Asıl önemsediğim ortaya koyduklarımın edebi bir değer kazanması ya da öyle anılması... Hatice Meriç Doruk
 

 

Bu hafta konuğumuz Denizli’den bir eğitimci yazarımız…  Kalemi ile önce engelliler üzerine on serilik çocuk kitabı yazan eğitimcimizin ilk romanı Sola Yayınlarından çıktı.


Yazarımız öykü yazmaya, ödül almaya, paylaşmaya devam ederken kendisine söyleşi isteğimi ilettiğimde bu yoğun zamanından bize de ayırmayı kabul etti, sağ olsun bizi kırmadı. Bakalım iki bayan yazar bir araya gelip neler konuşmuşuz?

 

“Hoş geldiniz Sayın hocam… Öncelikle teşekkür ediyorum, hem eğitimcilik hem aile, çocuklar hem yazmak… Her biri ilgi ve zaman isteyen, özen, sabır isteyen vazgeçilmez üçgenimiz… Hatice Meriç Doruk’u biraz tanıyabilir miyiz? Kaç doğumludur, kaç çocuğu vardır, neleri sever, boş zamanlarını nasıl değerlendirir?”


Teşekkür ederim Fatma Hanım, sizinle böyle bir söyleşi için bir araya gelmek benim için zevk. Ben 1976 yılı Acıpayam/Denizli doğumluyum. Üç tane dünyalar tatlısı evladım var, en büyüğü on dört, ortanca on ve en küçüğü de beş yaşında.


Aslına bakarsanız pek boş vaktim yok ama olabildiğince iş-aile-yazma üçgeninde elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Çevremden bu konuda oldukça fazla övgüler aldığım doğrudur ancak ben olağanüstü şeyler başardığıma inanmıyorum.


Fırsat bulduğum her anı okuyarak ya da yazarak geçirmeye çalışırım.


 

 


“Yazarlığa adım atma süreciniz nasıl oldu? Mutlaka şiir deneme tarzında başlamıştır diye tahmin ediyorum ama sizden duyalım.”


 

Biliyorum çok klasik bir cevap olacak ama kendimi bildim bileli yazıyorum. Yedi sekiz yaşlarında küçük bir kızken kurduğum hayaller hep yazarlık üstüneydi, kendimi bir tiyatro eserinin yazarı olarak hayal ettiğimi hatırlıyorum, ya da çok ünlü bir filmin senaristi olduğumu…İçine kapanık, sessiz ve sürekli kendi kendine konuşan bir çocuktum. Hayatımın her döneminde tuttuğum bir günlük mutlaka oldu. Ve bir totemim vardı:40 yaşına gelince ben bir yazar olacağım! 4O yaşındayım, sanırım başardım…


Yazabildiğimi ilk fark eden tabi ki edebiyat öğretmenimdi ve bir şiir yazma yarışmasında ödül aldım. Böylece yarışma kovalama serüvenim ortaokul yıllarında başlamış oldu. Evde hatırı sayılır bir “dolma kalem” koleksiyonum var.  Ama okul yıllarımda “şiir okuma” ve kompozisyon yarışmalarında daha çok yer aldım, ve birinciliklerim var . Şiir okumak yazmaktan daha büyülü sanki, o ritmik tınıyı seslendirmek inanılmaz heyecan verici.

 


“On serilik engelliler için yazmış olduğunuz set hakkında bilgi, alabilir miyiz? Her biri kaç sayfalık mesela? Resimli mi? Her birinde farklı bir konu işlediğinizi biliyorum, hangi konular var? Bizlere gelen kaynaştırma öğrencileri de faydalanabiliyor mu bu setten?”


 

On altı sayfalık renkli ve resimli dört-yedi yaş grubuna hitap eden bir seri. Yalnız serinin hepsinde engellilik konusu işlenmiyor. Her birinde evrensel değerlere uygun temalar var.Kıskançlık,ayrımcılık,haksızlık,sanal oyunlar gibi.Kaynaştırma öğrencileri de rahatlıkla faydalanabilir,hikayeler akıcı ve eğitici.


 


“Bu eserleriniz doğru ve yeterli bir şekilde ihtiyacı olan kesime ulaşabildi mi? Eksik gördüğünüz noktalar var mı? Siz bu bağlamda neler isterdiniz?”


 

Sanırım işin en kolay kısmı yazmak…Sonrası gerçekten insanı yoran ve hırpalayan çetrefilli bir yol. Doğru insanlarla doğru zamanda karşılaşmak! Hedefim daha geniş kitlelere ulaşmak, bunun için de elimden geleni yapıyoruz. Gelen tepkiler hep olumlu ve küçük kartalım gerçekten çok sevildi. İlerde çizgi film olmasını çok isterim,hayal bu!Olur mu olur!



“İnşallah hayırlısıyla olur diyelim. Hocam, engelli çocuklara karşı duyarlılık bilinci her geçen gün sanıyorum eskiye oranla daha da artıyor. Bizlere düşen görevler nedir eğitimci olarak?”


 

İnsanın kanayan yeri neresi ise, orası acıyor. Bu konuda kimseyi suçlamıyor ya da duyarsızlık nedeniyle kınamıyorum. Yaşamadan, tecrübe edilmeden ne yazık ki çoğu şey dünyamızda “farkındalık” olarak yer almıyor. Örneğin ben, kızım doğuncaya kadar Pev(çarpık ayak sendromu)ya da Serebral Palsi(beyin felci)rahatsızlıklarını hiç duymamıştım. Şimdi ise bu konuda yüzlerce hatta binlerce sayfa yazabilirim.


Kızımın tedavi sürecinde şunu öğrendim ben: Eğitimciler çocukları sevmeli… Başka bir şey yapmaları gerekmiyor! Canı gönülden, yürekten, güneşi kucaklar gibi, aşkla sevmeliler küçük dünyaları…Burnu akanı akmayanı, temizini kirlisini, çalışkanını ya da tembelini, bu kelimeyi istemesek de kullanmak durumunda kalıyoruz, engeli olanı ya da olmayanı…Her şey bir çocuğu sevmekle başlıyor…Başı okşanan, sırtı sıvazlanan çocuk engel tanımıyor zaten.

 

 

 

“Allah yar ve yardımcınız olsun. Harika bir anne olduğunuzu biliyoruz. Cennet işte sizin gibi annelerin ayakların altında... Hocam, ilk romanınız -Köz- 'Vatan Yangın' Yeri  Sola yayınlarından çıktı. Hayırlı olsun yeniden. İsmi aslında içeriğini çok güzel ifade etmiş. Tanıtım videosu harika. Her şekilde ulaşılması için dağıtım harika yapılmış. Yayınevinizi de tebrik ediyorum. 1920 yıllarında Denizli ve İzmir bölgesinde geçen olaylardan bahsettiğinizi belirtmiştiniz. Tarih ağırlıklı olmasına rağmen içinde eminim kurguda var. Biraz ipucu alabilir miyiz? Nereden esinlendiniz bu romanı yazmaya nasıl karar verdiniz?”

 


Benim beynim sürekli hikâye kurgulamakla meşgul; duyduğum bir söz, tanık olduğum küçük bir hareket, anlatılan bir anı, kısaca herhangi bir şey bu yönümü ateşleyebiliyor. Bir komşu ziyaretinde çok yaşlı bir teyzenin o döneme ait ailesiyle ilgili hatırasını dinleyince bu konuda yazmaya karar verdim. Ama itiraf etmeliyim ki ilk niyetim, kısa bir öykü yazıp yarışmaya göndermekti. Hiç farkına varmadan gizli bir el Köz’ü romana dönüştürdü, kahramanlarım kendiliğinden önüme düştüler ve “beni de yaz, beni de!” diyerek beynimde dönüp durdular. Yazarken de eşim dâhil kimsenin haberi olmadı, benim deyimimle “kendime” yazıyordum çünkü.


Köz, tarihi olaylara dayalı kurgusal bir roman… İçinde aşk da var, ama vıcık vıcık, insanı bayan bir aşk daha doğrusu aşklar değil yaşananlar.


 

“Köz vatan Yangın Yeri isimli romanı okuması gereken kesim hangi yaş gurubu, hangi bölge, evrensel olduğunu düşünüyor musunuz? Okurlardan nasıl tepkiler aldınız?”


 

Kesinlikle evrensel olduğuna inanıyorum. Zaten kitapla ilgili en güzel eleştiriler de bu noktadan geldi, dini milleti ırkı ne olursa olsun insana insan gözüyle bakabilmek, ortada yaşanan bir yanlış varsa da bunun hepimizin, yani tüm insanlığın suçu olduğunu bilmek. “Herkes kendi kapısının önünü süpürsün. ”meselesi gibi, sokaklarımızı ancak böyle temiz tutabiliriz.

 


“Bizim camiada tanıdıklarımızdan çok tanımadıklarımızın ilgisini çekeriz fikrindeyim. Belki de onlar için çantada keklik durumu var, yani nasıl olsa yanımda okurum fikrindeler. Kimisi de yabancı yazarlara verdikleri şansı bizlere vermekte zorlanıyorlar. Bu konuda neler diyeceksiniz?”

 


Bu konuda çok haklısınız, ülkemizde hatta dünya genelinde belli başlı isimler çok satıyor ve birçok okur da çoğu zaman ne yazdığına bile bakmadan sevdiği yazarın kitabını kütüphanesine ekliyor. “Köz”, artık benim değil, ona ipekten iki kanat taktım ve edebiyatın maviliklerine bıraktım, uçabildiği kadar uzaklara uçmasını ve dokunabildiği kadar çok kalbe dokunmasını ümit ediyorum. Ki “umut göklerde şahlanmış mavi bir at” bana göre… O şansı isterim hem de çok…


Ama yine de hiç kitap sevmeyen birinin de sırf ben yazdım diye kitabımı okuması için zorlamak istemem… Okumak hatır gönül işi değil çünkü. İç sesime kulağını dayayarak beni duymadan tarihi bir yolculuk yapmak isteyenler gelsin benimle!

 


“Kitap okumadan yazmaya çalışan ve yazdığının en iyisi olduğunu sanan onlarca kişi tanıdım. Okumak hakkında düşüncelerinizi paylaşır mısınız? En sevdiğiniz yazar ve önereceğiniz kitapları da bu arada öğrenelim. Faydalanalım.”


 

 


İş ve aile yaşantımın yoğunluğu yüzünden yazamadığım oluyor ama okumadan geçirdiğim gün imkânsız diyebilirim. Bir kaç satır da olsa mutlaka buluşurum kitapla… Okumak yazmaya dahil, ruh dünyamızı besleyen bir pınar, hatta çağlayan diyebiliriz okumayı. Çağlayanlar pırıl pırıl tertemiz ve gürül gürüldür. Yosun tutmak istemeyen bir yazar mutlaka bu sularda ıslanmalı!


Ben kendini beğenmeyen biriyim. Asla tam anlamıyla bitirdiğimi düşünmüyorum yazdıklarımı, hep eksik bırakmışım gibi geliyor. Ne çocuk kitaplarım ne de Köz eşim olmasaydı okurlarla buluşamazdı. Bir iş gezisi sırasında bilgisayarımı götürmek zorunda kalmıştı, yazdıklarımla böylelikle tanıştı. Büyük bir heyecanla basım süreciyle bizzat kendisi uğraştı ve Sola Yayınevi ile yollarımızı kesiştirdi. O olmasa başaramazdım.


Ruh halini kendime çok benzettiğim ama ne yazık ki biraz geç tanıdığım hemşerim Hasan Ali Toptaş ,-kendisine doğunun Kafka’sı deniliyor- ve Nazan Bekiroğlu en çok sevdiğim yazarlardan… İyi bir roman okuru olduğumu düşünüyorum, o kurgusal dünyada beraberce gezindiğim çok yazar var tabi ki… Çalıkuşu’nu en az on defa okumuşumdur mesela.Kuyucaklı Yusuf,Osmancık,Heba,Mücella,Od aklıma ilk gelenlerden…


 

“Harikasınız yazarım... Peki, yazar olmak isteyen adaylara tavsiyeleriniz ne olacak?”

 

Ben bu güzel yolun çok başındayım, “yazar” sıfatını hak edip etmediğimi henüz daha bilmiyorum. Ama benim tavsiyem, bu işi aşkla yapmaları olacaktır. Hiçbir büyük yazarın “kitabım milyonlar satsın da ne olursa olsun” gayesi ile yazdığını sanmıyorum. Sabır sanırım bu işin en mühim noktası.


 

“Çevrenizde edebiyat sevdanıza olan farkınızı nasıl karşılıyorlar, nelerle karşılaşıyorsunuz?”

 

Özellikle öğrencilerimin tepkileri çok hoşuma gidiyor. Öğretmenlerinin yazdığını duyunca hem çok şaşırıyorlar hem de çok ilgilerini çekiyor bu durum. Yazmaya meraklı olanlar için de benim varlığım güzel bir örnek oluyor.


Ben hala sevgili Yıldız Öğretmenimin “yıldız”dan ellerini saçlarımda hissederim. Okşanmış bir baştan geçtiğine inanıyorum hayallere giden yolların…


Daha önce de söylediğim gibi uzun süre kendi kendime yazdım ve köşemde her şeyi adeta kayıt altına aldım. Zamanla bütün bu istemsiz kayıtlarım hikâyelerimde hayat buldular. Ve yakın çevrem bundan habersizdi ama öykülerimi okuyup da, kendilerinin ya da yaşanmışlıkların yazıya döküldüğünü görünce, şimdi herkes “Meriç yaz bunu, bunu da yaz!” diye tepki veriyorlar. Hep kayıtta olmamı istiyorlar yani!


 

 

“İngilizce öğretmeni olup Türkçe eserler vermek bir avantaj olsa gerek… En azından istediğiniz konuda okuma şansınız mevcut. Çeviri kitapları tam da çeviremedikleri, yani asıl tadının ana eserde kaldığını düşündüğümü belirtmeden geçemeyeceğim. Bu hususta siz neler söyleyeceksiniz?”

 


Çevirilere bu konuda haksızlık edildiğini düşünüyorum ben. Çünkü çeviride mükemmele ulaşılamayacağı inkâr edemeyeceğimiz bir gerçek. Yazarın dili, kültürü, anlatımı kendi içinde akan bir nehirdir çünkü ve ne kadar çabalarsa çabalasın, aynı formda, yazarın aktığı gibi akamaz çevirmen. O eserin aslına en yakın olanını ulaşmaya çalışır ve okuyucuya bu halini sunar. O yüzden dil bilmek ve sevdiğin bir eseri kendi dilinde okuyabilmek inanılmaz bir ayrıcalıktır.


 

 

“Geleceğe ait projeleriniz hakkında ipucu alabilir miyiz?”


Yazmaya devam etmek istiyorum, sonsuza kadar hatta sonsuzluk kadar yazmak istiyorum..

Bu kadın “aşk”la yazmış desinler yeter bana.


Şu an elimde bitirmek üzere olduğum bir romanım var, gurbetçilere buradan yani memleketten bakmaya çalıştım. Kitaplaşmaya hazır öykülerim var. Ama ben en çok “babamı” yazmak istiyorum bir gün… Hani o hep her söyledikleri doğru çıkan, kendi inandıklarından asla ödün vermeyen, otoriter, otoriter oldukları kadar sevgi ve merhamet dolu bizim jenerasyonun babalarını… Hiç biri başaramasa da best-seller olmasını isteyeceğim kitabım bu olurdu herhalde.

 


 

“On yıl sonra kendinizi nelerde görmek istiyorsunuz?”


Şu an on yıl öncesine göre daha ilerdeyim, bundan on yıl sonra da şu an olduğumdan daha da ötelerde olmak isterim. Yavaş yavaş tırmanılacak bir merdiven olduğunun farkındayım, çok tanınmak istemem diyemem ama asıl önemsediğim ortaya koyduklarımın edebi bir değer kazanması ya da öyle anılması.

 


“Değerli yazarım, şiiri seviyor mu dinliyor mu acaba merak ettim. En sevdiği şairler kim?


Daha önce de söylediğim gibi şiir okumayı yazmaktan daha çok seviyorum. Bir ara divan ve tasavvuf şiirlerine ilgi duymuştum. Defterime sevdiğim gazelleri hala not alırım. Ama Cahit Sıtkı Tarancı’yı hayranlık derecisinde çok severim. Bir de Byron ve WORDSWORTH vazgeçilmezlerimdir. Sanırım İngiliz Edebiyatı okumamın etkisi var bu seçimlerimde.


 

 

“Kitap fuarlarına katılıyor musunuz? İlgi nasıl?”


Mümkün oldukça… Bu hafta Sola Yayınevi birbirinden güzel tüm kitaplarıyla ve elbette Köz’le Antalya Film Portakalı’nda olacak. Yayınevimiz festival sponsorlarından biri… Sanata ve sanatçıya değer veren harika bir ekip Sola ve onlarla yolumun kesişmesi benim için inanılmaz bir mutluluk.


 

“Hatice Meriç hocam, çok sevindim adınıza, inşallah her şey mükemmel olur,  vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyor, kaleminiz daim okurunuz bol olsun diliyorum.”


Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Kendisi de yazar olan çok yakın arkadaşım bana “kelebeğin bol olsun” der… İçimdeki kelebeklerin çırpınışları umarım hiç durmaz…

 

 

( Yazar Hatice Meriç Doruk İle Kalemi Üzerine başlıklı yazı F.Ç.Kabadayı tarafından 20.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.