Sükûneti milat bilen
düşlerden de
Cafcaflı, solan batılı
belki de külliyen yalan,
Demek maharet
Yorgun sarnıcın dibinde
Ve kırık bir heceye
yaslamışken başımı.
Sınırlar, sınırsızlığın
gölgesinde bir karartı
Ve yeknesak hükümlere
delalet
Varsıl hâkimiyetin
kaygıları.
Sırık düşler, cüce yok
oluşlar;
Sırra kadem basan
revnak tümcelerin simsarlığında
Yalana boyanmış kâinat.
İçin için kaynayan
kazanlarda piştikçe dirayet
Ve kovuşturan asılsız
tümcelere saldığım
Salkım saçak kalan ölü
yarım.
Mademki sorumluyum
yarınlardan,
İliştirdiğim dünlere
yüklüyorum anlamsızlığın kırsalını.
Sinen mi sindiren mi?
Sirenlere boğduğum iç
tufanımın ayak sesleri:
Hadi gel de gör ve al
payını,
Diyen siluetlerde başıbozuk
o kefaret
Yine de hakkını teslim
ettiğim mülkiyet:
Ben’den gayri,
Bensiz koğuşların soluk
duvarları…
Hangi sözden kapsam da
nem,
Hangi izleğe sığdırsam
da metanetimi,
Tümden gelen coşkumun
zafiyetine yeni düşüyorum ansızın
Ve sızıyorum anbean nem
yüklü gözlerimden,
Süzüyorum sadık
gölgemi:
Miladını unuttuğum
dünlere erdikçe,
Ermeyi bilmediğim
yarınları kovalıyorum günbegün.
Kâfi, demek düşse de
payıma
Payidar ömrün kırık
raconunda
Ve esrik yüklü bir
aklın güncesinde
Soluduğumdan ziyade
solduğum
En naif gülün yaprağına
kondurduğum
O busede saklıyorum
görünmez kehanetini
Anlık sürtüşmeler
varamazken menzile
Ve dokunaklı bir
şarkının kayıp güftesinde.
Akıl mı benim ki,
demenin de ötesinde
Erdiremediğim aklın
sadık ve kayıp bir hücresine
Rehin bıraktığım
yüreğin diyetini ödüyorum:
Bilinmez bir gölette ölmeye
meylettikçe
Ve usulca sokulduğum
Arsız hazinesinde gömme
haznemin.