Komiser  yardımcısı  Sezai’nin  ‘’Kim  öldürecek.  Elbette  sen’’  Diye  gürlemesi  üzerine  çenemdeki  top  sakalı  sıvazlayarak…


TALAT-  Ne  top sakalı  hocam.  Taktın  top  sakala  yahu.  Bak  bakalım  benim  top sakalım  var  mı?

SAMİ  BİBEROĞULLARI-  Eeeee  yeter  ama.  Kendi  uydurduğum  kahraman  bile  bana  posta  koyarsa  ben  bu  öyküyü  nasıl  yazarım?

TALAT-  Tamam  da  hocam  biraz  daha  gerçekçi  ol.  Fazla  sallıyorsun.

SAMİ  BİBEROĞULLARI-  Tamam  lan  tamam. Bi  sen  eksik  kalmıştın  zaten  eleştirmeyen.  Tamam.  Anladık. 

Evet.  Sakalımı  makalımı   sıvazlamadan  öylece  angut  angut  cevap  verdim

TALAT-  Angut  sana  benzer.  Yazacaksan  adam  gibi  yaz  şunu.

SAMİ  BİBEROĞULLARI-   Bana  bak  Talat.  Yıkarım  cinayeti  üstüne,  feleğin  şaşar.  Efendi  ol.  Karışma  benim  işime.

Evettt.  Sami  böyle  deyince  mecburen  susmak  zorunda  kaldım.  Herif  düpedüz  manyak. Klavye  başına  geçince  daha  bir  manyaklaşıyor. Ne  b.k  yiyeceği  beli  olmaz  bunun. 

-Komiserim  benim  Şayeste’yi  öldürmem  için  hiç  bir  sebep  yok.  Boşanmak  için  mahkemeye  giderken  aynı  arabada birbirimize  bel  altı  fıkralar  anlatıp  kahkahalarla  gülerek  gittik.  Beş  dakika  sonra  boşanıp  iki  dul  olarak  mahkemeden  çıktıktan  sonra  da  bir  pastaneye  gidip  dondurma yedik. Yani  biz  medeni  insanlarız.  Onu  niçin  öldüreyim  ki?

-Yeme  bizi  Talat  Efendi.  Madem  öyle  daha  sonra  Şayeste  hanım devamlı  senin  arkandan niçin  beddua  etti?   Niçin her  gün  ‘’Allah  belanı  versin  Talat,  Allah  seni  kahretsin.  Sürüm  sürüm  sürün.  Geber  inşallah’’ dedi.

-Allah  Allah.  Öyle  mi  demiş?  Bunu  siz  nereden  biliyorsunuz?  Yoksa  yine  gizli  kamera  mı?

-Yok  bu  sefer  gizli  kamera  değil. Kod  adı  Lacivetiğnedenlik olan  ajanımız  bizzat  gözleriyle  görmüş  ve  kulaklarıyla  şahit  olmuş.  Hatta  ‘’ Ulan  karı  yeter.  Bir  adamın  arkasından  bu  kadar  beddua  edilmez’’ Diyerek  ve  de  o  anda  çok  acıkmış  olduğundan  Şayeste  hanımı  yemeye bile  kalkmış  da   son  anda masa  üzerinde  duran  kedi  mamasını  görüp. ‘’ Durduk  yerde  katil  olacağım yahu’’  deyip  açlığını  kedi  maması  ile  gidermiş.

Aynanın  arkasında  başsavcı  İlhan  Kemal  öylesine  bir  bağırdı  ki  sesi  bize  kadar  geldi.

-Yahu kardeşim  ne  yapıyorsun  sen?  Bu nasıl  sorgu? Adama  niçin  anlatıyorsun  gizli  ajanı?

Seza’nin  kel kafasının  tası  attı  gariii.

-O  aynanın  arkasında  siz  ve  başkomiserim  Sipahi  olmasa  ben  nasıl  sorgulayacağımı  bilirim  de  ,  siz  o aynanın  arkasında  olunca  insanda  akıl  mı  kalıyor?

Başsavcı  İlhan  Kemal  ‘’ o  la la’’  dedikten  sonra devam  etti.

-Haklısınız  aslında  azizim.  Biz  Sipahi Hanımla  bir  neskafe  içelim  olmazsa.  Siz  de  işinize  rahat  rahat  devam  ediniz.

Ben  daha  ‘’  Hooop  ne  oluyor  yahu.  Var  mı  ulan  delikanlılığın  kitabında  bir  vatandaşın  manitasına  asılmak? Hem  beni bu dehşet tablosu vatandaşla  yalnız  bırakmayın’’  demeden  herif  Sipahi  ile  beraber  aynanın  arkasından  toz  oldu. Onların  aynanın  arkasından  çekildiğini anlayan  Sezai  birdenbire  adeta  evrim  geçirip  acayip  bir  yaratığa  dönüştü.

-Eeee  Talat  Efendi  kaldık  baş başa. 

Allah’ım  ya  Rabbim.  Morgda  o  paramparça  cesetlerin  başında  oldukça  sakin  olan  ben  şimdi  korkudan  resmen  titremeye  başlamıştım. Her  an  altıma edebilirdim  ki  sanırım  mısır  koçanı  işte  burada  devreye  giriyordu.

Sezai  şekilden  şekle  giriyor  gah  Frankeştayn,  gah  Dr.  Jeyjkıl,  gah manyak  Cafer’e  dönüşüyordu  ki  bu  sonuncuyu  siz  tanımazsınız.  Ama  eline  mısır  koçanını  aldığı  anda  tam  olarak  Kazıklı Voyvoda  Vlad  olmuştu  ki  onu  da  Drakula  olarak  bilirsiniz.

-Şimdi  öt  bakalım.  Şayeste  hanımı  arkandan  beddua  ettiği,  bu  yüzden  de  başın  bitten,  g.tün  itten  bir  türlü  kurtulamadığı  için  mi  öldürdün ?

Başımın  bitten  kurtulamadığı  kısmı  doğruydu  da  öteki  önermeyi  nereden  çıkarmıştı?  Ne  alakaydı yani?

-Komiserim.  Bakın korkutuyorsunuz  beni.  O  mısır  koçanını  elinizden  bıraksanız  da  sakin  sakin  konuşsak  ha?  Ne  dersiniz?

Sezai  gaddar  bir  kahkaha  attıktan  sonra  devam  etti.

-Akıllı  adamsın.  Başına  nelerin  geleceğini  anladın.  Şimdi  anlat  bakalım  Şayeste  hanımı  neden  ve  nasıl  öldürdün?

Resmen  ikilem  içinde  kalmıştım. ‘’Tamam  lan  ben  öldürdüm’’  desem  ömür  boyu  hapis  yatacaktım. ‘’Ben  öldürmedim’’  Diye  ısrar  etsem???  Lanet  olsun.  O  mısır  koçanını  ben  getirmiştim  oraya  değil  mi? Acilen  bir  çare  bulmalıydım.

-Bakın  komiserim ben  aslında  size    asıl  katilin  kim  olduğunu  söyleyebilirim.

Sezai’nin  gözleri  hayretle  açıldı  ve  gelip  tam  karşımdaki  sandalyeye  oturdu.

-Kim?  Çabuk  söyle.

-Komiserim  kesin  uşak öldürmüştür.

Sezai  bu  sefer  her nedense  babacan  bir  tavır  takındı.  Hatta elindeki  mısır  koçanını bile  bıraktı.

-Aslında  ilk  anda ben  de senin  gibi  uşaktan  şüphelendim.  ‘’Kesin  uşak  yapmıştır’’ Diye  düşündüm. Hatta  diyebilirim  ki  tüm  deliller  uşağı  işaret  ediyordu. Ama  ne  yazık  ki  ne  Şeyeste  hanımın  ne  de  senin  bir  uşağın  yok.  Ulan   yiyecek  ekmeği  zor  buluyorsunuz  Allah’ın  açları.  Ne  uşağı?

-Aslında  mantıklı.  Evet  bizim  hiçbir  zaman  bir  uşağımız  olmadı. Bu  durumda.???

-Bu  durumda  yine  mısır  koçanına  iş  düşüyor.

-Ya komiserim  bi  sakin  ol.  Sakin  kafa  düşününce  mutlaka bulacağız  katili.

-Valla  bir  an önce  bulalım  yoksa  açlıktan  geberecem.  Bu  olay  yüzünden  sabahtan  beri ağzıma  bir  lokma  yiyecek  koymadım.

-Bak  bu  olmadı  komiserim. Ne  demişler…Atalarımızın  açlık  üzerine  ne  dediklerini  söyleyip  seni  daha  fazla  kızdırmanın  alemi  yok.  Demem  o  ki dışarıdan  lahmacun  filan  sipariş  etsek?  Ben  de  acıktım  doğrusu.

Yok..Sezai  aslında  bayağı  da  makul  bir  adammış. ‘’ Valla  haklısın  abi’’  Dedikten  sonra  cep telefonundan  bir  numarayı  arayıp  siparişi  verdi.

-Alooo.  Emir  Kebap  mı?  Acil  olarak  bizim  sorgu  odasına iki  adet  bir  buçuk  acılı  Adana…

Sonra  bana  döndü.

-Lahmacun  kesmezdi...Seninki  de  acılı  değil  mi?

Kafamla  ‘’Evet ‘’ işareti  yaptım.

Sezai  tekrar  sordu.

-Künefe?

Yok.O  kadar  da  uzun  boylu  değil.   Hem bu  acılı  ve  acıklı  ortamda  tatlı  olmazdı.

-Teşekkür  ederim  komiserim.  Ben  almayayım.

Sezai  kendine  bir  de  künefe  söyledikten sonra  bana  döndü.

-İşin  doğrusu  bu  meslekte  saçlarını  bembeyazlatmış  biri  olarak aslında  şöyle  senin  suratına  baktığım  anda anladım  ki  sende  bu  cinayeti  işleyecek  g.t yok. Haydi  olduğunu  kabul  edelim, bir  bedeni  böyle  parça  parça  edecek  göt  yok. Ama  öte  taraftan  senden  başka  katil  zanlısı  da  aklıma  gelmiyor.

Ortada  bembeyaz ya  da  herhangi  bir  renk  saç  göremesem  de  artık  bu  konunun  üzerinde  durmanın  zamanı  değildi. Samimiyeti ilerlettiğimiz  için daha  serbest  konuşabiliyordum.

-Bak  Sezaiciğim. Aslında  bence  katil  oldukça  aleni  bir  şekilde  gözlerimizin  önünde  duruyor.  Ama  biz  bunu  gördüğümüz halde  yüksek  sesle  dillendiremiyoruz.

Sezai’nin  gözleri  kocaman  kocaman  açıldı.

-Yoksa…Yoksa  sen  de  mi  aynı  şeyi  düşünüyorsun?

Seza’nin  ne  düşündüğünü  nereden  bilebilirdim  ki.  Ama  benim  ne  düşündüğümü söylersem  sanırım  onun  ne  düşündüğünü  de  anlayacaktım.  Bu  durumda  ne  düşündüğümü  açıkça  söylemenin  tam  sırasıydı.

-Sezai’ciğim.  Bence  katil  başsavcı İlhan  Kemal.

Sezai  durdu  ve  dikkatli bir  şekilde  yüzüme  baktı.  Sonra  hayret  içerisinde  sordu.

-Bu  sonuca  nereden  vardın?

-Ya,  adamın profil  resmine  baksana?

-Ne  var  profil  resminde?

-Ne  olacak.  Antik  Yunan  tanrılarından  birinin  heykeli  var.  Ama  dikkat  edersen  heykelin kolları,  bacakları,  hatta  gövdesinin  bir  kısmı yok.  Yani  herifte  çok  bariz bir  şekilde  insanları  parçalamak  gibi  sapık  bir  eğilim var.

İşte  biz  bu  konuyu konuşurken  acılı  Adanalarımız  ve  Sezai’nin künefesi  de  gelmişti. Hazır  Sezai’yı  kıvama  sokmuşken bir  künefe  de  kendime  söylemediğim  için  pişman  olmuştum .

Sezai  pide  içine  sıkıştırdığı  acılı  Adanayı  midesine  indirirken  cevap  verdi.

-Çok haklısın  birader.  İşin  doğrusu  adamdan  ben  de  gıcık  kaptım.  Neymiş  ‘’baş savcı’’  bitişik  yazılırmış,  yok  efendim  ‘’buda’’  değil  ‘’bu  da’’  imiş. Herif  resmen  potansiyel  bir cani.

-Bu  durumda bence  senin  İlhan  Kemal üzerinde  yoğunlaşman  gerekiyor.

-Ya  abi  tamam  da  herif  koskoca  başsavcı.  Ayrıca  böyle  bir  cinayeti işlemesi  için bir  sebep  olmalı.

-Ah Sezai  ahhh.  Sen  bilmezsin  bu  anti sosyalleri.  Onlar  sırf tipini  beğenmedikleri  için  bile  rahatlıkla  insan  öldürebilirler.  Öldürmekle  kalmaz  parçalara  da  ayırabilirler.

Sezai,  ağzına  attığı  künefeden  sızan  şerbeti  elinin  tersiyle  sildikten  sonra cevap  verdi.

-Allah  kesene  bereket  versin  abi.  Ölmüşlerinin  ruhuna  değsin.

Ulaaaa.  Herif  resmen  hesabı  bana  kakaladı  ya.  O  değil  de  bari  kendime  de  künefe  söyleseydim. Herifin  karşısında  boşu  boşuna  yutkundum  durdum  da aklına  gelip  ‘’Abi bir  çatal  da sen  al’’  demedi.

Tam  künefe  bitmiş, masayı  toparlarken  İlhan  Kemal  hışımla  girdi sorgu  odasına.

-Oh  my  God.  Ne  oluyor burada?  Bu  ne  rezalet?

Sezai  artık  protokolü  bir  tarafa  atmıştı.

-Sen  demedin  mi  ‘’Zanlıya  fiziksel  şiddet  uygulamayın’’ diye.  Oturmuş  acılı  Adana  yiyoruz.  Ne  olmuş?

İlhan  Kemal  daha  da  öfkelendi.

-Senin  görevin  katil  zanlısı  biriyle  oturup  karşılıklı  yemek  zıkkımlanmak  değildir.  Adamın  sorgusunu  yapıp  suçlu  olup  olmadığını  ortaya  çıkarmaktır.

Başsavcı  İlhan  Kemal’in  bu  sözleri  kalbimi  fena şekilde  kırdı.  Sitem  dolu  bir  ifade  ile  itiraz  ettim.

-Sayın  savcım.  Siz  bana  adam  diyemezsiniz.

Sezai  de  lafa  girdi.

-Biz  katil  işini  hallettik  merak  etme.

Başsavcı  İlhan  Kemal  ben  sanki  başçavuşun  beygiri  misali  zortlamışım  gibi  bana  hiç  aldırmadan  direkt  Sezai’ye  yöneldi.

-Hallettiniz  mi?  Eeee  kimmiş  katil?

Sezai  o  meşhur  kahkahasını  patlatarak  cevap verdi.

-Kim  olacak.  Tabii  ki  sen.

Başsavcı  İlhan  Kemal  öfkeden  kıpkırmızı  olarak  parladı.

-Ulan  bana  bakın.  O  Sami  denen  sapık  bunak  yazarken  tıkandı,  makul  ve  mantıklı  bir  katil adayı  ve  cinayet  sebebi  uyduramadı  diye  cinayeti  benim üzerime  yıkmaya  çalışmayın  valla  ikinizi  de  süründürürüm.

E  artık  çok  olmuştu  bu  İlhan  Kemal.  Ben  de  ayağa  kalktım.

-Savcıysan  savcısın  arkadaşım…

İlhan  Kemal  öfkeyle  üzerime  yürüdü.

-Savcı  değil,  başsavcı.

-Her  ne  haltsa.  Sen  asıl  Sipaciğimi ne  yaptın?  Onun  hesabını  ver.  Kadını  neskafe içmek  için götürdün  ama  geri  getirmedin?  O  nerede?  Yoksa  onu  da  mı?  Aman  Allah’ım.  Kılına  zarar  verdiysen  yaşatmam  seni. Sipahiciğim  için  yakarım  bu  dünyayı.

Dediğim anda  başkomiser  Sipahi  de  kapıdan  kafasını  uzattı.

Çok  şükür  sapsağlamdı  ama gözlerinde  bir  süzülme  hissediyordum. Gözlerini  daha  da  kısarak  bağırdı.

-Ben  nereden  senin  Sipahiciğin  oluyorum  manyak  herif?

İşte  o  an  tam  olarak  karşımda  Şayeste  duruyordu  sanki. Gözlerimden  Kızılırmak  Nehri  gibi  boşaldı  göz yaşları.  Hüzün  resmen  tavan  yapmıştı
*******
-Boşandık  artık Talat…Bunu  senin  o  eşek  kafana  daha  nasıl  sokayım.  Bırak  artık  beni. 

Git  kendi  hayatını  yaşa.  Kendine  başka  sevebileceğin  kadınlar  bul.

-Ama  Şayesteciğim.

-Ben  nereden  senin  Şayesteciğin  oluyorum  manyak  herif.
------------------------------------------------
Bu  günlük  yeter  herhalde



( Gerilim- Dehşet- Vahşet –hüzün- Aşk Ve Komedi. 4. Bölüm. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 1.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.