Yarı ahşap kır evinin verandasında, gıcırdayan eski püskü bir sandalyenin tepesinde, dizleri göğsüne çekilmiş, ince çıplak kolları bacaklarının etrafına sarmalanmış bir zamane hayalperesti oturuyor.
Gözleri, ufkunu kaplayan tepenin başında üç beş asırdır durmakta olan
zeytin ağacının kıvrımları üzerinde.
Batmakta olan
güneşin kızıllığı, ağacın kurumsal dallarından fırsat buldukça yüzünü ve
kıvırcık saçlarını boyuyor. Bundan oldukça hoşnut. O, öyle umarsızca
oturuyorken hiçbir şey onu rahatsız edemezmiş gibi görünse de gerçek aslında
çok farklı. Onu kendine getirecek her türlü dış etken, ki bu ne olursa olsun,
inanılmaz rahatsızlık verici olabilir.
Kaç saattir neyi beklediğinden bihaber oturmaya devam ediyor. Dahası
saatlerce ve belki günlerce beklese dahi gelmeyeceği hissinden
kurtulamayacağını bile bile...
O, her sabah ve akşam hayattan fırsat buldukça bekler. Beklemekten
değil ama hayat denilen bütünü oluşturan parçalar içerisinde doğanın bu denli
planlı oluşundan çok sıkılır. Ve sinirlenir. Yağmur yağsa sinirlenir, bir
sivrisinek koluna konsa sinirlenir, rüzgardan sağa sola salınan kavağın
gövdesinin çıkardığı sesten bile rahatsız olur. Varsa yoksa hayal dünyası. Orada
gözleri boşlukta takılı dururken bu tuhaf dünyada takılmaya bayılır.
Kimi zaman yapayalnız kaldığını hayal eder. Yer yüzünde ondan başka nefes
alan hiç bir canlının olmayışını... İçinde eşyadan ve yiyecek içecekten başka
herhangi bir şey bulunmayan yabancı binalara girip çıkarken nasıl da
huzurlu, karanlık ormanlarda ağaçların arasında yürüyorken nasıl da korkusuz
oluşunu.
Bazen şeytanla dövüşürken bulur kendini. Kıran kırana... Galip her zaman
tabi ki de kendisi olacaktır. Ama şeytanı yok etmekle bitmez iş. İnsan, yaşayan
her şey ile olan mücadelesine kısa bir süre sonra kaldığı yerden devam eder.
.............................
Ölümsüzlüğü hayal eder. Uçabildiğini. Yaşamak için nefes almaya
ihtiyaç duymadığını. En kısır hayalleridir bunlar. İsteyen zaten istediği yolla
uçsun, imkansız değil. Ölümsüzlük ise bu dünyada kalmaya devam edeceksen en
gereksiz şey. Zamandan tasarrufum var, kimseden korkum olmaz artık, aklıma
geleni söyler, yaparım desen; betonla kaplar bir çukura gömerler, sonsuza dek
yaşarsın tıkıldığın yerde. O da her seferinde sıkılır, vazgeçer ölümsüzlük
hayalinden.
Sosyal hayaller kurmayı pek sevmez zaten. Takılır kalır bir
noktada. Hayalperestin kallavisi, şeytanı bile alt eder ama kendi türüyle başa
çıkamaz. Belki de doğanın düzeni böyle. Sıkılsan da, yorulsan da, anlayamasan
da yapacak bir şey yok.
Gün doğum ve batımları; yani ikinci dünyasının kapılarının
aralanış vakitleri. O, aslında sadece bu anlarda yaşar. Diğerleri farz edin ki
boş bir rüya. Gerçekten uzak, tabiri imkansız, faydasız binlerce ve milyonlarca
kopyası olan gereksiz bir rüya.
İşte, yine güneş batıyor. Hayata dönme vakti. Elveda iç dünyam, elveda
huzur, elveda beklenip de bulunmayanlarla dolu gün.
Kim bilir, belki yarın...
http://buzlukalem.blogspot.com.tr/