Uzak düşmek
belirsizliğin konuşlu sezisinden.
Yer etmesi en ılgıt
teselli midir yoksunluk addedilenden ziyade yokluğun makber ve tereddütsüz
isyanı iken kepenk indiren hem de belli mi olur, demenin ötesinde belirli bir
noktada hedefe kitli bir sığınak hem de yığınak iken misli acı tüm dokunuşu ile
kaderin tek cümlede boykot ettiğimiz hükümranlığı iken tüm canlıların sığındığı
o İlahi İzlek yine varlığın beyan ettiği varlıksız ve sıfatsız iç çekişlere
yüklenmek yüklendiğinde de öte yüksünmeden aynı nakaratı pelesenk etmişken hem
de ihbar edilesi bir raddede tüm tezat ve mağdur sakıncaları bertaraf ederken.
Bir müspet bir menfi.
Bazen siyah bazense
pür-ü pak ama her halükarda tezat iklimlerin iş birliği hem de yüreğe en
derinde konuşlu.
Bir aryadan üreyen
gam’lı notalar
Bir nota’dan türeyen o
şarkı.
Bir şarkıdan çok öte
belki de takılı kırık plağın o serkeş iğnesine mimledikçe büyülü feryat.
Hâsıl olan tıknefes bir
coşku olmalı.
Sonsuzluğu rahmet
bellediğime kani, arşınladığım hayat ağacı; belki kıblemde belki sarnıcımda ama
elbette dediğim tek imge.
Sür-git hegemonyasına
isyan biriktiren fanilerden mi olmalı ya da çatık kaşlı bir rüzgâra emanet
etmek mi ıssızlığı?
Işıldayan nicedir ve
ışıyan, ışıltısını yüreğe boca eden yetmedi karga tulumba istiflemek iken tüm
mecalsizliğini evrenin tek kalemde yok sayan.
Hayli yaşlı ve yorgun
hem de biteviye yaşanan sürgün hayatın mihrabına diktiği o sancaktan da
nasibini almışken.
Tüm düşünce özürlü ahkâmlara
asılıyorum ve sensin en fevri var oluş sebebim.
Astığım bayrağın kanı
iken yüreğime akan, feryat figan iken olmazın oluru bir tümcede bağdaş
kurmuşluğumuz…
Akın eden, arz eden,
anlam sunan, anlamsızlığı anlam addeden, anlama lüksünü çok gören belki de
boykot etmekle hayatı eş değer sessizliğimin dokunaklı tezahürü iken içime
akıtmadığım gözyaşı.
Densiz mi yerli yersiz
mi yoksa ikisi de aynı kapıya çıkan bir misafir endamı ile kendini naza çeken
bir ikilemden doğan sancılı aşklarım mı?
Sarkaç kırılalı çok
oluyor.
Aşka düşeli dünyanın
yine çok eskilerden bir hikâye.
Günü birlik aşklar ise
ortalığa düşmüş ben en sakil gölgeye rast geliyorum güneş uykuya çekildiğinin
ertesi.
Bornozunu giymiş gök
kuşağı mahcup bir edayla sesleniyor arkasından kara bulutların:
‘’Çok yorgunum ve tüm
neşemi çaldı insanoğlu!’’
Bariz.
Hicap yüklü.
Akla zarar.
Ama gerçeğin ta kendisi…
Âşıkları boykot eden üç
beş kırpık yıldız da veriyor ağzının payının sözüm ola aşk dediğin…
Bonkör nidaları belki
de pespaye karanın en acımasız sanrısı.
Tümden gelen coşkuları
tuş eden bağnaz bir önyargı ile muştalarken evren ve insan silsilesi yine
birbirine iken gücü yeten kim ise…
Bir derya.
Bir nokta belki de.
Varlıksız bir mesnede
yığdıkça efkârı, çekildikçe köşesine beyhude sevgi kadar da anlık tokalaşmasını
yüreğin yüreklerle hayli gaddarca bir nüansta mimlediğimiz benlik katsayısına
anlam yükleyen senli-benli kovuşturması bilinmezliğin öteleyen değil örselenen
ikrarı: Kâh satılmış bir cümlede kâh yaftalanmış bir vecizede en dokunaklı terennümü
heba etmek kadar da sona kurulu saatin kalan vakti iken tüm çırpınışımızla
geciktirmek yine meçhul sonu.
Merak ediyorum doğrusu
hele ki üstü kapalı geçtiğin hatta ötesini de söylesem mi?
Boş ver, dediğini duyar
gibiyim. Öncesizliğin tufanında hangi yergi ise kulağına gelen ve hangi yargı
ise cümle âlemin istiflediği yoksa işkillendiği mi demem lazım?
Bak, gördün mü daha ilk
karşılamamız ve gelmiş nelerden dem vuruyorum. Sahi rahatın nasıl, yerinde mi?
Ya konuşlandığın ama konuşamadığın?
Gölgelere hitap ettiğin
aşikâr aslında ihbar ettiğim bir gölge iken sana yarenlik yapan bil ki; ne ilk
olacak ne de son hele ki serzeniş addettiğin bil ki yüreğimin tek sığınağı.
Gitmelerle bozmuş
insanlar bense göreceli sağanaklarda ıslanmayı bekliyorum aslında ahdettim hem
de ne uğruna?
Sona meyleden bir günce
olmadığı meydanda aslında göze battığım da yoksa çeperinde yüreğin dosta
meylettiğim o sıcak dokunuşun tezahüründe mi büyütüyorum onca çapul imgeyi? Çekirdek
çıtlatır gibi insanlar: Ola ki ağzımdan çıktı artık ben bile unutmuşken
saniyeler içerisinde ihbar ediyorlar hem de beni bana ama duyduğum o tok sesini
ihanetin de hiç mi hiç sindiremezken.
Ne var ki bunda,
dediğini duyuyorum ve bil ki asla da pışpışlamıyorum günahlarımı ve günahlarını
gömmeni diliyorum hem de tek iz bırakmasan da Tanrı’nın anında bulacağı. Ardıç
kuşu gibiyim yoksa soytarı bir imde mi takıldım yine? Çağrışım yapan duygularım…
başıma ne geldiyse onlar tek sorumlu.
İç çekişlerine lehim
yapıyorsun da olmazı bir anlamsızlık bil ki olur bildiğin ne ise hem de
tedarikli olmanı gerektirecek fazlaca bir neden olmasa da.
Dünlerde takılı kalmak
belli ki en derin yara hem kehanet filan da değil hissettiklerim: Aklın yolu
bir hem kim demiş üryan bir düş’ten mi ürer bunca cehalet? Ürer hem de nasıl
keşke, demeye meylettiğim bir dokunuşu sorgulayan hangi aklı evvel tantana ise
pek de oralı değilim hani… dediğime bakma sen yine de.
Rahmet okumam gereken o
kadar çok ölü’m var ki arkasından ve de ölüm’ün ta kendisi. Patavatsız bir
düş’e geçirdiğim soluk bir maske olsa da elimdeki cümleler hem de payidar
bellediğim bir iç dökümün en silik telaffuzu olmuşken tedirgin iç sesimden
bukle bukle uzanan tüm önyargıları ihlal eden en mağdur izlekte saklanmışlığımı
maruzat belleyen.