-Aklî dengesini yitirenlere deli denirmiş.(Sözlüklere göre)

-O zaman bu insanların yitirdiklerini bulun da memlekette deli kalmasın!

**

Ayakta öylece bekliyordum; ne ileri ne de geri bir adım atabiliyordum. Bu şekilde ne kadar süre kaldığım bilmiyorum. Hareket etmek için kendimi zorlamam gerekiyordu. Başımı sağa sola oynattım, gözlerim çok net olmasa da etrafı görebiliyordu. Bu bile olumlu bir işaretti. Sevindim. Küçük bir adım attım, devamı geldi. Neden yaptığımı bilmiyorum, ama gittim odanın ışığını açtım. Ortalık aydınlanınca, oda arkadaşlarımın da gürültüden uyandıklarını gördüm. Arkadaşlarım uyanık oldukları halde sanki hiçbir şey olmamış gibi yerlerinde yatıyorlar ve hiç konuşmuyorlardı. Onların bu davranışlarını daha önce de benzer olaylarda görmüştüm. Varlıklarıyla yoklukları bir, kendi iç dünyalarında pasif savunmaya geçmiş yaratıklar...

Camın yanına gidip açınca barut kokusundan genzim yandı. Tabanca sesleri devam ediyordu. Başımı dışarı çıkarıp baktım, çatışmanın olduğu yer büyük bir ihtimalle saraydı. Kırılan bir cam sesi ile kendimi yere attım. Çok yakınımdan gelmişti ses, ama kırılan bizim değil yan odanın camıymış. Yan odadan gelen çığlık seslerini duydum. Bir kurşun camı kırmış ve bir ya da birkaç yurttaş yaralanmış olmalıydı.

Ayağa kalkıp tekrar camdan bakacaktım ki bunun aptalca bir davranış olacağını fark edip vazgeçtim. Odamızdan dışarı çıkıp camı kırılan yan odaya gittim. Yaralanan yokmuş, çığlıkların nedeni korkuymuş.

Anons yapılmaya başlandı: “Değerli yurttaşlarımız! Az önce bir grup alçak vatan haini tarafından Başkanımızın sarayına bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Başkanımız bu menfur saldırıdan yara almadan kurtulmuştur. Sağlığı yerindedir ve bu alçak hainlere karşı başlatılan operasyonu bizzat yönetmektedir. Güvenlik güçlerimiz bunlara gereken cevabı ve dersi verecektir. Dışarısı yurttaşlarımızın can güvenliği açısından tehlikeli olduğundan odalarınızdan ayrılmamanız önemle duyurulur.” Anons birkaç kere tekrar edildi.

Daha sonra çok sayıda kırılan cam sesi duydum. Çatışanlardan bazıları rastgele binalara da ateş ediyor olmalıydılar.

Odama döndüm, yatağıma uzanıp olayların sona ermesini bekleyecektim. Tabanca sesleri -bana çok uzun gelen bir sürenin sonunda- kesildi. Biraz sonra da elektrikler gitti. Buna rağmen odanın içi aydınlıktı, çünkü gökyüzünde büyük, parlak bir ay vardı ve ortalığı aydınlatıyordu.

Megafonla konuşan biri vardı. Sesi tanıyordum, konuşan Savunma Bakanı'ydı. “Teslim olursanız Başkanımız hayatınızı bağışlayacak ve devlet sınırlarının dışına çıkmanıza izin verecek. Teslim olmak için yarım saatlik süreniz var. Aksi takdirde bu hareketinizi hayatınızla ödeyeceksiniz.” Dedi ve karşı taraftan biri de ona cevap verdi, ama onun ne dediğini ben anlamadım.

Yarım saat sonra çatışma yeniden başlayabilirdi. Uyumak istiyordum ama beklemek zorundaydım. İyi de yarım saatlik sürenin ne kadarının geçtiğini ya da dolup dolmadığını ben nasıl anlayacaktım? Saatim yoktu ki bakayım. Bir formül bulmalıydım. Buldum. Sayı sayacaktım. Her sayı için bir saniye geçse bir dakikada altmış saniye var; yarım saat de otuz dakika olduğuna göre altmış çarpı otuz yani bin sekiz yüze kadar saydığımda süre dolmuş olacaktı.

Ay, yattığım yerden görünüyordu. Hem aya bakıyor hem de sayıyordum. Bir ara aya gitmeyi düşündüm. Aslında nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum, ama dünyaya benzer sanıyordum. Oradaki denizleri, gölleri, akarsuları, ormanları hayal ettim. Acaba bizim gibi insanlar da var mıydı? Ya hayvanlar? Neden olmasın? Sonra, lisede öğrendiğim bilgiler aklıma geldi, ayda hayat yoktu. Keşke olsaydı!

Tabii bunları düşünürken saymayı unutmuştum. Acaba kaçta kalmıştım? Bir yerden tahmini olarak gene saymaya başladım. Dikkatimi saymaya verecek ve başka bir şey düşünmeyecektim.

Tam bin altı yüz seksen üçe geldiğimde Savunma Bakanı'nın sesi duyuldu. Daha bin sekiz yüze çok vardı, ama demek ki saymayı unuttuğumda doğru yerden başlamamışım. Neyse, önemli değil...

Bakan, karşı gruptakilere sürenin dolduğunu, silahsız ve elleri havada çıkmaları gerektiğini söylüyordu. Karşı taraftan biri “Tamam, teslim oluyoruz.” dedi gibi geldi bana, fakat çok emin değilim; zihnim uydurmuş da olabilir.

Tam bu sırada elektrikler geldi, odanın içine ışık oldu. Yataktan kalkıp kalkmamakta tereddüt ediyordum. Kalktım, camın yanına gittim. Ne dendiğini anlamasam da konuşmalar duyuyordum. Çatışma bitmiş olmalıydı. Ortalık sessizleşmişti. Cama abanıp beklemeye başladım. Ne kadar beklediğimi tam bilemem, ama yarım saatten az olduğunu tahmin ediyorum.

Bu bekleyişi ve sessizliği aynı anda çok sayıda silahtan çıkan kurşun sesleri bozdu. Bu adeta bir tencerede mısır patlatırken duyulan sese benziyordu. Tabii duyulan sadece kurşun sesi değil, acı çeken insan sesleri de vardı. Cam kenarından uzaklaşıp yatağıma gitmem gerektiğini anladım. Camdan baktığım yani bu tedbirsizliği yaptığım için kendime kızdım.

Sonra tüm silahlar sustu ve ürkütücü bir sessizlik ortalığı kapladı. Memnun olmam gerekirken sessizlik beni ürkütmüştü. Çünkü sessizlikten sonra gelecek olan bir patlamayı ya da kurşun seslerini beklemeye başlamıştım.

Sessizlik bozulmadı, gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Anacığım başucumda oturmuş “Uyumalısın oğlum!” diyordu. Onun sözünü tuttum ve derin bir uykuya daldım. Tabii bunun asıl nedeni Psikiyatrist'in verdiği ilaçtı. Teşekkürler sevgili doktorum...

Uyandıktan sonra acele ederek giyindiğim halde kahvaltının sonuna zor yetiştim. Beni gören mutfak görevlileri şaşırdılar, çünkü yemekhaneye en erken gelenlerden biri bendim. Bu gecikmem o nedenle şaşırtmıştı onları. Kahvaltımı bitirip dışarı çıktım. Yönümü saray tarafına çevirdim. Akşam olanlarla ilgili görüntü ve bilgileri oradan öğrenebilirdim. Saray tarafından dönenlerin konuşmalarına kulak kabarttım:

-Beşe beş...

-Beş şehit beş leş.

İfadelerini duyduysam da bir anlam veremedim.

Sarayın önü insan doluydu. Bir şey seyrediyorlardı. Binanın kırık camları, parçalanmış nöbetçi kulübesi görünüyordu. Kalabalığın arasından geçip ne olduğunu daha iyi görmeliydim. Bazıları beni fark edince hemen yol verdiler, bazıları ise engellemeye kalktılar. En öne geçtiğimde yerde yatan beş ceset olduğunu gördüm. Her tarafları delik deşikti. Üstleri ve yerler pıhtılaşmış kan doluydu. Bu cesetlerden birini tanıdım: Tek Kulak. Diğer dört cesedin hepsinin sırtında güvenlik elemanı elbisesi vardı. Bu görüntü aklıma, gece Tek Kulak'ın saraya bir darbe girişiminde bulunduğu düşüncesini getirdi. Buradakilere ne olduğunu sormanın gereksiz olduğunu, en sağlıklı bilgiyi Dedikoducu'dan alacağımı biliyordum.

Gözlerim kalabalık içinde onu aradı. Yoktu. Kalabalık arasından çıkıp bahçeye doğru yöneldim. Dedikoducu'yu bulmam fazla uzun sürmedi. Bir ağacın altında ayakta dört ispiyon timi elemanıyla konuşuyordu. Beni görünce sesinin şiddetini artırdı. Onlara bağırmaya başladı. Konuşmanın bitmesini bekledim. Eliyle adamları kovalayınca yanına gittim.

-Dedikoducu, sen o adamların kim olduğunu biliyorsun ama gene de onlara hakaret ediyorsun. Adamlar senin hakkında bir ihbarda bulunup işini bitiriverirler.

-Onlar bana hiçbir şey yapamaz Kargacı. Onların analarından emdikleri sütü fitil fitil burunlarından getireceğim. İstihbarat nedir, nasıl toplanır, nasıl değerlendirilir ve nasıl sunulur... Hepsini öğrenecekler. Adamlar bir b.. bilmiyorlar ve istihbaratçı olarak geçiniyorlar. Artık onların bir amiri var ve o amir de benim.

-Sen ispiyon timinin amiri mi oldun? Ne zaman?

-Bu sabahtan itibaren...

-Nasıl olduğunu öğrenmek isterim ama önce geceki olay hakkında bilgin var mı diye sorayım.

-Emrin olur kahramanım. Benim amir olmamla dün akşamki olay birbiriyle bağlantılı. Anlatınca göreceksin. Senin karşında Başkanın hayatını kurtaran adam var.

-Hadi canım sen de... Atıyorsun. Sen Başkanın hayatını nasıl kurtaracaksın?

-Kargacı, sana bu bilgileri veren sıradan bir adam değil. İspiyon timinin amiri. Yani ilk kaynaktan ve en doğru bilgileri alacaksın. Milli Kahraman olmasaydın anlatmazdım da...

Konuşmasını kesti, çünkü yanımıza iki kişi geldi, onu tebrik edip gittiler.

-Sen de elemanların gibi en baştan deşifre olmuşsun Dedikoucu. Artık senin de ispiyon ekibinden olduğunu bilmeyen kalmayacak.

-Bilmeleri bir şey değiştirmez. Bugüne kadar da herkes benim dedikoducu olduğumu biliyordu ama ben gene de en hayati bilgileri elde edebiliyordum.

-Sen asıl konuyu anlatmaya devam et. Dur, dur anlatma. Biri daha geliyor.

(Devam edecek...)

( Demokratik Deliler Devleti-27 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 23.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.