ÜMİDİ KAYBETMEK YA DA KAYBETMEMEK

Yıl 1994, Gazi Üniversitesinde öğretim üyesiyim. Batıkent’teki mütevazi evimde dinlenirken ev telefonum çaldı. (O yıllarda cep telefonu yok). Arayan Bucak’tan mahalle arkadaşım İbrahim ATAKLI.

“Arkadaşım, 10 yaşındaki oğlumuz Mustafa’ya kan kanseri teşhisi koydular. Acilen Ankara’ya gidin dediler” . “Hemen gelin” dedim. Sabahleyin Aşti’de karşıladım. Anne, İbrahim ve Mustafa’yı arabama alarak evimize götürdüm.

Haklı olarak çok bitkin ve üzgün halde idiler. Mustafa’ya 4 ay ömür biçmişler. (Hangi kafaya hizmetse). İbrahim ile anneyi bir odaya çektim. “Önümüzde çözülmesi gereken çok önemli bir problem var. Sizler de üzüntü ve düşünceden hasta olursanız problem sayımız artacak. Hastamız ağır, hepimiz birlikte onun tedavisi için uğraşacağız. Yıkılmak yok” diye teselli etmeye çalıştım.

Kahvaltıdan sonra derhal Gazi tıp öğretim üyesi değerli ağabeyim Prof.Dr. Haluk TOKUÇOĞLU’na götürdüm. (Haluk abim ürolog, onun branşına girmiyor hastamız, ama öncelikle hasta yakınlarını ayağa kaldırma zorunluluğum vardı.) Ayrı bir odada Haluk hocama durumu izah ettim ve morale ihtiyaçları olduğunu söyledim. Haluk hoca usulünden Mustafa’yı muayene etti ve şöyle söyledi.

“Tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Her hastanın hastalığı kendine özeldir. Bu güne kadar yüz hasta kan kanserinden öldüyse bile, yüzbirincinin de öleceğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Üstelik hiçbir kimsenin hastalığı öne sürülerek insanoğluna dört ay ömür biçme gibi bir söylemi asla olamaz”.

Mustafa’yı önce Dışkapı SSK hastanesine, daha sonra da Hacettepe üniversitesi çocuk hastanesine götürdük. Gerekli muayeneler, testler, tetkikler yapıldı ve tedavi sürecine başlandı. Bu süreçte anne babayı teselli etmek oldukça zor oluyordu. Mustafa’nın dayıları, emmileri dönüşümlü olarak Ankara’ya geliyorlar ve Mustafa’nın tedavi sürecinde aileye destek oluyorlardı.

Tedavi süreci başarılı gidiyordu. Dört ay geçmesine rağmen önceki şom ağızlıların söylediği, mesnetsiz ve patavatsız sözler gerçekleşmemişti. Haliyle ilk dört ay geçince ailenin hüznü nispeten azalmıştı. Ancak anne süreci yönetmekte zorlanıyor ve gizliden gizliye çok üzülüyordu. Kolay değildi elbet.

Tedavi süreci en ehil ellerde sürdürülüyordu. Mustafa Hacettepe Çocuk hastanesinin en sevimli ve devamlı maskotu olmuştu. İlginç bir tevafuktur ki, aynı hastanede profesör doktor olan bir bayan hocamızın kendi küçük çocuğu da aynı sevimsiz hastalıktan şifa arıyordu. Özellikle bu durum bizimkilerin moral – motivasyonuna çok büyük bir destek olmuştu. Demek ki, hastalıklar, zenginlik – fakirlik, rütbeli – rütbesiz, güzel – çirkin dinlemiyordu.

Aradan aylar yıllar geçti. Mustafa iyileşiyordu. Ancak anne üzüntülerini içine atmaya devam ediyormuş ki, biz hiç farkına varmamışız. Yıllar sonra annenin bir takım rahatsızlıkları zuhur etti. Benim yiğit arkadaşımın yükü ikiye katlanmıştı. Hem Mustafa’nın devam eden hassas tedavisi, hem de annenin gittikçe ağırlaşan hastalıkları ile mücadele etmek kolay değildi.

Elbette gerektiği yerde üzüntü omazsa olmazdı. Ancak üzüntünün belirli bir ölçekte sınırlandırılıp, hapsedilerek bizleri savurmasının önüne de geçilmesi gerekirdi. Atalarımız boşuna söylememiş, “Duvarı nem, insanı gam öldürür” diye. Mustafa’mızın iyileşme süreci devam ederken, annemiz uzunca bir süre karmaşık rahatsızlıkların iyice hücumuna uğrayarak yıllar sonra Rabbine kavuştu. (Allah gani gani rahmetler eylesin Mustafa’mızın annesine).

Benim yiğit Mustafa’m hayata öyle sıkı sıkıya sarıldı ki, hem kendi çok ağır durumunu, hem de annesinin hem hastalık, hem de ölüm sürecini çok akıllıca ve basiretli bir şekilde karşıladı. Mücadelesini hakkıyla verdi. Birileri tarafından dört ay ömür biçilen Mustafa, artık delikanlı olmuştu. Dayılarının işyerinde aktif olarak çalışıyordu bile.

İbrahim’e kardeşleri ve aile fertleriyle, merhum eşinin kardeşleri (kayınbiraderler) mükemmel destek verdiler. Mustafa bugün 30 lu yaşlara tırmandı. Abisi Abdurrahman ile birlikte dayılarının işyerlerinde öğrendikleri ustalıklarını, kendi işyerlerinde uyguluyorlar.

Gözlerinden öpüyorum Mustafam. Senin hayata sıkı sıkıya bağlanmana ve yaşama sevincine hayranım. Bütün konferans ve seminerlerimde, senin yıkılmaz, sarsılmaz çelik gibi mücadeleni örnek olarak anlatıyorum. Keşke annen gereğinden fazla üzülmeseydi. Keşke o çok zor süreci sizler gibi o da başarıyla yönetebilseydi. Üzüntümüze rağmen, yine de tesellimiz de var be yiğidim. Rabbim onu bizden daha fazla seviyormuş. Yanına çağırdı. Rabbim inşallah sizlerle onu Cennet’inde kavuşturacaktır.

Ümidini kaybedenin daha kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Karşımıza ne türden zorluklar çıkarsa çıksın. Asla ümidimizi kaybetmemeliyiz. Ayağa değmedik taş, başa gelmedik iş olmaz. Bize uğramaz dememeliyiz. Her türlü dikkati, tedbiri, özeni gösterdikten sonra, yine de “devenin üzerinde bö sokarsa” saçı başı yolmak yerine acilen çaresine bakmalıyız.

“Beni öldürmeyen her türlü zorluk, beni daha da güçlendirir ve hayata bağlar”. Felsefesini kendimize şiar edinip hayatımıza da uygulamalıyız.

Mustafam, senin o koca yüreğinden öpüyorum yiğidim. Hayata sarılışına hayranım. 10 yaşında Dışkapı SSK hastanesinde bizlerden 10 metre ötede bir yere kapatıldığını asla unutmuyorum. Oradan kaçırıp Hacettepe Çocuk Hastanesine götürdüğümüzü unutmuyorum. Merhum anneni teselli etmekte yaşadığım zorlukları unutmuyorum. Rabbim sana ailene, çocuklarına hayırlı ve sağlıklı ömürler versin yavrum.

Sevgili arkadaşım İbrahim, seni de o dev yüreğinden öpüyorum. Sen olmasaydın o zorlu süreç yönetilemezdi. Senin sabrına, anlayışına, olumlu davranışına, ağırlığına, efendiliğine hayranım. Rabbim senin de bundan sonraki ömrünü hayırlı eylesin yiğit kardeşim.

Tekrardan ahirete irtihal eden muhterem eşine gani geni rahmetler diliyorum. Rabbim sizleri Cennetinde kavuştursun inşallah…

 

Selam, sevgi ve dualarımla…  Allah’a (cc) emanet olunuz…

4 Ekim 2016. Salı. Saat: 08.30. Antalya

 

Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER

Kaliteli Yaşam Uzmanı

 

 

( Ümidi Kaybetmek Ya Da Kaybetmemek başlıklı yazı S. COŞKUNER tarafından 4.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.