Allah biz yağmur damlası ile de, kapı gıcırtısı ile de oynarız ki hem ne
oynama görenlerin ağzı bir karış açık kalır billahi... Karadenizliyiz oğlum biz
belli etmesek de.
Bir ara kapı gıcırtısının yanında başka gıcırtılar da gelmeye başladı. Kıl
oldum ben de, biri kapıyı açıp kapıyor arkadaş ama gıcırtı sesi iki tane hay
Allah ne ola ki öbür gıcırtı? Sanki gıcırtı gibi de değil viyk viyk gibi bir
ses bu, fare arkadaşlar fare...
- Erdem tut ulan, tut, bu geçen gün ki mutfağa dadanan hırsız fare, yakala ulan
şunu. Bitirecek bu mendebur bizi, mutfakta yiyecek bırakmamış. Birader biz bunu
geçenlerde yakalayıp öldürmedik mi, nasıl canlanmış, onun ruhu mu bu yoksa ya
da ben ölüyorum buraları sana emanet diye arkadaşını mı göndermiş kerata
buralara?
Tabı bu arada diğer üç arkadaş da ki ben onlara korkak tavuk da demeyeceğim
merak etmesinler, yatakların üstünde, yani cephe gerisinde bizlere lojistik
destek ve moral veriyorlar. Vur vur inlesin fare milleti dinlesin diye
tezahüratlar odanın içinde yankılanıyor...
Offf ki offf! Fareyi yakalayalım derken ter hem sırtımızdan hem de başka bir
yerimizden çıktı ki sormayın gitsin. Ya da sorun daha sonra biz size saatlerce
anlatalım.
Öğrenci evinde hem de kış mevsimi, günler geceler gelip geçiyor kimi ders
çalışarak, kimi haylazlık yaparak, kimi tatlı sohbetler ile ama bir de şu kapı
gıcırtısını halledebilseydik iyi olacaktı. O arada Erdem girer lafa...
- Arkadaşlar dünyada ilk kapı gıcırtısı nerede duyuldu acaba bir bileniniz var
mı?
İlhan hemen oradan atılır soruya.
- Ben biliyorum arkadaşlar Kapıdokya'da...
Erdem dişlerini hafif yollu gıcırdatarak İlhan'a döner.
- Ya İlhan mahsus mu yapıyorsun, espri mi yapıyorsun, bizi mi deniyorsun? Oğlum
Kapıdokya diye bir yer var mı? Onun aslı astarı Kapadokya değil mi biraderim?
- Hakikaten ya öyleydi değil mi?
İlhan bozuntuya vermez gibi yapar, devam eder...
- Ben de sizi deniyordum arkadaşlar bakalım acaba doğrusunu bilen var mı diye?
Aferin beni şaşırtmadınız, bilemese idiniz gerçekten çok üzülürdüm, ne cahil
cühela arkadaşlarım varmış benim be derdim, derdim bunu harbiden...
Kaç sene geçti üstünden, öğrencilik yıllarımızın. Hâlâ düşünürüm ben o
Kapıdokya ve Kapadokya meselesini acaba İlhan bize ayak mı çekmişti yoksa
gerçekten bilmiyor muydu? Böyle geçip gitmişti bin dokuz yüz seksen iki yılında
öğrencilik günlerimiz, bir ben, bir de dört güzel yürekli arkadaşımla...