Üçüncü Han-ı Yağma
ÜÇÜNCÜ HAN-I
YAĞMA
16 Mayıs
1919 Tarihinde Mustafa
Kemal Paşa Bandırma adlı
bir vapurla İstanbul’dan
Samsun’a doğru yola
çıkmıştı. Bu yolculuk
ile başlayan Milli
Mücadele, sonunda zafere
ulaşmış ve 16
Mayıs 1919 un üzerinden
tam yedi sene
geçmişti. Yani takvim
yaprakları 16 Mayıs
1926 yı gösteriyordu.
Bu yedi
senelik zaman zarfında o
kadar büyük değişiklikler
olmuştu ki…Mesela 1 Kasım
1922 de Saltanat kaldırılmış,
17 Kasım 1922 de
padişah VI. Mehmet
Vahdettin yurt dışına
kaçmış, 29 Ekim
1923 de Cumhuriyet ilan
edilmiş, 3 Mart
1924 de Halifelik kaldırılmış
ve 16 Mart 1924
Tarihi itibariyle Türkiye
Cumhuriyeti topraklarında Osmanlı
hanedanından bir tek
Allahın kulu bırakılmamış,
hepsi yurt dışına
sürülmüştü.
Evet takvim yaprakları
16 Mayıs 1926
yı gösterdiği gün
Mustafa Kemal bir
yurt gezisindeydi ve
o günkü durağı
Adana’ydı.
Kendisine önemli bir
haber getirildi. Haberi
veren kişi bunu
bir müjde gibi
sunmuş, son Osmanlı Padişahı VI
Mehmet Vahdettin’in öldüğünü
söylemişti. Ama Mustafa
Kemal böyle bir
habere sevineceğine tam
tersi üzülmüş ve ‘’ Çok namuslu bir adam öldü İsteseydi Topkapı'nın
bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki " demişti.[ Bunları Murat Bardakçı söylüyor.]
Atatürk gerçekten 16
Mayıs 1926 da ölen son
Osmanlı Padişahı Vahdettin’in
arkasından böyle bir
şey demiş olabilir
mi?
İşin doğrusu hemen
bir yıl sonra
irad ettiği büyük
Nutuk’a baktığımızda Mustafa
Kemal’in Sultan Vahdettin
için ‘’ Çok namuslu bir
insan öldü’’ Demiş olması
mümkün görünmüyor. Çünkü
hiç bir insan
‘’ Çok namuslu
‘’ olduğuna inandığı
bir insan için
bir yıl sonra
‘’ sefil, aciz, anlayıştan
yoksun, korkak, yaratık’’ Gibi
ifadeler kullanmaz.
Dahası Sultan Vahdettin
Yurt dışına çıkar
çıkmaz Atatürk’ün emriyle
yaptırılan ilk iş
derhal Topkapı Sarayındaki hazinelere ve
kutsal emanetlere baktırmak
oluyor. Yani yurt
dışına saraydan bir
şeyler kaçırdı mı,
özellikle de kutsal
emanetler bölümünde olan
ve halifeliğin simgesi
sayılabilecek nesnelerden yanında
götürdüğü var mı?
Bir insan ‘’Dünyanın
en namuslu insanı ‘’
Olarak gördüğü kişi
hakkında böyle bir
zan besler mi?[Bu
kısmı da Tarihçi Prof
Metin Hülagü söylüyor]
Yani iki değişik görüş
var. Ancak konuyu
madem ki buraya
getirdik o halde buradan
devam edelim.
Öncelikle padişah Vahdettin
yurt dışına giderken
ne kadar bir
para ya da değerli
eşya götürdü?
Saltanatın kaldırılmasının hemen
akabinde Osmanlı
Hanedanından olup yurt
dışına ilk giden Sultan
Vahdettin, eşya olarak
hiç bir şey
götürmedi dersek yalan
olmaz. Para olarak
ise en son
şahsi maaşı olan 50.000 Tl
yi götürdü ki
bu paranın tamamı
da para değil
önemli bir kısmı
İngiliz ve Fransız
bonolarıydı. [Faydalandığım kaynağın yazıldığı 2007
yılı itibariyle bu
para ve bonoların
toplam değeri 215.000 Tl idi ]
Evet…Dünyanın en büyük imparatorlarından birisiniz,
dünyanın en güçlü
devleti olan İngiltere’nin
yardımları ile yurt
dışına kaçıyorsunuz, elinizin
altında muazzam bir
servet var ama
sadece 215.000 Tl götürüyorsunuz yanınızda..
Ancak..Hemen belirtelim Vahdettin
ölünceye kadar saltanat
davasından vazgeçmiş değildir. Nitekim o
yurt dışına çıkışını
hep hicret olarak
görmüş Aynen şöyle demiş
yurt dışına çıkışı
ile ilgili olarak:
”Akıllı ve münevver kimseler
fiilen, irsen ve istihkâken hilafet ve saltanat makamında bulunan (ki bu
dünyadaki en büyük ve en ehemmiyetli makamdır) bir sultanın vatana hıyanet etme
emel ve hırsına kapılmasını nasıl izah edebilirler? Bu makamın ve özellikle
hilafetin şeref ve haysiyetini muhafaza etmek için tahtımı muvakkaten (geçici
olarak) terk ettim, refah ve rahatımı bir kenara attım. Saltanattan ve
vatandan ayrılmamın sebebi uyguladığım siyasetin hesaba çekilmesinden korktuğum
için değil, canımı, şerefimi kurtarmak içindir. Güç yetiştirilmeyecek şeylerden
uzak durmak peygamberimizin sünnetidir.’
Yukarıdaki sözlerinden
de anladığımız kadarıyla
Padişah Vahdettin belki
de ‘’ Nasıl
olsa geri döneceğim’’
Ümidiyle yanında o
215.000 Tl dışında hiç bir
şey götürmemiştir.
Peki 3 Mart 1924 de
haklarında yurt dışına sürgüne
gönderilme kararı çıkarılmış
olan Osmanlı hanedanının diğer
mensupları ( eşikteki beşikteki
toplam 155 kişi) yurt dışına
gönderilirken yanlarında ne
götürdüler? Ya da bir
şey götürdüler mi?
Hemen belirtelim:
Eşya olarak bir
bavula, valize ne
kadar ne sığdırılabilirse onu
götürdüler. Gidecekleri yurt
dışında çıplak dolaşmayacaklarına göre
de valizlere, bavullara
ancak kendi eşyalarını, elbiselerini yerleştirebildiler. Zaten
kanun çıkar çıkmaz
son halife Abdulmecit,
hiç bekletilmedi derhal 4
Mart 1923 de yurt dışına
gönderildi.Handedanın diğer mensuplarına
da sadece 10 gün süre
tanınmıştı.
İşte bu on gün süre
içinde Osmanlı hanedan
mensupları kendilerine ait
şahsi eşyaları alelacele
elden çıkarmaya başladılar.
Önlerinde fazla zamanları
olmadığı için kim ne
veriyorsa ona razı oldular
ve mesela pek
çok tablo, resimle
hiç alakası olmayan
insanlara oldukça ucuz
fiyata satıldı. Tam anlamıyla
bir yağma yaşandı o
günlerde.
Yani 3 Mart 1924 - 16
Mart 1924 tarihleri arasında
Osmanlı hanedanı yakın
tarihinin üçüncü yağmasını yaşıyordu.
Birinci yağmayı Sultan
Abdülaziz tahttan indirildiğinde, II.
Yağmayı Sultan II.
Abdülhamit tahttan indirildiğinde yaşamış
ve bu yağma
tarihe Yıldız Yağması
olarak geçmişti. O ikinci
yağma öylesine bir
yağmaydı ki en
büyük Abdülhamit düşmanı
Tevfik Fikret’i bile
isyan ettirmiş ve
hepimizin ‘’Yiyin efendiler
yiyin’’ Diye bildiği
‘’Han-ı Yağma’’ Şiirini yazmasına vesile olmuştu.
Üçüncü yağma ise
1924 yılında yaşıyordu. Tabii
ki tüm bunlara
‘’Milletin olan, millete
dönmüştü’’ Diyen de
olacaktır ama olay
‘’ Milletin olanın
millete dönmesi’’ değildi. Kapanın
elinde kalıyordu her
şey.
Yağmalanan eşyaların büyük
bir kısmı yurt
dışına çıkarıldı yabancılar
tarafından. Yurtta kalanlar
kim kaptıysa onun
elinde kaldı. Sonraki
yıllarda ise müzayedelerde
satıldı tekrar.
Peki onca gayrımenkul ( yani
taşınamaz mal) ne oldu? Öyle
ya Osmanlı hanedanına
ait taşınabilir mal
mülk böylece yağma
edilmişti ama taşınamaz
mal mülk ne
olmuştu?
İşte bunu anlayabilmek
için 3 Mart 1924 de
Osmanlı Hanedanının yurt
dışına çıkarılışı ile
ilgili kanuna bakmak
gerekir.
Bu kanunun tabii
ki tüm maddeleri bu
konuyla ilgili değildir
ama bilgi edinilmesi
açısından ben tüm
maddeleri yazıyorum, bu
arada Osmanlı hanedanının
gayrımenkulleri ile ilgili olarak nasıl bir
uygulama yapılmış onu da
göreceğiz.
“Hilâfetin ilgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye
Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun
Kabul tarih:3 Mart 1924 (hicri 26 Recep
1342)(rumi 3 mart 1340)
Kanun no:431
Resmi
gazete yayın tarih:6 Mart 1924.
MADDE 1- Halife halledilmiştir. Hilafet, Cumhuriyet mana
ve mefhumunda esasen
mündemiç olduğundan hilafet makamı
mülgadır. [ Yani: Halife,
tahtından indirilmiştir, Hilafet
dediğimiz şey de
Cumhuriyetin mana ve
mefhumu içinde zaten
var olduğu için halifelik makamı
da kaldırılmıştır.]
MADDE 2- Mahlu Halife
ve Osmanlı Saltanatı
münderisesi hanedanının erkek,
kadın bilcümle âzası ve damatlar, Türkiye
Cumhuriyeti memaliki dahilinde
ikamet etme hakkından ebediyen memnudurlar
( Sonsuza kadar
Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içinde ikamet etme
hakkından mahrum bırakılmışlardır ) Bu hanedana
mensup kadınlardan mütevellit
kimseler de bu madde
hükmüne tâbidirler.( Yani
damat hanedan mensubu
olmasa da hanedan
mensubu bir kadından
doğmuş olanlar da yurt dışına
sürülüyorlar.)
MADDE 3- İkinci maddede mezkur kimseler
bu kanunun ilanı
tarihinden itibaren âzami on
gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti
arazisini terke mecburdurlar.
MADDE 4- İkinci maddede mezkur kimselerin Türk vatandaşlık
sıfatı ve hukuku
merfudur ( Yani yurt
dışına sürülenlerin tamamı
Türk vatandaşlığından çıkarıldığı
gibi Türk hukukundan faydalanma
hakları da yoktur.)
MADDE 5- Bundan böyle ikinci
maddede mezkur ( zikredilen) kimseler Türkiye Cumhuriyeti
dahilinde emvali
gayrimenkuleye tasarruf edemezler. İlişiklerinin kat’ı
için bir sene müddetle
bilvekale mehakimi devlete müracaat edebilirler [ İkinci maddede
zikredilen kişilerin artık
Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içinde gayrımenkullerinin olması
söz konusu değildir. Bu
gayrımenkulleri ile ilişkilerinin
tamamen kesilmesi için bir
sene içerisinde vekil tayin
edebilirler.]
Yani işte bu
madde bize gösteriyor
ki hanedan mensuplarının
sahip olduğu gayrimenkullerini de
ya birilerine vekaleten
bırakmaları gerekiyordu ya
da o on
günlük kısa süre
içinde alelacele satmaları…
Kim nereyi, kime
sattı ya da kim nereyi
vekaleten kime verdi bilemiyoruz
ama en büyük
yağma işte bu gayrımenkullerde oldu. Zira
kendilerine vekaleten bırakılan
bu gayrımenkullere konanlar
hanedanın kadın mensuplarına
1950 yılında , erkek
mensuplarına ise 1974
yılında geri dönme
izni verildiğinde kendilerine
bu gayrımenkulleri verenleri
tanımazlıktan geldiler. Çoktan
hafızalarından silmişlerdi bile.
Hoş bu
gayrımenkulleri
bırakanlardan da hayatta
kalan olmamıştı ya... Mesela
üç yaşındayken yurt
dışına sürülen Neslişah Sultan
geri döndüğünde saçları
bembeyez bir kadındı.
Üç yaşındayken babasının
ya da dedesinin
kime hangi gayrimenkulü verdiğini
nereden bilsin? Diyelim
ki biliyor, nasıl
ispat etsin? Yani
öylesine bir yağma
yaşandı ki ‘’Yağma
Hasan’ın böreği’’ yanında
halt etmiş…
Neyse devam edelim.
Çünkü saraylar da
var işin içinde
ve başka hükümler
tabii ki.
MADDE 6- İkinci maddede
mezkur kimselere mesarif-i
seferiyelerine mukabil bir
defaya mahsus ve derece-i
servetlerine göre mütefavit olmak
üzere hükümetçe tensip
edilecek mebaliğ ita
olunacaktır [ Yani yurt
dışına sürülecek kimselere
devlet, o kişilerin
zenginlik durumuna göre
sadece bir kereye
has yol masrafı
verecektir.( Bu miktar
kimilerine 2000, kimilerine
1000 Tl olarak ödenmiştir daha
sonra.)]
MADDE 7- İkinci maddede mezkur
kimseler Türkiye Cumhuriyeti
arazisi dahilindeki bilcümle emval-i
gayrimenkulelerini bir sene
zafında hükümetin malumat ve
muvaffakatiyle tasfiyeye mecburdurlar.Mezkur emvali gayrimenkuleyi
kendileri tasfiye etmedikleri takdirde hükümet marifetiyle
tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.
Yani. Yurt dışına
sürülen Osmanlı hanedanı,
yurt içindeki gayrimenkullerini bir
sene içinde boşaltacak… İyi de
yurt içine girişleri yasak?
Bu nasıl olacak?
Demek ki bu
da 5. Maddede
belirtildiği gibi vekiller
aracılığı ile olacak.
Bir kez daha
yani diyelim. Yani
gayrımenkuller gibi gayrımenkuller içindeki
eşya da işte o
on günlük süre
içinde ya bir
şekilde vekalet yoluyla
satılacaktı ya da
bir yıl sonra
devlet el koyacaktı.
Devletin el koyabildiği
hiç bir eşya
olduğunu sanmıyorum. Onlar
da yağmalandı.
MADDE 8- Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık
etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti
arazisi dahilindeki emval-i
gayrimenkuleleri millete intikal
etmiştir. ( Padişahların özel
gayrimenkulleri milletin oluyor.)
MADDE 9 – Mülga( Kaldırılmış) padişahlık
sarayları , kasırları, emakini sairesindeki mefruşat, takımlar, tablolar, âsar-ı nefise( Güzel eserler) ve
sair bilumum emval-i
menkule millete intikal
etmiştir. ( Örneğin
Topkapı, Dolmabahçe, Beylerbeyi
sarayları gibi saraylar
ve kasırlardaki her
türlü mefruşat, tablolar, sanat
eserleri ve diğer
eşyalar… Onlara dokunulmamış,
büyük ölçüde müzelik
eşya olarak varlıklarını
devam ettirmişlerdir aynı
mahallerde)
MADDE 10- Emlak-i Hakaniye namı
altında olup evvelce millete devredilen
emlak ile beraber mülga
padişahlığa ait bilcümle emlak ve
sabık hazine-i hümayun
muhteviyatlarıyla birlikte saray ve
kasırlar ve mebani ve
arazi millete intikal
etmiştir.
MADDE 11- Millete itikal
eden emvali menkule ve
gayrimenkulenin tesbit ve muhafazası
için bir nizamname tanzim
edilecektir
MADDE 12- İş bu
kanun neşrinden itibaren meriyül icradır (
yayınından itibaren geçerlidir.)
MADDE 13- İş bu
kanunun icra-yı ahkamına
İcra Vekilleri heyeti
memurdur ( Yani kanunun
yürütülmesinden bakanlar kurulu
sorumludur.)
Kısaca…
Osmanlı hanedanı yurt
dışına sürülürken bazılarının dediği
gibi çok büyük
servetler götürmemişlerdir yanlarında.
Kendilerine ait şahsi
eşyalarını alel acele
yok pahasına satmışlar, kendilerine
ait taşınamaz malları
vekaleten birilerine bırakmışlar
ama bir daha
o mallardan hiç
faydalanamamışlardır.
Öyle ki
Mısır Prensleri ile
evlenen bir iki
hanım sultan dışında
büyük çoğunluğu sefalet
içinde yaşamıştı.
Padişah Vahdettin’in tabutuna
haciz geldiğini bilmeyen
yoktur sanırım ( Bunu
ayrı bir yazı
olarak yazacağım)
Son Halife Abdülmecit
Efendi Paris’te 1944
yılında öldü. Ailesinin
tüm ısrarlarına rağmen
Türkiye’de gömülmesine izin
verilmediği için cesedi
on yıl boyunca
Paris Camiinde bekletildi.
En sonunda Fransız
hükumetinin ‘’ Alın
bunu buradan’’ Demesi
üzerine Suudi Arabistan’ın
izniyle Medine’de Baki mezarlığına
getirilip burada defnedildi.
II. Abdulhamit’in torunu
Şehzade Orhan sürgün
yıllarında hayatını idame ettirmek
için mezarlık bekçiliği
bile yapmıştı.1994 yılında
hayata veda eden
Şehzade Orhan Fransa’nın
nice şehrinde bir
mezarlığa defnedilmiş ancak
mezarlık aidatı olan
200 Euro ödenmediği için
bir müddet sonra
kemikleri mezarlıktan alınarak
bir çukura atılmıştı.
Burada hemen ‘’ Ne yani
Osmanoğulları sülalesinde 200
Euro gibi basit bir
miktarı ödeyecek kimse
yok muymuş ? ‘’ Denilebilir. Aile de
çok sonra kabri
ziyarete gittiğinde kabrin
yerinde olmadığını görüyor
ve aldıkları cevap ‘’ Aidat ödenmediği
için kaldırdık ‘’ oluyor.
Şehzadelerden Abdülkerim Efendi’ye
Japonlar, Türkistan tahtını
teklif etmişler ama
Abdülkerim Efendi Japonlarla
temas halindeyken Newyork’ta
kaldığı otel odasında
kafasından tabancayla vurularak
öldürülmüştü 1935 yılında.
II. Abdülhamit’in en küçük
oğlu olan Abid
Efendi Fransa’da sokak
sokak, ev ev
dolaşarak sabun satmıştı.
Nermin Sultan, Fransa’nın
bağladığı yoksulluk aylığı
ile geçindi ve
bir Fransız kimsesizler
yurdunda 1998 yılında vefat etti. ( İşin
ilginç tarafı bu
sultanın bir Fransız ressam
olan Henry Mattise tarafından 1942 yılında
yapılan ve ‘’Siyah koltuktaki
odalık’’ adı verilen tablosu 44 Milyon liraya
satılmıştı.)
Sehzade Cengiz Efendi’nin
hayatını boks yaparak kazandığı hatta 1950
yılında Paris yakınlarında
bir boks müsabakasında
ringte öldüğü söyleniyor.
1950 yılında Adnan
Menderes Hükumeti Hanedanın kadın mensuplarına
Türkiye’ye gelebilme ve Türk vatandaşı
olabilme hakkı vermişti. Bu haktan
faydalanmak üzere Sultan
Vahdettin’in oğlu Ömer
Faruk Efendi’nin eşi
Mihrişah Sultan, 1952
yılında köpeği ile vapura
binerken Ömer Faruk
Efendi aynen şunları
söylüyordu: "Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu
içecek, ekmeğini yiyecek.... Ama ben..’’
Evet..Haneden yurt dışına
sürüldükten sonra onlara
ait mal-mülk ne
oldu sorumuza ancak
bu kadar cevap
bulabildim.
Yazımı Kazım Karabekir’in bu konu ile
ilgili sözleri ile
noktalıyorum:
‘’600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu 10 günün
tarihi mutlaka yazılmalıdır.’’
RESİMLER
1- Şehzade Orhan ve Fransa’nın
Nice şehrinde gömülü
olduğu yer.
2- Şehzade Abdulkerim Efendi
3- Şehzade Abid Efendi
4- Nermin Sultan… Ressam
Henry Mattise e poz
veriyor.
5- 44 Milyon lira fiyat
biçilen Siyak Koltuktaki
Odalık Tablosu.
6- Neslişah Sultan’ın genlik
yılları
7- Neslişah Sultan’ın yaşlılık
yılları
8- Atatürk’ün evlenme teklifini
kabul etmeyip Kuzeni
Ömer Faruk Efendi
ile evlenen fakat 1948 de
ondan da boşanıp,
1952 de ( Dönemin hükümetinin
çıkardığı afla) Türkiye’ye gelen
ve 1971 yılında kızı Hanzade
Sultan’ın yalısında vefat
eden Sabiha Sultan
9- Şehzade Cengiz
10- Şehzade Ömer Faruk Efendi
11- Dürrüşehvar Sultan: Hanedadan
olup Türkiye’ye ilk
gelen Sultan Sultan
budur. Ancak gelişinin
hikayesi çok farklıdır:
Dürrüşehvar
Sultan Nice'de Kasım 1931 tarihinde dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad
Nizamının oğlu Azam Cah ile evlenerek Berar Prensesi unvanını aldı ve Hindistan'ın
Haydarabad kentinde yaşamağa başladı.
(
Üçüncü Han-ı Yağma başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
16.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.