Ailece görüştüğümüz çok sevdiğim bir ablam vardı Ayşe abla. Akraba değildik ama akrabadan daha yakın ve sevgi dolu idi.

Aynı memleketliydik,  müteahhit  eşinin işlerinden dolayı  yıllarca İstanbul'da kalmışlar Anadolu ile İstanbul kültürünü sentezlemiş  kibar bir hanımefendiydi.

Eşinin vefatından sonra memlekete dönüş yaptı Ayşe abla.  Tanışmamız ve görüşmelerimiz bu devrede oldu.

Çok istemelerine rağmen çocukları olmamış.  Nerde bir çocuk görse  onu sever, çantasında her zaman bulundurduğu  gofret-çikolata gibi hediyelerle onları sevindirirdi. 

İki katlı bahçeli evinin ikinci katında oturuyordu. Pencereden sokağı seyretmek, bahçesindeki çiçekler ve meyve ağaçları ile ilgilenmek yetmiyordu O'na. Kardeşleri ve dostları vardı görüştüğü  ama yalnızlık çektiğinden yakınırdı.

Benim emekliliğimle daha sık görüşmeye başlamıştık.  O benden çok büyüktü, annemin yaşına yakın. Evlat özlemi çektiğinden olmalı beni kendisine yakın gördüğünü her fırsatta söylerdi.

Bizde misafir olduğu bir gün:

-Olmuyor böyle, bir evlat edinmek istiyorum, kız olmalı hem de. Dedi ve fikrimi almak istercesine yüzüme bakıyordu,

-Neden olmasın Ayşe abla, çok da uygun olur. dedim.

Tanıdıkları vasıtasıyla köylere haber salmış yoksul  çok çocuklu ailelerden birinin istek dışı nüfus fazlası dokuzuncu kız çocuğunu getirmişler Ayşe ablaya.

Getirdi kızı bize. Uzun ve siyah gür saçları ve başı  bitliymiş. Eczaneden alınan bit ilacından istenilen  sonuç alınmayınca saçlarının kesilmesine karar  verdik.

Kısacık kesilse de saçlar sonuç yine yok. Erkek berberi sıfır numaraya tuttu kızın kafasını. Kafatası açığa çıktı  ve ben hayatımda ilk kez öyle bir kafa tası gördüm ki bilinen şeklin dışında.

Zavallı kızın kafası  minik mağaralar gibi oyuk oyuktu. Ve haşereler o oyuklarda yuvalanmışlardı.  Tığ yardımıyla uzun uğraşlarla o iş halledildi.

-Bir başka sorun var,  tuvalete alıştıramıyorum  diyordu. İhtiyacı geldiğinde gece-gündüz fark etmeksizin  bahçeye iniyormuş, kediler gibi  elleriyle açtığı küçük bir çukur onun işini görüyormuş.

Orada misafir olduğumuz o gün kapıyı kilitledi bahçeye inmesin diye. Tuvaleti gösteren Ayşe ablaya kız inatla direniyordu, kıvranıyor, yere çömeliyor konuşmuyor ama baş işaretiyle "hayır" diyordu.

Kadıncağız sevgi ile yaklaşıyor ama karşılık da görmüyordu. Hiç bir zaman adını dahi öğrenemediği altı yaşlarındaki bu küçük kıza "Dağ Malı" ismini vermişti Ayşe abla sonunda pes etti ve O'nu köyüne aracıları vasıtasıyla geri postaladı...

Daha sonraları yaşantımda, "Dağ malı" örneği gibi,  bölgesinden veya köyünden gelerek şehir hayatında yaşamayı tercih etmiş ama şehir kültürüne uyum sağlayamamış insanlar tanıdım.  Temizlikle tanışamamış,  sosyal ilişkileri şekillenememiş kavgacı-gürültücü sıklıkla kaba kuvvete baş vuran insan görünümlü ama  tamamı insan olmayan insansılardı. Sıklıkla  tehdit-şantaj  ile orman kanunlarını uygulamaya çalışıyorlardı.

"Orman çocuğu Mogli" isimli  filmde, ormanda büyüyen hayvanlarla dostluk kurarak yaşayan bir çocuk, sonraki yıllarda  genç olmuştu ve O'na tesadüfen rastlayanlar şehre getirmişler ama karşılıklı yaşadıkları lisan ve uyum zorlukları filme konu edilmişti.

Ülkemiz sosyal yönden değişik katmanlardan oluşmuş kozmopolit bir yapı. Ve bu yapının görünen veya görünmeyen yüzünde  daha nice "dağ malı yapı taşları" var bilinen veya bilinmeyen...

Bu konuda resmi organlara, görevlilere çok iş düşüyor, çok, çok, çok...

Selam ve saygılarımla,

Yurdagül Alkan

( Dağ Malı başlıklı yazı Gülalkan tarafından 6.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.