-PART 2-
Zaman durdu sanki onun için. Sanki bir suç işlemişti ve
bu suçun pişmanlığıyla terliyordu. Ormandan gelen adam onun içindekileri
hissetmiş gibi hiçbir şey demeden yoluna devam etti. Kalkıp arkasından adamı
incelemeye başladı. Eski bir alışkanlıktı onun için. Yaşlı birine benziyordu.
Beli bükülmüş saçlarında yer yer beyazlıklar vardı. Ancak anlam veremediği bir
heybet vardı onda ve bu onu korkutmuştu. Eski özgüveni olsaydı kendinde eğer bu
kadarcık bir yaşlı insandan korkup tedirgin olmazdı. Artık zamanın play tuşuna
basmalıydı biri. Zira yaşlı adam çoktan
gözden kaybolmuştu. Ama o hala boş patika yola bakıyordu.
Öğle saati olmasına rağmen hava yavaş yavaş kararmaya
başladı. Kararmanın sebebini ise ağaç yapraklarına çarpan yağmur damlalarının
sesleri açıklıyordu. Bizimkisi kendine gelince oda şehre doğru yürümeye
başladı. Ormanın içinden çıkıp yağmur damlaları yüzüne daha sert vurmaya
başlayınca daha hızlı yürümesi gerektiğini düşündü. Hatta belki de koşmalıydı.
Normalde yağmur altında ıslanmayı çok severdi. Sık sık ıslak eve geldiği için
arkadaşı tarafından azarlanırdı. Yağmur eski bir anıydı onun için artık ve bu
yüzden yağmurla savaş veriyordu adeta. Savaşın galibi ise çoktan belliydi.
Sonunda otele vardı. Vardı ama gelene kadar tamamen
ıslanmıştı ve başka elbisesi de yoktu giyecek. Bu kadar çaresiz kalmasına çok
sinirlendi ve bu yüzden homurdana homurdana merdivenleri hızlıca çıktı.
Resepsiyonda ki adam ona bir şey söylemek için seslenmişti ama o sinirle ve
hızla onu görmedi. Odanın kapısına vardı çoktan. Hışımla içeri girmeyi
düşünüyordu. Odanın kapısının açık olduğunu çok geç fark etti ve olanca hızıyla
odaya daldı. Ensesinden aşağıya o soğuk pişmanlık terleri yolculuğa başlamıştı.
Yukarında aşağıya doğru gelen kılıç darbesinden zar zor kurtuldu. Şaşkınlık
hâkimdi üstünde, ikinci bir saldırıdan kurtulamayacağını düşünüyordu. Çünkü
korku ve çaresizlik vücudunu ele geçirmiş, hareket etmesine izin vermiyordu.
‘ Artık gözlerini açsan diyorum. Kendimi kötü hissetmeye
başladım hani. Eğer seni öldürmek isteseydim zaten çoktan ölmüş olurdun.’
Yavaşça gözlerini açıp ayakları üzerine doğruldu. Ve
ikinci bir şok daha yaşadı zihninde. Şuan kendisine saldıranın orman da yanında
durup hiçbir şey demeden yoluna devam eden ihtiyardı.
‘ Sen o ihtiyarsın? ’
‘ İhtiyar mı? Bak şimdi kalbimi kırdın. O kadar da yaşlı
değilim bence.’
‘ Bana neden saldırdın, beni nereden tanıyorsun, beni
nasıl buldun, neden...’
‘ Ağır ol evlat. Birincisi seni tanımayan yok ikincisi
kimse senin öldüğüne de inanmıyor. Sen nasıl bir insansın hala anlamış değilim.
Hem seni bıraktığım yerde buldum. Bu çok normal değil mi?’
‘ Ne yani, sen bana not bırakan kişi misin?’
‘ Evet.’
‘ Neden beni kurtardın?’
‘ Dedim ya, kimse senin öldüğüne inanmıyor. O kadar
insanın inancı boşa mı gitsin.’
‘ Ben daha kendi değer verdiğim insanları kurtaramamışken
başkalarının bana umut bağlaması çok saçma.’
‘ Sen arkadaşlarından bahsediyorsun sanırım. Sorun şu ki
düşmanların da senin öldüğüne inanmıyor. Aslında bu iyi bir şey, çünkü senin
arkadaşlarını hayatta tutan şey senin öldüğüne tam olarak inanmıyor olmaları.
Garip, değil mi? Senden neden bu kadar çok korkuyorlar hala anlamış değilim. Az
önce neredeyse ölecektin. Yani eğer kendimi geri çekmeseydim. Üstelik sana bıraktığım
elbiselere ve en önemlisi kılıca elini sürmemişsin. Yani daha hiçbir şeyi
keşfetmemişsin. O zaman beraber
keşfedeceğiz.’
Sözünü bitirir bitirmez kılıcını ona doğrulttu ve ona
bıraktığı kılıcı masanın üstünden almasını istedi. Yavaşça masada duran kılıcı
eline aldı. İçinde garip bir his belirmeye başladı, sanki elindeki kılıçtan
yüreğine doğru yıkıcı bir güç akıyordu. Ne yapacağını bilemediğinden daha fazla
korkmaya başladı. İhtiyar onu rahatlatmak için konuşmaya başladı tekrardan.
‘ Kılıcı kınından çekmeden mi kapışacağız. Bu arada neden
kimse senin ismini bilmiyor da herkes senden o diye bahsediyor. Havalı gözükmek
için güzel bir yol ama anlamsız.’
‘ Demek arkadaşlarım ismimi kimseye söylememiş. Bu
zamanda bir isim taşımak zor bir şey bilirsin. Ben bu zorluğu çekmek istemedim.
O yüzden altında ezilmeyeceğim daha hafif bir takma isim kullanıyorum.’
‘ Neymiş o takma isim?’
‘ ismi meçhul’
Takma ismini söylerken siyah kınından kılıcı çıkarmaya
başladı. Kılıç kınından sıyrıldıkça yüreğinde artan gerilim ve hisler
kelimelere dökemeyeceği kadar yaşanmamıştı daha önce. Sanki binlerce yıla dahi
sığdıramayacağı bir hasret vardı kılıçla arasında. Ve sonunda kılıcı tamamen
kınından çıkardı. Siyah mı yoksa yeşil mi olduğu ayırt edilemeyecek kadar koyu
bir kılıç… Hiç parlamıyordu ama dikkatlice bakınca sanki içten içe yanıyordu.
Savurmaya korktu çünkü içinden yeşil alevler çıkmasından korkuyordu.
‘ Madem kılıcını da çektin görelim bakalım sizin
hüneriniz neymiş.’
‘ Sizin derken?’
Daha fazla konuşmasına fırsat vermeden saldırmaya
başladı. Art arda gelen saldırılar karşısında sadece savunma yapabiliyordu.
Zaten çok ta uzun sürmedi bu kapışma, beşinci hamleden sonra elindeki kılıcı
daha fazla tutamadı ve odanın diğer tarafına fırladı kılıç elinden.
‘ Yaraların daha iyileşmemiş, öğrenmen gereken çok şey
var. Ve benim de sana yardım edebilmem için senin hakkında öğrenmem gereken çok
şey var. Bu arada benim adım Alagan, Algan da desen olur. Ama sen hala ismini
söylemedin.’
‘ Memnun oldum, dedim ya İsmi Meçhul.’
‘ Ne yani sen de mi bilmiyorsun ismini!!!’
‘ Off, neden kimse anlamıyor anlamıyorum. İsmi meçhul
ismin kendisi, İsmi meçhul isim zaten.’
‘ Sen çok garip bir insansın, senle çok eğleneceğiz
sanırım.’
Kısa süreli bir sessizliğin ardından İsmi meçhul
konuşmaya karar verdi. Bütün merak ve hüzün bulutları sanki başına toplanmıştı.
Haftalardır süren sessizliği bitmişti sonunda. Artık daha yeni tanışmışta olsa
konuşabileceği biri vardı. Ve üstelik onu anlayabiliyordu. En azından o öyle
düşünüyordu. Bütün korku ve heyecanını derin bir iç çekerek dizginlemeye
çalıştı önce. Ve sonra cevabından çok korktuğu o soruyu sordu sakince.
‘ Alagan, arkadaşlarım neredeler?’
‘…’
DEVAM EDECEK
İsm-i Mechul