Deli Serpa televizyonda kanalları karıştırırken bir diziye denk geldi. Dizinin adı Ulan İstanbul’du. Eski bölümlerinden biri veriliyordu. İzlemeye başladı. 
Film hoşuna gitmeye başlayınca buzdolabından bir tane le’cola ve BİM’den almış olduğu büyük çekirdekleri alıp televizyonun karşısına geçti. Diziyi izleyip bitirdikten sonra dizinin etkisinde kaldığını fark etti. Film o kadar hoşuna gitmişti ki geceleri rüyalarına girmeye başladı. Kendini hep İstanbul’da görüyor, eski günlerdeki anılarını tekrar yaşıyordu. Küçükken minik kardeşi Ayşegül’ü bir Cami avlusu yerine Çaykara’daki Akıl hastanesinin bahçesine bırakıp kaçarak İstanbul’un yoluna düşmüş ve başından bir sürü macera geçmişti. Bir hafta bu şekilde devam edince İstanbul’a gitmenin farz olduğunu düşünüp yola çıktı. Tabi yola çıkmadan önce Trabzon’un Bahçecik cezaevindeki kardeşi Ayşegül’e de uğramayı ihmal etmedi. “ulan Ayşegül, gorili öldürmeseydin sen de benimle gelecektin İstanbul’a. Yazık oldu sana, tüh.” Diye mırıldanarak öndeki şoföre 5 lira uzatıp:
-“Pırdın, şırdın bir kişi ılır mısınız?” dedi nazikçe. Şoför anlamadı:
-“Nasi?” diye sordu. Serpa daha nazik:
-“Şı biş lirıdın bir kişi ılın.” Dedi. Şoför yine anlamadı:
-“Ne diysınız hanfendi?” diye sorunca arka taraflardan yardımsever bir abi:
-“Gaptaan, bi kişi alacasın hağu beş liradan.” Diye bağırdı. 
-“Ne biçim konuşiy bu kız.” Deyip beş liradan bir kişi alıp para üstünü verdi. Deli Serpa arkadaki yardımcı abiye bakarak:
-“Tişikkir idirim.” Dedi nazikçe. Yolculardan biri de:
-“Tercüme etsana ne diy?” dedi. 
-“Teşekkür ediy .” diye cevapladı yardımsever abi. . şaşkın yolculardan biri:
-“La sen nasi anlaysin onun dilini? Nerden biliysin?” diye sordu. Adam kasıla kasıla:
-“annem beni ufağıkan sebetten duşürdi, kafam tarla taşina vurdiydi; 3 sene boyinca onun gibi konuştum. O yüzden anlayrım onun dilinden.” Diye diye cevap verdi. 
-“Sora nasi duzeldın?” diye sordu bir kadın. 
-“3 sene sora ayni yerden geçeyikan ayağım takıldı düştüm ayni taşa vurdum başumi haman eyi oldum. Şindi o taşi köyun yaşli bi deli doktori kullanıy, bole deli hastalarinin başina vurur onlan eyileştırır. Bu taşta keramet var.” Diye cevap verdi. çok geçmeden bahçecik cezaevine geldi dolmuş. Serpa inip koşa koşa cezaevine girdi.
Gerekli ziyaret işlemlerini tamamladıktan sonra kardeşiyle görüşmeye gitti. Camlı yerdi görüşme alanları. Ayşegül hiç iyi görünmüyordu. Gözaltı morlukları artmıştı ve çok zayıflamıştı. 
-“Hayırdır hangi rüzgâr attı seni buralara?” diye sordu Ayşegül. Deli ablası:
-“Rüzgar atmadı beni buraya. Bahçecik dolmuşuyla geldim. Neyse nasılsın? Nasıl geçiyor günlerin? Keyfin nasıl?” diye sordu. Ayşegül’ün bakışları gitgide öfkeli denize dönüyordu. 
-“Seni ilgilendirmez abla. Hayırdır buraya gelmendeki amaç ne? Gene ne yamayacaksın bana? Benim hayatımı mahvettin.” Diye çıkıştı. Deli Serpa elindeki BİM poşetini göstererek:
-“Sana temiz çamaşır getirdim. Ben İstanbul’a gidiyorum. Sen gorili öldürmeseydin benimle gelecektin.” Deyince Ayşegül’ün tepesi attı ve ablasına bağırmaya başladı. 
-“Seni pislik yalancı, seni iftiracı! Allah belanı versin senin, Allah çıkarmasın seni kör kuyulardan. Senin yüzünden bu hallere düştüm!” diye bağırıyor önündeki camı yumrukluyordu.
-“İstanbul’un altın taşları boğazlarına dolsun!” diye devam ederken Deli Serpa dur işareti yaptı:
-“Dur, yanlış beddua ediyorsun, benim bir tane boğazım var. Ona göre et bedduanı.” Diye uyardı. Ayşegül:
-“Allah boğazını İstanbul’un altın taşlarıyla doldursun!” diye bağırdı. Herkes başına toplanmıştı ve gardiyanlar da gelmek üzereydi. Serpa:
-“Ney altın taşlarla mı? Ooo süper, altın fiyatları da yüksek şu sıralar. Bozdurur köşeyi dönerim, seni de kurtarırım burdan yine çaykara’daki akıl hastanesine yollarım. En azından ordaki şartlar daha iyi.” Dedi istifini bozmadan. Çoktan gelmişti gardiyanlar o sıra. Ayşegül Serpa’ya hücum ederek:
-“Alın bunu burdaaan!!!!Deliriyoruuum deliirriiiyorrrruuuuum!!!! Defol git burdan pisliiiiiiiikkk! Gözüm görmesin seniii!” diye haykırdı ve cama bir tekme attı. Gardiyanlar Ayşegül’ü götürmeye çalışırken Serpa:
-“o zaman kapa gözlerini görmesinler beni. Te Allah’ım yaa…” deyip oradan ayrılmadan önce:
-“Ha İstanbul’dan bir şey istiyor musun?” diye sordu. Ayşegül yaka paça götürülürken:
-“Rodin’in Bakırköydeki düşünen adam heykelini getir düşünen adam heykelini. Burdan çıkınca çok lazım olacak; malum senin gözüne sokacağım onu.” Diye bağırdı. 
-“Tamam, söz getireceğim onu sana.” Deyip çıktı oradan.
O gece İstanbul yolculuğu başladı. Yine eskiden olduğu gibi yürüyerek tuttu İstanbul’un yolunu. Gece gitti gündüz gitti, ana avrat dümdüz gitti. Dere gördü durdu yüzdü, baktı mevsimlerden güzdü. Tam tamına 30 iş günü sonra nihayet İstanbul tabelasını gördü. Yere çöküp İstanbul’un toprağını defalarca öptü. Sonra bir dereye gidip yıkandı kıyafetlerini de yıkayıp kuruttuktan sonra İstanbul merkezin yolunu tuttu. Hava sıcaktı ve çok kalabalık vardı. Üstelik trafik de çok aşırı idi. Arabaların arasından karşıya geçti. Köprüden metrobüsle de denizden vapurla geçmeyip çılgın hamsi gibi yüzerek karşıya geçti. Sahilde yere uzanıp sigarasını kuruttu ve bir dal yakarak boğazın göz alıcı güzelliğini seyre daldı. “Hey gidi, burada az mı dilendim Suriyeli kankalarımla.” Derken gözleri doldu. 
-“Az mı dileniyoduk burda bee. Arkadaşlarım bana dilsiz diyordu. Çünkü ben “Allah rızası için şu dilsize bi sadaka” diye dilenirdim. O zamanlar konuşamazdım; çünkü konuşmayı çok sonradan öğrendim ben. Ne acılı günlerdi bee…” diye iç geçirirken “Dilsiz!” diye seslendi birisi. Sesin geldiği yöne döndü ki ne görsün! En sevdiği Suriyeli Kankası karşısında dikiliyor! 
-“Aman Tanrım didiim! Diye bağırıp ona sarıldı. Bir süre hasretle sımsıkı sarıldıktan sonra bir deniz kenarına geçip bir şeyler atıştırmaya karar verdiler. Suriyeli kankası:
-“Dilsiz, yemekler benden, ne yersin?” diye sordu. Serpa:
-“Dur hele garson gelsin de, biz şu menüleri inceleyelim.” Diye cevap verip bir menüyü incelemeye başladı. Çok geçmeden garson geldi:
-“Hoş geldiniz efendim, sipariş verecek misiniz?” diye sordu. Suriyeli:
-“Evet, veriyoruz şimdi.” Dedi. Serpa dur işareti yaptı ve:
-“Dur ben vereyim. İki dürümün dördü hariç hepsi bol domatesli ve soğanlı olsun. Ve bol şekerli Türk kahvesi alalım çünkü biz kolasız dürüm yiyemiyoruz o yüzden birer açık çay.” Dedi garson da not alarak oradan ayrıldı. Kankasışaşkın bakışlarla:
-“Çok merak ediyorum ne getirecek bize?” dedi. Tam o sırada az önceki garson ağlayarak geldiğini gördüler. Gözyaşlarını silip ağlamaklı:
-“Sizin yüzünüzden işimden oldum Allah cezanızı versin.” Deyip oradan ağlaya ağlaya ayrıldı. Serpa’nın gözleri dolmuştu o sıra:
-“Vah vah, galiba siparişimizi yanlış anladı.” Dedi. 
3 saat sonra Suriyeli Kankası onu kendi evine götürmüştü. 
-“Ben sana söylemeyi unuttum Dilsiz, ben Bakırköy akıl hastanesinin müdürüyüm. İstersen yarın oraya uğrarız seninle.” Dedi. Serpa’nın gözleri fal taşı gibi açıldı:
-“Neeeyy? Ciddi misin?” diye sordu. Suriyeli:
-“Evet, sen bizden ayrıldıktan sonra çok çalıştım okudum ve buralara kadar geldim. Çok şükür halimize, çoluk çocuğa karıştım. Neyse yarın sabahtan bizim hastaneye gidiyoruz.” Dedi. Serpa:
-“Düşünen Adam heykeli de orada mı?” diye sordu. Suriyeli başını evet şeklinde sallamakla yetindi. 
Neşeli bir akşamın ardından güneş şen şakrak ışıklarıyla İstanbul’un ufkundan doğdu. Kahvaltı yaptıktan sonra kendilerini Hastanede buldular. Gelir gelmez Hastanenin idarecileriyle tanıştılar. Ardından hastaneyi gezmeye çıktılar. Serpa içinden konuşuyordu:
-“Hay Allah, Ayşegül’ü buraya koymamakla hata mı ettim ben? Burası daha bi modern ve havalı geldi bana. Hem burasının düşünen adam heykeli var. Belki Ayşegül onu örnek alıp düşünürdü azcık ve bu hallere düşmezdi. Üzülüyorum haline. Kardeşim olmasına ve o kadar okul okumasına rağmen gram aklı yok. Bilsem ki akıl parayla alınıyor bütün olmayan servetimi verip ona bir gram akıl alırdım. Bir gram akıl? Fazla mı oldu? ya pahalıysa gramı? Yok yok ona yarım gram yeter. Fazla ayakaltında dolaşmasın yeter. Ya ben ona düşünen adam heykelini alıp götüreceğim, önce onu halletmeliyim. Canım kardeşim goril yüzünden mahpuslarda çürüyecek. Neyse görelim şu heykeli bakalım neyin nesi kimin fesi.” 
Suriyeli kankası sessizliği bozarak iç sesindeki diyaloğa son verdi:
-“İşte bak, bu gördüğün heykel meşhur Düşünen adam heykelidir. Rodin adlı heykeltraş tarafından 1880 yılında yapılmıştır.” Diye bilgi verdi. Deli serpa elini çenesine koyup bir süre heykele baktıktan sonra:
-“Nesi var bu herif ’in?” diye sordu Suriyeli kankasına. 
-“Hı? Nasıl yani?” diye sordu müdür. Serpa:
-“Ne bileyim kara kara düşünüyor da.” Dedi. tam o sırada heykelin bitişiğindeki bir hastanın sesini duydular. Başında bir pembe huni vardı ve üzerinde deli gömleği vardı. Heykelin dibinden ayrılmayıp heykele bakarak bir şeyler söylüyordu. Serpa tam soracakken:
-“Heykelin en büyük hayranıdır. Hatta onun sevgilisi olduğunu sanıyor. Şuanda kavga ediyor heykelle. Herkes ona Rodine der. O heykel için 30 yıldır bu hastanede kalıyor. 5 müdürü 8 doktoru 15 hemşireyi emekli etmiştir bu hastaneden.” Diye yapıştırdı cevabı. Serpa’nın ağzı açık kaldı:
-“Oha, yuh! Sen de gidicisin bu durumda. Bu arada neden kara kara düşündüğünü anladım. Aman Tanrım.” Dedi. sonra:
-“Ben gidip tanışacağım onunla.” Diye ekleyip ona doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça Rodine’nin söyledikleri daha da net anlaşılıyordu. Başını heykelden yana çevirip yaşlı gözlerle:
-“Hep kendini düşün! Hıh!” dediğini duydu Serpa. Biraz daha yanaştı:
-“Sen bensiz yapamazsın ki. Kaç yıllık sevgiliyiz beni kaçır artık! Anamgilden istemeye gelmedin, bari kaçır beni.” Sessizlik… “Ben mi seni kaçırayım?” sessizlik… “Ama nasıl olacak o iş? Tek başıma kaçıramam ki. Hımmm, dedemin eski bir el arabası vardı onla olur mu ki? Hem neyle çalışıyor, mazot mu benzin mi? Hem onu çalmam gerekecek.” Sessizlik… “Neeeyyyy? Sen benden dedemin el arabasını çalmamı mı istiyorsun? Hırsız mıyım ben ayol? Terbiyesiz seni. Tühü sana! Bitti her şey bitti! Sen bir hırsızsın, seninle yuva kurulmaz. Her şey burada bitmiştir tamam mı Rodin! Beni bir daha arama sorma!” sessizlik… “Olmaz bitti dediysem her şey bitti! Çekip gideceğim buralardan, ühüğ. Senin olmadığın diyarlara gideceğim ühüğğ” 
Deli Serpa daha fazla dayanamayıp yaşlı gözlerle ona sarılıp bir süre konuşmadan ağlaşırlar. Ağıt faslı bittikten sonra oturup konuşmaya başlarlar. Kısa sürede birbirine ısınırlar ve dost olurlar. Düşünüp taşınırlar günlerce ve İlk fırsatta heykeli kaçırmaya karar verirler. Ama önceden Hastaneden kaçma planlarını düzenlemeliydiler. 
Yağmurlu bir günde hastanede bir sessizlik oldu birkaç saat boyunca. Herkes bu sessizliğin farkında değilken hemşirelerden biri koşa koşa başhekimin yanına geldi ve soluk soluğa:
-“Doktor bey, tehlikeli hastalarımızdan Rodine hastaneden kaçtı!” diye bağırdı. Bir anda hastane karıştı ambulans motorları çalıştı ve İstanbul didik didik aranmaya başladı. O gün gece yarılarına kadar arama tarama çalışmaları devam ettikten sonra olumsuz sonuçlanınca yorgun argın hastaneye döndüler ki ne görsünler! Rodine ile Deli Serpa heykelin dibinde Türk kahvesi içmekte! Başhekim dahil herkesin tepesi attı:
-“Nerdeydiniz ulan siz!” diye bağırdı Başhekim. Rodine kahvesinden bir yudum alıp geğirdi ve:
-“Sakin ol müdür. Yarın hastaneden kaçıcaz da bugün provasını yaptık. Çok da kolay oldu ha!” diye cevap verdi. Serpa ona ayağıyla bir tane vurdu. Başhekim yanındakilere dönüp:
-“Onları yakalayıp bir odaya kapatın hemen!” demesiyle bizimkilerin tabanları yağlaması bir oldu! bütün görevliler peşlerine düştü. Serpa çok öfkeliydi:
-“Ulan dingil, niye müdüre bugün prova yaptığımızı söyledin?!” diye bağırdı. Rodine ağlamaklı sesle:
-“Ne bileyim başgan, ben dürüst bir insanım yalan söyleyemiyorum.” Diye cevap verdi. Serpa daha da öfkeli ve burnundan soluyordu:
-“Anca ebenin mezarında görürsün Rodin’i salak!” diye haykırdı. Rodine:
“Ebemin mezarı mı?” diye sordu. Serpa cevap vermedi. İzlerini yitirmeyi başarmıştılar o sıra. Bir sokağa girip çöp konteynerlerine doğru yürümeye başladılar. Ki bir ses duydular ve oldukları yerde kalıp sese kulak verdiler:
“Şemsettin bin arabaya 
Şemsettin bin arabaya…
Şemsettin…
Beş kişiydiler on kişiydiler 
Önce sevdiler sonra dövdüler. 
Böğrüme vurdular böğrüm ağrıyor 
Karnıma vurdular karnım ağrıyor
Karnım ağrıyor… 
Ding dongdonodonininidingdongdonodoninini (GARFİELD’IN ŞARKISI. BİLMEYENLER YOUTUBE’DAN AÇIP DİNLEYEBİLİR) 
Dans ede ede konteynerin içinden bir sarı şişko sokak kedisi çıktığını gördüler. O an oldukları yerde kaldılar. Kedinin üstü başı kir pas içindeydi ve gözleri morarmıştı. 1 tane bıyığı kalmıştı. Patisinin bir tanesi de alçıya alınmıştı. Bizimkiler bu halini görünce hemen yanına koştular. 
-“Nooolllldu sana kedi kardeş??” diye haykırdı Rodine. Kedi:
-“Dayak yedim panpa.” Diye cevap verdi kedi. Deli serpa:
-“Ve sen burda şarkı söyleyip göbek atıyorsun. Vay anasını sayın seyirciler!” diye bağırdı. Kedi:
-“Kimin anasını lan?” diye sordu merakla. Deli serpa:
-“Sen onu geç de anlat bakalım kimden dayak yedin, neden dövdüler seni?” diye sordu. Kedi bir konteynerden çıkarmış olduğu yarısı yolu bira şişesinden bir yudum alıp patisinin tersiyle ağzını sildi:
-“hava bayağı kararmıştı. Ben de çöp konteynerinde uyuyordum, salağın biri muz kabuğunu fırlattı konteynere. Aksi gibi benim kafama gelince ben çok korktum. O sinirle onlardan intikam alayım dedim ve tekrar oradan geçmelerini bekledim. sonunda seslerini duydum saldırıya hazırlandım ve bir ki üç deyip çöp konteynerinden çığlık atıp önlerine fırladım. Korkudan bir tanesi bayıldı, bir tanesi altına yaptı, bir tanesi kalp krizinden gitti. Diğerleri mıh gibi kaldılar olduğu yerde. İntikamımı aldığım için önlerinden göğsümü kabarta kabarta geçerkene sigaralarını paralarını çalıp oradan kaçtım. Tabi aradan birkaç gün geçti ve onlar da benden intikam aldı.” diye bitirdi cümlelerini. Deli serpa:
-“Bu bizden de manyak çıktı. Kesinlikle bize katılmalı. Her şeyi ona anlatalım da bize yardım etsin.” Dedi Rodine’ye. Bu fikir Rodine’nin olmayan aklına yattı ve her şeyi o çılgın kediye anlattılar. 
Kedi onlara yardım edeceğine dair söz verdi. 
Aradan üç gün geçtikten sonra çılgın kedi koşa koşa geldi ve:
-“Kızlar, yerimiz tespit edildi, buradan kaçmalıyız!” diye bağırdı ve koşmaya başladı. Kızlar da peşinden gittiler. Bütün İstanbul peşlerindeydi artık. Bir şekilde kaçmayı başarıyorlardı ve sokaktan sokağa giriyordular. 
En son haliçe kadar geldiler ama o kadar hızlıydılar ki kendilerini durduramayıp denize düştüler toptan. Halicin buz gibi suyunun derinliklerine battılar. Neye uğradıklarını şaşırmıştılar. Şarkıcı kedi çılgın hamsilerin saldırısına kurban gitmişti. Serpa hamsilerin huyunu bildiği için hamsilerden birinin kafasını suya sokup boğarak öldürdü. Diğer hamsiler de onun cenazesine katıldı ve bu şekilde bizimkiler oradan kaçmayı başardı. Biraz daha derine inerken gözleri büyüleniyordu. Her taraf altınlarla doluydu. Serpa mutluluktan:
-“Aaaaa altınlara bak Rodine!!! Zengin olduk zeeengiiinnn!” diye bağırmasıyla altınların bir anda boğazına dolması bir oldu. hemen Rodine yardımına koşarak pardon yüzerek altınları boğazından çıkarmayı başardı. “Ayşegül’ün bedduası kabul oldu.” deyip ağlamaya başladı. Sakinleştikten sonra bir çuvala altınları doldurup yüzeye çıkmaya başladılar. Tam o sırada askeri bir helikopterin kendilerine doğru yaklaştığını gördüler ve sevinçle kendilerine sarkıtılan ipe tutunup hızla yukarı çıkmaya başladılar. Bütün askerler şaşkınlıkla onlara bakarken Serpa ağzına bir sigara koyup askerin birine:
-“Ateşle yavru kuş.” Dedi. bir nefes çektikten sonra askerlere dönüp:
-“Bize bakın, biz gözü dönmüş canlı bombayız eğer bu helikopterden atlamazsanız hep beraber ölürüz!” diye haykırıp ani bir hareket yaptı. Askerler o panikle kendilerini helikopterden aşağı attılar. Pilot onlarla başbaşa kalmıştı ve korkudan tirtir titriyordu. 
-“Bakırköy Tımarhanesine çek kardeş, oradan bir emanet alacağız.” Diye emir verdi Serpa. Pilot bir şey demeden Bakırköy ‘e çevirdi rotayı. Çok geçmeden hastanenin bahçesine indiler. Heykeli oradan söküp helikoptere koydular.
-“Şimdi istikamet Trabzon Gaptan!” diye emir verdi yine Serpa. Helikopter iyice yükseldikten sonra Trabzon’a doğru özgür bir kuş gibi süzülmeye başladılar. Deli Serpa helikopterden aşağıya baktı; İstanbul karmaşık görünüyordu. Her yer bombalanmış yağmalanmıştı. Boğaz köprüsü tıkanmıştı. Deli Serpa Rodine’ye dönüp dedi ki:
-“Şu İstanbul halkının yaptığına bakar mısın? Koskoca güzelim şehri ne hale getirdiler. Neden öyle yaptılar acaba? Yoksa, yoksa 3. Dünya savaşı mı ilan edildi? Ayyy hemen eve gidip silahlarımızı kuşanıp gelelim savaşa katılalım! Dedeme de haber verelim o da kuş tüfeğini alsın gelsin bizimle savaşa; çok yiğit adamdır kendisi. Hadi çabuk sür şunu gaptan! Yapacak çok iş var! Bu arada, Çok şükür Ayşegül’e verdiğim sözü de tutmuş oldum".
( Deli Serpanın Maceraları 4 başlıklı yazı AyşegülAktağ tarafından 26.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.