O kadar güzel hikayeler anlatıyordu ki Kaptan, Papatya'ya. Papatya sırf bu yüzden Kaptan'ı seviyordu. Delil olarak bu hikayeler kafiydi onu sevdiğine dair.

            Papatya "Sen benim kahramanımsın." demişti bir kere Kaptan'a. Kaptan da usulca eğilmişti onun kulağına ve şöyle fısıldamıştı: "Sen de benim Papatyamsın; bakmaya doyamadığım, koklamaya kıyamadığım, sevmeye zaman yettiremediğim." Bir adam bu kadar mı şiirsel olurdu ve kalkıp bu şiirin üzerine bu kadar mı şirin gelirdi insana? Riya yoktu belki de gözlerinde Kaptan'ın, hesap yoktu sözlerinde, ne geçiyorsa içinde onu sarf ediyordu yettiğince, samimiyeti güzelliğiydi Kaptan'ın Papatya'ya göre.

            Her şeyin hızla ve gırla kirlendiği bir dünyada elbette kelimeler de kirlenirdi. Kaptan'ın sözleri dağın başında doğan kaynak suyu gibiydi. Saf ve berraktı. Papatya kendi yansımasını görüyordu bu sözlerde ve daha bir aşık oluyordu.

            "Var mıydı böylesi erkek bu dünyada?" diye düşünmeden edemiyordu Papatya. "Yoksa düş müydü bu da?" Eğer düş'se yıkılırdı bir bina gibi. Çatlardı orta yerinden bir kuru dal gibi.

            Kimse okşamamıştı Kaptan gibi onun ruhunu. Öyle bir ses ki yumuşacıktı, ruhunun her bir zerresi onun sesiyle tüylerini kabartıyor ipekten bir kumaşa dönüyor ve içini alabildiğine zenginleştiriyordu. Oksijen oluyordu cana, renk oluyordu.

            Kaptan bir numarasıydı onun ömrünün. İlk sırasındaydı etrafındaki insanların. Kalbinin yeganesiydi. Göklerde gezdirmemişti kimse Papatya'yı, okyanuslarda yürütmemişti, dağlardan aşırmamıştı. Çiçeklerden yollar yapıp ayaklarının altına sermemişti kimse. En tatlı yemişlerini bu dünyanın, kimse sunmamıştı yapraklar içinde. En tatlı melodileri kimse çalmamıştı onun kulağına. Papatya saçının telinden ayak parmaklarının ucuna kadar mutluydu. Sırılsıklam mutluydu ve bunu hissediyordu. Gözleri gülüyordu Papatya'nın, adeta gülerken insanı büyülüyordu menekşe gözleri ve Kaptan büyüyordu her geçen dakika Papatya'nın gözlerinde. Şarkı söylüyordu Papatya, mutluluk ılık bir rüzgar gibi okşuyordu her bir tüyünü.

            Bu dünyada cenneti yaşıyordu Kaptan ve Papatya.

            Düşü yaşıyordu.

            Hayali...

            Onun masalımsı tarzı, kadını bir kraliçe haline getiriyor, hayal de olsa düşte olsa ayaklarını yerden kesiyordu. Bu dünyada ayağımızın şöyle sahiden güzelce ve mutluca yerden kesilmesine bir an için bile olsa ne kadar ihtiyacımız var? Papatya semalarda yıldızlarla raks ediyordu adeta Kaptan ona hitap ettiği zaman. Bir insan sihirli sözcüklerle kanatlandırabilirdi başka bir insanı. Bunu fiziksel olarak düşünmeyin ruhsal olarak hayal edin. Göğün her katına çıkarabilirdi sizi sahiden seven biri.

            "Ah be Papatyam!" demişti bir keresinde Kaptan.

            "Sensizliği aklıma getireyim dedim bir an. Yapamadım. İmkansız şeyler vardır bu yaşamda. Galiba benim en imkansız halim sensizliğimdir. Bir kötü olurum ki, bir bozulurum ki, bir çürürüm ki, bir küflenirim ki, bir ölürüm ki! Sakın beni sensizlikle sınama! Sakın beni sensiz koma! Sakın." Papatya sarılmıştı bu sözler üzerine Kaptan'a. "Böyle konuşma bir daha!" demişti, "Aklına getirme bensizliği. Rabbim ikimizi bir kılmış. Senden azade kılmış seni, benden ayrı kılmış beni. Getirip biz etmiş ikimizi. Şükrümüz bu yüzden çokçadır rabbimize. Sen de sakın ayrılığı dolama diline. Bir şeyi ne kadar çok söylersen çarçabuk gelip otağını kurar. Korkuyorum seni kaybetmekten. Hani gök düşse üzerimden, yer çekilip alınsa ayaklarımın altından korkmam da seni çekip alsalar canımdan kafayı yerim."

            Bunun üzerine Kaptan kaburgalarını kırarcasına sarıldı Papatya'ya ve eğilip onun kulağına şunu fısıldadı: "Böyle sarılı kalsam sende, acıkmasam asla, uyumasam hiç,  konuşmasam mümkünü varsa sonsuza değin. Sende böyle sarılı kalsam. Her saliseni yaşasam, kokunu çeksem içime, soluğunu hissetsem, sesini duysam, kollarında bir ömür demini bulmuş bir şekilde kalsam."

            Masalımsıydı aşkları.

            Pembemsi...

            Toz bulutumsu.

            Bir köpük güzelliğindeydiler aşk ummanının üzerinde. Bir maviydiler gökyüzünün içinde, beyazın içinde bir beyaz noktaydılar.

            Yıllar geçti adeta.

            Birlikte yaşlandılar yağan yağmurda.

            Aşkları her dem tazelendi durdu.

            Dağdan akıp gelen kar suyu gibi canlandı.

            Yıllanmış şarap gibi tatlandı.

            "Göğe bak!" dedi bir akşam Kaptan Papatya'ya. Kocaman parlak bir yıldızı işaret ederek: "Göğe bak sevdiğim. Derler ki bir kadın sevdi mi gökyüzündeki bir yıldız da onun nişanesi olur. Ve öyle parlar ki herkes onu yıldızların şahı bilir. Yani kadın sevdikçe o yıldız parlar ve sevildikçe o yıldız büyür kocaman olurmuş. İşte şu kocaman parlak yıldız da senin nişanen olan yıldız. Seviliyorsun sonsuzca ve seviyorsun sınırsızca." Aşkın üzerlerini bir gece gibi örttüğü yerde Kaptan ve Papatya yıldızlar büyütmeye devam ediyordu. Gayet mesuttular.  

            Ölümleri dahi denizin üzerinde parlayan bir yakamoz gibiydi. Ansızın parlayıverdiler denizin ortasında ve bir anda yok olup gittiler. Gecenin karanlığını bölen bir ateşböceği oldular bir an sonra uçup gittiler. Ve bir yıldız oldular kayıp gittiler gözlerimizden.

            Herkes kendi yıldızını parlatmak ve büyütmek zorundadır bu hikayede. Aşk bunu sağlayacak olan yegane sihirdir. Aşık olun ve bir yıldız bulup parlatın onu, kocaman yapın. Kim bilir kayan her yıldız belki de bir aşkın bitişi ve iki aşığın yitişidir.

Kim bilir kayan her yıldız belki de birbirini canı gibi seven iki aşığın size gülümseyişidir.

 

( Herkesin Bir Yıldızı Vardır Aşkıyla Büyüttüğü başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 26.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.