''Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım,

''Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım?''

                    -------------------------------


Bu mısralar beynimde yankılanıyor günlerdir. 

Ümitlerim yeşeriyor, gözlerimin içi parlıyor.

1699 Karlofça  Antlaşması sonun başlangıcı oluyor ve Batının asırlarca dize getiremediği koskoca Osmanlı İmparatorluğu içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılarla, gerileme dönemine giriyor.

Tıpkı 7-8 tonluk bir fili, 20-25 aslanın çeşitli uğraşlar sonucu yere düşürüp parçalaması gibi parçalanmaya ve topraklarını yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor.

Yoruluyor; basiretsiz yöneticiler, içerideki işbirlikçileri düşmanların işini daha da kolaylaştırıyor ve 1914- 1915 yıllarında bitap düşüyor.

Asker- sivil, yaşlı-genç, kadın, hatta 13-14 yaşında çocuklar cephelerde düşmanla savaşıp, ellerinde kalan toprakları savunmaya çalışırken şehit oluyor.

Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı sonunda 780 bin kilometrekare Vatan parçasını ancak kurtarabiliyoruz ve söke söke özgürlüğümüze kavuşuyoruz.

Ama ne çare ki elde yok,avuçta yok; üretim yok, sanayi yok..Her şeye yeniden başlamak zorunda kalıyoruz.

Düşmanlar bu kez ekonomik çıkarları için yanımızda yer alıyor ve ''Size yardım ederiz ama öyle sağa sola bakmak yok. Komşu, akraba falan yok. Biz ne dersek onu yapacaksınız, dünya ile ilişkinizi koparıp, içinize çekileceksiniz!'' demeye başlıyorlar.

Çaresiz boyun eğiyoruz.

Tarıma elverişli topraklarımızı istediğimiz gibi ekemiyoruz, sanayi alanında elimizi kıpırdatamıyoruz, yol yapamıyoruz, sularımızı istediğimiz gibi kullanamıyoruz. 

Öyle zor günler yaşıyor ki yurdum insanı; her defasında dönüp düşmanlarına bakıyor.

Onlar durumun farkında ve bütün planlar ona göre yapılmış çünkü onlar için Canım Türkiye'm çok büyük bir pazar. Pişkin, ukala, fırsatçı,kendinden başkasını insan yerine koymayan tavırları bizi deli etse de, yapacak pek bir şey yok! Her alanda avuçlarının içine alıyorlar bizi.

Bir şey yapmaya kalksak ''Yahu dostum ne gerek var buna? Sen şimdi bunu 5 kuruşa mal edeceksin, biz sana 3 kuruşa veririzzz..Sen yorma kendini !''


Savunma diyorsun: ''Sana silahı, helikopteri, uçağı  biz veririz!'' diyor, ardından verdiği silahları kendilerinin kurup başımıza bela ettikleri terör örgütlerine karşı kullanamazsınız uyarısını yapıyorlar.


İstihbarat diyorsun:'' Kardeşiimm buna gerek yok. Biz seninle her türlü istihbari bilgiyi paylaşırııızzz...Takma kafanaa!'' diyor, içimize girip tüm sırlarımıza vakıf oluyor ve çok geçmeden aleyhimize kullanıyorlar.


Enerji diyorsun: '' Bak olmadı arkadaş..E çevree? HES lerle , barajlarla doğaya zarar veriyorsun. Termik santral falan olmaazz! Hele hele nükleer santrali aklından bile geçirme! 

% 85 bize bağlısın ve hep öyle kal ve aklını başına al!'' diyor, sanki kendilerine enerji Tanrıları tarafından gönderiliyormuş gibi, bizi kontrol altında tutuyorlar.

Yıllarca bizi uyuşturuyor, her şeyimize engel oluyor, kafamızı azıcık kaldırsak; o zaman da terörle, ekonomik argümanlarla, darbelerle karşımıza dikiliyorlar.

Bizler de: '' Ne yapalım, Özgürüz ya, bu bize yeter.'' deyip yıllarca kendimizi kandırıyoruz.


Sabrımız zorlanıyor, dişlerimizi sıkıyoruz ama durum gittikçe kötüleşiyor.

Veee.... BARDAK TAŞIYOR.


Başbakan Erdoğan Davos’ta 29 Ocak 2009 günü düzenlenen Birleşmiş milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’in de katıldığı "Gazze: Orta Doğu' da Barış" panelinde konuşmasının kısıtlanmasına tepki gösteriyor. Dünyayı ekonomik gücü sayesinde avunun içine almış olan ve herkesin önünde el pençe divan durduğu ve tek kelime bile söyleyemediği koskoca (!! ) İsrail Cumhurbaşkanına, Dünyanın gözünün önünde:

“Sayın Peres benden yaşlısın. Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu da böyle bilesin.

Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum. 

‘’Benim İçin Davos bitmiştir’’diyerek. Tayyip Erdoğan’ın İsrail’in yaptıkları yanlışları Şimon Peres’e yüksek bir ses tonu ile ifade etmesi hafızalara kazındı. Tartışma esnasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘’One Minute’’ diye yüksek sesle söz istemesi tartışmanın en  unutulmaz anlarından oldu.


Yer yerinden oynadı, içeride ve dışarıda farklı tepkiler gösterildi ama Canım Türkiye' mde de taşlar yerinden oynadı.

''Sen bunu nasıl yaparsın? Şimdi gününü görürsün!'' tehditleri savruluyor ve derhal mevcut terör örgütlerine yenileri ekleniyor bu sayede o bir parça huzurumuz da elimizden alınıyor, patlamaların, karalamaların, tehditlerin ardı arkası kesilmiyor.

Bu arada içten içe sömürülen diğer İslam Ülkeleri de Türkiye' yi örnek alıp baş kaldırıyor ve her yer kan gölüne dönüyor.


 BM Genel Kurul toplantısında Erdoğan, Suriye ile ilgili karar vermeyen BM Genel Kurulu’nun yapısını eleştirerek,gözlerinin içine baka baka; ‘5 tane daimi üyenin dudakları arasına kilitlenmiş bir dünya adil olamaz. Dünya 5’ten büyüktür ve artık görevini yapması lazım’ diyor..

Bunun üzerine o bitmek bilmeyen planlarından birini ortaya çıkarıyor ve FETÖ yü üzerimize salıyorlar.

15 temmuz kalkışmasıyla anlıyoruz ki artık geri dönüş yok : '' Ya İstiklal, Ya ölüm!''

Onlarca şehit veriyor, yeniden bir KURTULUŞ DESTANI yazıyoruz ve onların planları bir kez daha alt üst oluyor.

Ondan sonra; ''Artık savunma yapmayacağız, onlar saldırıya geçmeden onları durduracağız.'' kararı alıyor ve doğru bildiğimizi yapmaya başlıyoruz.

Her türlü engeli aşıyor ve tüm saldırılarına tokat gibi cevaplar veriyoruz.


AB yaklaşık 60 yıldır bizi oyaladığı yetmiyormuş gibi:''Bak böyle yaparsanız sizin üyelik müzakerenizi durdururuz!'' diyor.

Anında Cumhurbaşkanından cevap geliyor:

"Bakıyoruz 'Müzakereleri durdururuz' diyorlar. Geç kaldınız ya. Hemen kararınızı verin. Ben de Cumhurbaşkanı olarak diyorum ki, yıl sonuna kadar sabredelim. Sonra millete gidelim. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi?

Batı ne diyor: İdam olmaz. Ey Batı, bu milletin kaderi sizin elinizde değil. Bu milletin kaderi bizim elimizdedir. Kimsin sen ya, kimsin sen. Neymiş orada bir parlamentonun başkanı. Sen ne zamandan beri Türkiye adına karar verme yetkisine sahip oldun?".


Ardından: 
İstanbul'da düzenlenen NATO PA 62. Genel Kurulu'nda Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun konuşmasından sonra soru cevap bölümünde söz alan Ermenistan Milletvekili Koryun Nahapetyan, Türkiye'ye yönelik suçlamalarda bulunuyor. Nahapetyan'ın Türkiye'in DEAŞ'a destek verdiği yönündeki suçmalarına Bakan Çavuşoğlu:


''"Değişik görüşlerimiz olabilir. Ama önce dürüst olmamız lazım. Hele siyasetçiysek çok dürüst olmalısınız. Maalesef Ermeni arkadaşlarımız hiç dürüst olmuyorlar. Nasıl söylersiniz DAEŞ'e destek verdiğimizi. Bugüne kadar hangi ülke Türkiye'nin öldürdüğü kadar DEAŞ teröristini öldürmüştür. Hiç de dürüst olmayan biçimde DEAŞ'a destek verdiğimizi söylüyorsunuz.

Siz yalanı tercih ediyorsunuz. Kendinize güveniniz yok. Madem bilimsel bir çalışmaya inanmıyorsunuz yalanı tercih ediyorsunuz. Biraz önceki suçlamalarınızı reddediyorum. Tipik bir maalesef dürüstlüğe sığmayan yaklaşımın bir göstergesidir. Bu konudaki politikalarımız son derece nettir. Yakaladığımız, öldürdüğümüz PKK’ların içinde Ermeniler de var. Bunu da bilgilerine sunmak isterim" diyor ve dünya bir kere daha şoka giriyor.


Bu tür konuşmaların yanında,Orta Doğuda 65 Ülkenin yapamadığını bir kaç günde yapıp Cerablus'ta Deaş a kabus yaşatıyor.


Son olarak yine :

Org. Hulusi AkarNATOParlamenterler Asamblesinin 62. Genel Kurulu'ndaki Savunma ve Güvenlik Komitesi'nin toplantısında Ermeni Milletvekili Koryun Nahapetyan'ın  Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki varlığını eleştiriyor , Türk askerinin Suriye'den ne zaman çekileceğini soruyor. 

Akar, milletvekilinin bu sözleri ve Ermeni soykırım iddiaları üzerine, Tokat gibi cevap veriyor: 

"Ermeni soykırımını bazı ülkelerin kabul etmiş olması hiçbir şeyi değiştirmez. Soykırımla ilgili her ülke kendi hakkını kullanarak kabul edebilir. 16 yüzyılda Galile dünya dönüyor dediğinde, bütün dünya, dönmüyor diyordu. Bu hiç bir zaman dünyanın döndüğü gerçeğini değiştirmedi. Dolayısıyla bütün ülkeler 'Soykırım var' dese dahi, soykırım olmadığı gerçeğini değiştiremez. Suriye'nin, Irak'ın toprak bütünlüğüne müdahale ettiğimiz şeklindeki bir yorum, olaylar bilinmiyorsa, cahillik yoksa bir art niyet vardır.

Bizim hiçbir şekilde Suriye'yle, Irak'la, toprak bütünlüğüyle ilgili hiçbir sorunumuz yok. Milletvekili yine bilmiyorsa son derece art niyetli ve yalan söylüyor. Ya son derce cahil, ya son derece art niyetli. Başka izahı yok çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin Halep'le ilgili tek bir münasebeti yok. Attığı mermi yok. Böyle bir şey söz konusu değil. Bu anlaşılmaz bir şey. Mutlaka sayın milletvekilinin bugün hemen telefonla kendi askeri makamlarıyla konuşup, orada ne olup bittiğini öğrenmesi lazım. Halep'le ilgili Türkiye'nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir tek mermi attığını söyleyen varsa ben istifa ederim. Bu terbiyesizliktir, iftiradır, yalandır, ahlaksızlıktır." 

İşte bu yüzden günlerdir yüzüm gülüyor, içim kıpır kıpır..

İşte TÜRK olmak böyle bir şey.

Artık uyuyan dev uyandı ve bundan böyle kimse ona boyun eğdiremez.

Artık M . KEMAL ATATÜRK'ün de söylediği gibi :'' Ya İstiklal, Ya ölüm!''.


Saygılarımla

Sebahat Karagöz


( Ya İstiklal Ya Ölüm başlıklı yazı S.Karagöz tarafından 23.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.