Evimin sokağında, ikinci el mobilya alım-satımı yapan bir satıcı var. Sandalyelerimin ayakları yapıştığı yerden çıkması üzerine, ondan sandalye ayaklarını tutkal ile yapıştırdıktan sonra sıkıştırmak üzere mengenesi ödünç aldım. Ne zaman istersem getirmem konusunda beni rahatlattı ama ben yine de iki gün sonra emaneti geri vermek üzere dükkânına gittim. Dükkân kapalıydı. “Her zaman açık olurdu.” dedim içimden “hayırdır inşallah!” dileyerek, emaneti terzi komşusuna emaneten verdim. Onlarda hiç sorun çıkarmadan aldılar. Her sabah işe giderken dükkânlarını açmış olarak gördüğüm ve selam verip hal hatır sorduğum kişilerdi bunlar. Terzi, eski mobilya satıcısı, hırdavatçı ve yumurtacı yan yana sıralanmıştı.

 

Bir hafta sonra öğlen vakitleri, dükkânların önünden geçerken, mobilya dükkânın açık olduğunu ve dükkânın önünde üç kişinin konuştuğunu gördüm. Birisi her zaman aşina olduğum biriydi, belki de dükkân sahibinin çok yakınıydı. “İş yeriniz kaç gündür kapalı kaldı. Hayırdır inşallah, ne oldu” diye sordum. Öğrendim ki, dükkân sahibi Bayram Bey’in kayınvalidesi ağır hastaymış, hatta beyin ölümü gerçekleşmiş de... Dükkânı 3 hafta daha açmayacaklarını söyledi. İnsan yaşlı bile olsa çok yakını için elinden ne geliyorsa yapmak istiyor ülkemizde. “Ne güzel bir gelenek!” dedim içimden. Bu vesile ile bir anımı hatırladım sonra.

 

Japonya’da, 1996 yılında üç ay kaldım. Mesleğimle ilgili bir eğitim almıştım orada. Suzuka şehrinde kaldığım sıralarda, hafta sonları yanına gitmekten haz aldığım, yaşlı bir antikacı ile tanıştım ve onunla iyi bir arkadaşlık tesis ettik, dost olduk sonraları. Bir konuşmasında, annesi yaşlı ve bir iki hafta içinde öleceğini söylüyordu. Onun için bu sıradan bir olaydı, ne üzülüyor nede telaşlanıyordu. Hastaneye bir gün annesini görmeye birlikte gittik. Kirli çamaşırlarını almış ve temizlerini onların yerine koymuştu. Sağlığının nasıl olduğunu anlamak için annesinin yattığı yerdeki birkaç bağlantılı ekrana da baktı ve hastaneden ayrıldık. Kendisini anlattıkça ilgiyle dinlemeye başladım. Konuşmalarında, annesinin ölmesine üzülmek şöyle dursun, en az parayla cenaze törenini nasıl yapacağını planlıyordu. Cesedini yakarak, en az masrafla cenaze törenini yapacağına karar vermişti. Ülkemizde ki gibi toprağa gömmek on bin dolarları buluyordu orada… Onu dinlerken şaşkındım. “Benim annem olsa, hastanede yirmi dört saat orada nöbet tutardım.” diye düşündüm içimden. Bu yaşam farklılığı kültürden değil, dinseldi. Japonlar, ilahi bir din inancına sahip değillerdi. Ölene kadar Şinto dini, yılbaşında Hıristiyan dini ve ölünce de Budist oluyorlar… Yani öldükten sonra dirilişe-ahiret inancına inanmıyorlardı. Ölünün cesedi yok olsa bile ruhunun yaşadığına ve kendilerini görebildiklerini, doğa olaylarına tanık olduklarını var sayıyorlardı. Bu yüzden mezarlıklarda yanmış küllerini güzel bir sütunun üstünde duran bir kutuda muhafaza ediyorlar. Kısacası, öleni ölmemiş görüyorlar ve bu yüzden de ölüm onları çok sarsmıyor. Hatta evlerinin yatak odalarında anne-babalarının yanmış küllerini bir kutuya koyup, bir nevi onunla yaşıyorlar.

 

Dinimizde, ölüm bu dünyadan ebediyen ayrılıştır. Kavuşma ahirette olacak ve bu yaşam sonsuza kadar devam edecektir. Bu yüzden ayrılış-ölüm bize zor gelir, acı verir. Ancak son zamanlarda, bir ölü evine gittiğimde, artık gözyaşı dökeni görmüyorum ve matem de tutulmuyor. Ne Kur’an okunuyor, ne de ölen kişi yâd ediliyor. Sanki bir ev gezmesine gitmiş gibi, paylaşım ve yeme-içme şeklinde oluyor. Ölen kişi hakkında konuşulmuyor bile. Başınız sağ olsun, Allah rahmet etsin sözcüğüne sığan bir paylaşım şeklinde gelişen bir paylaşıma dönüşüyor…

Toplum dinamiği içinde, kardeşliği ve bu çerçevede paylaşımı yok etmek üzereyiz. Komşuluk nerdeyse bitmek üzere… Sınav maratonuyla yetişen, dinden habersiz büyüyen çocuklarımızın büyüdüğü bir gelecek, ancak bu şekilde paylaşımla maddi çerçevede mana kazanıyor. Menfaat üzerine yetiştirilen çocuklarımız, manevi değerleri kaybediyor maalesef. Biz dinimizi dilimizde söylüyoruz artık, kalbimizde “Allah!” dendiğinde aşka gelen ve yanan bir ruhu kaybetmek üzereyiz, Allah korusun!

 

Çocuklarımızın dünyasını kurtarmak kadar, öbür dünyasını da kurtaracak eğitim vermek gerekiyor, biz bunu unuttuk sanırım, vesselam…

 

Saffet Kuramaz

( Yoğun Bakımda Hastamız Olsa başlıklı yazı safdeha tarafından 3.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.