Dolunayın sureti…
İsli özgeçmişi ceberut
kayıtsızlığından ne ise düşen payımıza ve afra tafra isyanları o hegemonya ki;
sarsılmazlığın eşiğinde bin bir sorguya geçit tanımamanın ötesinde güneşli bir
kış akşamına denk düşen anlı şanlı beyanatları yine vicdan kadar engin belki de
köhne bir vurdumduymazlık ki kanatsız bir kuştan sarkan sarkacı gönye bilmiş
bir faniden de ötesi.
İşkillendikçe yeni
günden savsakladıkça dünü neyin derdi ola ki haricinde hele ki gömüt bildiğimiz
bir hüsranı da sahiplenme telaşıyla rızkımıza şükredip yarını düşünmeme
gayretimiz.
Asılsız ihbarlar belki
de ket vurmak ne ise palazlanan yürekte ya da nasiplenmekten çok öte derine
vurdukça kazmayı yine de engebeli yamaçlara sunduğumuz nice densiz hüküm nice
feryat bir mazlumdan bir mazluma uzanan.
Depreşen yaralar ki
silik bir miladı dahi gölgede bırakan.
Kayıp mahlaslar: Hadi,
dercesine ya da sükûtu delen hicap belki bir çocuktan kopup gelen belki çocuk
yaşında tanıştığı ürkünç çığlıklar yine mabedinde konuşlanan masumiyeti
ırgalamaz iken en vahşi tını yine kendini koruyamamanın getirdiği o çöküklük ve
namusuna, varlığına sahip çıkamamanın da vebali yine boynumuza.
Israrlı bakışlarla
sübyan bir varlığı peşkeş çekerken haris ruhlarımıza hele ki yitip gideceğinin
farkında olmaksızın uzanan her eli yürekten kabul eden ve bilemezken, tanınmaz
ve ıslah olmaz aşağılık ruhların boyunduruğunda kurda kuşa yem olacağını.
An’dan yoksun yarın
kaygıları.
Sevgi’den bihaber insan
izlekleri.
Dünün çetelesini tutan
her kim ise görgüsüz bir mutluluk belki de paye vermektense yoksunluğumuz iken
huzurun nüansı.
Debdebeli hayatlar hele
ki varlıksız raconlar yüklenmişken gecenin karası yine de beyazı boykot eden
bakir bir tümcede biteviye gocunduğumuz vicdanımız ve insanlığımız elekten
geçip de kaybolmayı maharet bildiğimiz.
Bir beyit.
Bir şiir.
Bir hikâye.
Ya beklenmedik sonları
nasıl mutlulukla eşleştireceğiz?
Vatan aşkına emanet bir
yürekte ve ahir zamanların coğrafyasında körelen zihniyetler iken sırf
körelmesin kalan payda, derken birbiri ardına şahadet yüklü bir tefrikada ardı
ardına isimlerini yâd ettiğimiz gencecik fidanlar.
Yavuklusu yolunu
gözlerken tabutunu karşılayan, evlat aşkına bir biri ardına dünyaya gelen
yetimlerini kime emanet edeceğini bilmeden yüreğini koymuşsa ortaya ve eğer ki
zincirden boşanmış hain benliklerden korumak ise mahiyeti yine uğruna canını
verdiği vatanında bir karış toprakla hemhal olma ihtimalinden de asla
korkmadığı.
Zafiyetimiz ve
korunaklı benliklerimiz.
Akılsız zihniyetler
iken asla bir karmaşa çıkmadan kabullenmek peşi sıra yine kaç ya da hangi çocuk
deme lüksümüzün olmadığı bilakis tüm çocuklar iken yine bizim sadece bizim
çocuklarımız…
Depreşen ve
cinayetlerin dahi insanları akıllandırmadığı ve günbegün büyüyen o kaosta
sanrıları es geçip gerçeklerle yüzleşsek bile her nasılsa kabul edip
suskunluğumuzla mimlerken cahil tayfasını, tüm anlamsızlıklar iken yine bizlere
peşkeş geçirilen ve alayı yalan beyanatlardan bir cürüme yol açan ve pergeli
hangi noktaya saplayacağımızı bilmeden sayısız daire çizip içinde kundaklanan
insanlık özrü üstelik tüm başa gelenleri kabul buyurup kadere yüklenirken
oysaki Tanrı’nın verdiği aklı da kullanmaktan bihaber biz yetişkin cellâtlar
yine çocuk bedenlerin tacize uğradığı ve yine sonlanan hayatlarının ardından üç
beş göstermelik gözyaşı akıttığımız…
Aklımı koru Yarabbi,
demek işte en derine çöreklenen o yanılgıda sayısız tufana mal olmuş uzantısı
yine insan ve sonu yine kaderin tayin ettiğinden öte cahil önyargılar iken bir
topluma ket vuracak en soyut darbe.
Yargılar ve ifşa
edilen…
Gerçekler ama
erişemediğimiz.
Gönülsüz yok oluşlar
hele ki nasıl da ağır bir bedel eninde sonunda ödeyeceğimiz ve bizler ki bu
yaşta bunca acıyı taşıyamazken bir bir sunduğumuz karanlığa hele ki ardı arkası
kesilmeyen ve türedikçe kötülük türedikçe ihanet ve bizlerin tünemiş olduğu o en
ağır sessizlik ki; eninde sonunda aydınlığa kavuşacağımızın garantisini
duyumsayıp da hala pür-nakıl verdiğimiz kurbanlardan asla ve asla sorumlu
hissetmediğimiz onca önyargı ve ne yazık ki cahil bir yekûn iken kâh
satırlardan dökülen kâh yaftaladığımız izleklerde soru mahiyetinde tek neon
yanıp sönerken akıl koridorlarında beynimizin ve ne yazık ki tüm çürümüş
kehanetlerin de tek sorumlusu olduğumuz gerçeğini bir gün anlayabileceğimiz
umudu zira bir sonraki kurban meçhul bir tahayyülden öte biz olabiliriz ya da
öz evladımızın olma ihtimali…
Benim ya da senin; ben
ya da sen ya da bir başkası-hele ki acının teğet geçeceği ihtimalini de
yadsımadan-kurulabilecek hangi cümlede özneyi ayrıştırabiliriz sonuç itibariyle
ortak kaygılar, ortak vicdan ve pekişen tüm duygular değil mi yine birbirimize
ihbar ettiğimiz hele ki sefil bir hegemonya iken sen-ben kavgası ve iktidarı
değil mi tüm yaşanmışlıkların ve yaşama ihtimalinin asla ve asla uzak olmadığı
hele ki varlığımız iken sadece Yaradan’a emanet ve yine varlıklarımız değil mi
tek sorumlu üstelik tüm işlenen cinayetlerden ve kaza tabir edilen melun
vakalarda bizler duyarsızlığı mesken edinmişken.
Bir çocuk bir dünya.
Tek bir dünya ve tüm
çocukların.
Bakir tınısında
sevginin ve masumiyetin; sefil yaşanmışlıklar ki ikrarı sükûttan ve her nasılsa
korumayı beceremediğimiz çocuk ırkını ve tek sorumlu iken yine kamu vicdanı.
Bir çocuk ki tek
gülümsemesi dünyaya bedel ve bir çocuk ki; onun ve hayallerinin kaybı üstelik
yaşamını ve varlığını ihlal eden her ne ya da her kim ise.