Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 16.12.2016
Okunma Sayısı : 2261
Yorum Sayısı : 0

ÜÇÜNCÜ  HAN-I  YAĞMA


16  Mayıs  1919  Tarihinde  Mustafa  Kemal Paşa  Bandırma  adlı  bir  vapurla  İstanbul’dan  Samsun’a  doğru  yola  çıkmıştı.  Bu  yolculuk  ile  başlayan  Milli  Mücadele,  sonunda  zafere  ulaşmış  ve  16  Mayıs  1919 un  üzerinden  tam  yedi  sene  geçmişti.  Yani  takvim  yaprakları  16  Mayıs  1926  yı  gösteriyordu.

Bu  yedi  senelik zaman  zarfında  o  kadar  büyük  değişiklikler  olmuştu  ki…Mesela  1 Kasım  1922 de  Saltanat  kaldırılmış,  17  Kasım  1922 de  padişah  VI.  Mehmet  Vahdettin  yurt  dışına  kaçmış,  29  Ekim  1923 de  Cumhuriyet  ilan  edilmiş,  3  Mart  1924 de  Halifelik  kaldırılmış  ve  16  Mart 1924  Tarihi  itibariyle  Türkiye  Cumhuriyeti  topraklarında  Osmanlı  hanedanından  bir  tek  Allahın  kulu  bırakılmamış,  hepsi  yurt  dışına  sürülmüştü.

Evet  takvim  yaprakları  16  Mayıs  1926  yı  gösterdiği  gün  Mustafa  Kemal   bir  yurt  gezisindeydi  ve  o  günkü  durağı  Adana’ydı.

Kendisine  önemli  bir  haber  getirildi.  Haberi  veren  kişi  bunu  bir  müjde  gibi  sunmuş,  son  Osmanlı Padişahı  VI  Mehmet  Vahdettin’in  öldüğünü  söylemişti.  Ama  Mustafa  Kemal  böyle  bir  habere  sevineceğine  tam  tersi  üzülmüş  ve 
‘’ Çok namuslu bir adam öldü İsteseydi Topkapı'nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki "  demişti.[ Bunları  Murat  Bardakçı  söylüyor.]

Atatürk  gerçekten  16  Mayıs  1926 da  ölen son  Osmanlı  Padişahı   Vahdettin’in  arkasından  böyle  bir  şey  demiş  olabilir  mi?

İşin  doğrusu  hemen  bir  yıl  sonra  irad  ettiği    büyük  Nutuk’a  baktığımızda   Mustafa  Kemal’in  Sultan  Vahdettin  için  ‘’ Çok  namuslu bir  insan  öldü’’  Demiş olması  mümkün  görünmüyor.  Çünkü  hiç  bir  insan  ‘’  Çok  namuslu  ‘’  olduğuna  inandığı  bir  insan  için  bir  yıl  sonra  ‘’ sefil,  aciz,  anlayıştan  yoksun,  korkak, yaratık’’  Gibi  ifadeler  kullanmaz.

Dahası  Sultan  Vahdettin  Yurt  dışına  çıkar  çıkmaz  Atatürk’ün  emriyle  yaptırılan  ilk  iş  derhal  Topkapı  Sarayındaki hazinelere  ve  kutsal  emanetlere  baktırmak  oluyor.  Yani  yurt  dışına  saraydan  bir  şeyler  kaçırdı  mı,  özellikle  de  kutsal  emanetler  bölümünde  olan  ve  halifeliğin  simgesi  sayılabilecek  nesnelerden  yanında  götürdüğü  var  mı?  Bir  insan  ‘’Dünyanın  en  namuslu  insanı ‘’  Olarak  gördüğü  kişi  hakkında  böyle  bir  zan  besler  mi?[Bu  kısmı  da Tarihçi  Prof  Metin  Hülagü  söylüyor]

Yani  iki değişik  görüş  var.  Ancak  konuyu  madem  ki  buraya  getirdik  o halde  buradan  devam  edelim.

Öncelikle  padişah  Vahdettin  yurt  dışına  giderken   ne  kadar  bir  para  ya  da  değerli  eşya  götürdü?

Saltanatın  kaldırılmasının  hemen  akabinde Osmanlı  Hanedanından  olup  yurt  dışına  ilk  giden Sultan  Vahdettin,  eşya  olarak  hiç  bir  şey  götürmedi  dersek  yalan  olmaz.  Para  olarak  ise  en  son  şahsi  maaşı  olan  50.000  Tl  yi  götürdü  ki  bu  paranın  tamamı  da  para  değil  önemli  bir  kısmı  İngiliz  ve  Fransız  bonolarıydı.  [Faydalandığım  kaynağın yazıldığı  2007  yılı  itibariyle  bu  para  ve  bonoların  toplam  değeri 215.000 Tl  idi ]

Evet…Dünyanın  en büyük  imparatorlarından  birisiniz,  dünyanın  en  güçlü  devleti  olan  İngiltere’nin  yardımları  ile  yurt  dışına  kaçıyorsunuz,  elinizin  altında  muazzam  bir  servet  var  ama  sadece  215.000 Tl  götürüyorsunuz  yanınızda.. 

Ancak..Hemen  belirtelim  Vahdettin  ölünceye  kadar  saltanat  davasından  vazgeçmiş  değildir. Nitekim  o  yurt  dışına  çıkışını  hep  hicret  olarak  görmüş Aynen  şöyle  demiş  yurt  dışına  çıkışı  ile  ilgili olarak:

”Akıllı ve münevver kimseler fiilen, irsen ve istihkâken hilafet ve saltanat makamında bulunan (ki bu dünyadaki en büyük ve en ehemmiyetli makamdır) bir sultanın vatana hıyanet etme emel ve hırsına kapılmasını nasıl izah edebilirler? Bu makamın ve özellikle hilafetin şeref ve haysiyetini muhafaza etmek için tahtımı muvakkaten (geçici olarak) terk ettim, refah ve rahatımı bir kenara attım. Saltanattan ve vatandan ayrılmamın sebebi uyguladığım siyasetin hesaba çekilmesinden korktuğum için değil, canımı, şerefimi kurtarmak içindir. Güç yetiştirilmeyecek şeylerden uzak durmak peygamberimizin sünnetidir.’

 

Yukarıdaki  sözlerinden de  anladığımız  kadarıyla  Padişah  Vahdettin  belki  de  ‘’  Nasıl  olsa  geri  döneceğim’’  Ümidiyle  yanında  o  215.000 Tl dışında  hiç  bir  şey  götürmemiştir.

Peki  3 Mart  1924 de  haklarında yurt  dışına  sürgüne  gönderilme  kararı  çıkarılmış  olan Osmanlı  hanedanının  diğer  mensupları  ( eşikteki  beşikteki  toplam  155 kişi) yurt  dışına  gönderilirken  yanlarında  ne  götürdüler?  Ya da  bir  şey  götürdüler  mi?

Hemen  belirtelim:

Eşya  olarak  bir  bavula,  valize  ne  kadar  ne  sığdırılabilirse  onu  götürdüler.  Gidecekleri  yurt  dışında  çıplak  dolaşmayacaklarına  göre  de  valizlere,  bavullara  ancak  kendi  eşyalarını, elbiselerini  yerleştirebildiler.  Zaten  kanun  çıkar  çıkmaz  son  halife  Abdulmecit,  hiç bekletilmedi  derhal  4  Mart  1923 de yurt  dışına  gönderildi.Handedanın  diğer  mensuplarına  da  sadece  10  gün  süre  tanınmıştı.

İşte  bu on  gün süre  içinde  Osmanlı  hanedan  mensupları  kendilerine  ait  şahsi  eşyaları alelacele elden  çıkarmaya  başladılar.  Önlerinde  fazla  zamanları  olmadığı  için  kim ne  veriyorsa ona  razı  oldular  ve  mesela  pek  çok  tablo,  resimle  hiç  alakası  olmayan  insanlara  oldukça  ucuz  fiyata  satıldı. Tam  anlamıyla  bir yağma  yaşandı  o  günlerde. 

Yani  3 Mart 1924 -  16  Mart 1924  tarihleri  arasında  Osmanlı  hanedanı  yakın  tarihinin  üçüncü yağmasını  yaşıyordu.

Birinci  yağmayı  Sultan  Abdülaziz  tahttan  indirildiğinde,   II.  Yağmayı  Sultan  II.  Abdülhamit  tahttan  indirildiğinde  yaşamış  ve  bu  yağma  tarihe  Yıldız  Yağması  olarak  geçmişti. O  ikinci  yağma  öylesine  bir  yağmaydı  ki  en  büyük  Abdülhamit  düşmanı  Tevfik  Fikret’i  bile  isyan  ettirmiş  ve  hepimizin   ‘’Yiyin  efendiler  yiyin’’  Diye  bildiği  ‘’Han-ı  Yağma’’ Şiirini  yazmasına vesile  olmuştu.   

Üçüncü  yağma  ise  1924 yılında yaşıyordu.  Tabii  ki  tüm  bunlara  ‘’Milletin  olan,  millete  dönmüştü’’  Diyen  de  olacaktır  ama  olay  ‘’  Milletin  olanın  millete  dönmesi’’ değildi.  Kapanın  elinde  kalıyordu  her  şey. 

Yağmalanan  eşyaların  büyük  bir  kısmı  yurt  dışına  çıkarıldı  yabancılar  tarafından.  Yurtta  kalanlar  kim  kaptıysa  onun  elinde  kaldı.  Sonraki  yıllarda  ise  müzayedelerde  satıldı  tekrar.

Peki  onca gayrımenkul  ( yani  taşınamaz mal)   ne  oldu? Öyle  ya  Osmanlı  hanedanına  ait  taşınabilir  mal  mülk  böylece  yağma  edilmişti  ama  taşınamaz  mal  mülk  ne  olmuştu?

İşte  bunu  anlayabilmek  için  3 Mart  1924 de  Osmanlı  Hanedanının   yurt  dışına  çıkarılışı  ile  ilgili  kanuna  bakmak  gerekir.

Bu  kanunun  tabii  ki  tüm maddeleri  bu  konuyla  ilgili  değildir  ama  bilgi  edinilmesi  açısından  ben  tüm  maddeleri  yazıyorum,  bu  arada  Osmanlı  hanedanının  gayrımenkulleri  ile  ilgili olarak nasıl  bir  uygulama  yapılmış  onu da  göreceğiz.

“Hilâfetin ilgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti  memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun

Kabul tarih:3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342)(rumi 3 mart 1340)

Kanun no:431

Resmi gazete yayın tarih:6 Mart 1924.

MADDE  1- Halife  halledilmiştir. Hilafet, Cumhuriyet  mana  ve  mefhumunda esasen mündemiç  olduğundan hilafet  makamı  mülgadır. [ Yani: Halife,  tahtından  indirilmiştir,  Hilafet  dediğimiz  şey  de  Cumhuriyetin  mana  ve  mefhumu  içinde  zaten  var  olduğu  için halifelik  makamı  da  kaldırılmıştır.]
MADDE  2- Mahlu  Halife  ve  Osmanlı  Saltanatı  münderisesi hanedanının erkek,  kadın bilcümle  âzası  ve  damatlar,  Türkiye  Cumhuriyeti  memaliki  dahilinde  ikamet  etme  hakkından ebediyen  memnudurlar  (  Sonsuza  kadar  Türkiye  Cumhuriyeti  sınırları  içinde  ikamet  etme  hakkından  mahrum  bırakılmışlardır ) Bu  hanedana  mensup  kadınlardan  mütevellit  kimseler  de bu  madde  hükmüne  tâbidirler.(  Yani  damat  hanedan  mensubu  olmasa  da  hanedan  mensubu  bir  kadından  doğmuş  olanlar  da  yurt  dışına  sürülüyorlar.)
MADDE 3- İkinci maddede  mezkur  kimseler  bu  kanunun  ilanı  tarihinden  itibaren âzami  on  gün  zarfında Türkiye  Cumhuriyeti  arazisini  terke  mecburdurlar.
MADDE 4- İkinci  maddede mezkur  kimselerin Türk  vatandaşlık  sıfatı  ve  hukuku  merfudur (  Yani  yurt  dışına  sürülenlerin  tamamı  Türk  vatandaşlığından  çıkarıldığı  gibi  Türk hukukundan  faydalanma  hakları  da  yoktur.)
MADDE 5- Bundan  böyle  ikinci  maddede  mezkur ( zikredilen)  kimseler Türkiye  Cumhuriyeti  dahilinde  emvali gayrimenkuleye  tasarruf  edemezler. İlişiklerinin  kat’ı  için  bir  sene müddetle  bilvekale  mehakimi  devlete müracaat  edebilirler [ İkinci  maddede  zikredilen  kişilerin   artık  Türkiye  Cumhuriyeti  sınırları  içinde  gayrımenkullerinin  olması   söz  konusu  değildir. Bu  gayrımenkulleri  ile  ilişkilerinin  tamamen  kesilmesi  için  bir  sene  içerisinde vekil  tayin  edebilirler.]

Yani  işte  bu  madde  bize  gösteriyor  ki  hanedan  mensuplarının  sahip  olduğu  gayrimenkullerini  de  ya  birilerine  vekaleten  bırakmaları  gerekiyordu  ya  da  o  on  günlük  kısa  süre  içinde  alelacele  satmaları…

Kim  nereyi,  kime  sattı  ya  da  kim  nereyi  vekaleten  kime verdi  bilemiyoruz  ama  en  büyük  yağma  işte  bu  gayrımenkullerde  oldu. Zira  kendilerine  vekaleten  bırakılan  bu  gayrımenkullere  konanlar  hanedanın  kadın  mensuplarına  1950  yılında ,  erkek  mensuplarına  ise  1974  yılında  geri  dönme  izni  verildiğinde  kendilerine  bu  gayrımenkulleri  verenleri  tanımazlıktan  geldiler.  Çoktan  hafızalarından silmişlerdi  bile. Hoş  bu  gayrımenkulleri  bırakanlardan  da  hayatta  kalan  olmamıştı ya...  Mesela  üç  yaşındayken  yurt  dışına  sürülen Neslişah  Sultan  geri  döndüğünde  saçları  bembeyez  bir  kadındı.  Üç  yaşındayken  babasının  ya  da  dedesinin  kime  hangi gayrimenkulü  verdiğini  nereden  bilsin?  Diyelim  ki  biliyor,  nasıl  ispat  etsin?  Yani  öylesine  bir  yağma  yaşandı  ki  ‘’Yağma  Hasan’ın  böreği’’  yanında  halt  etmiş…

Neyse  devam  edelim.  Çünkü  saraylar  da  var  işin  içinde  ve  başka  hükümler  tabii  ki.

MADDE  6- İkinci  maddede  mezkur  kimselere  mesarif-i  seferiyelerine  mukabil  bir  defaya  mahsus ve  derece-i  servetlerine  göre mütefavit  olmak  üzere hükümetçe tensip  edilecek  mebaliğ  ita  olunacaktır [  Yani  yurt  dışına  sürülecek  kimselere  devlet,  o  kişilerin  zenginlik  durumuna  göre  sadece  bir  kereye  has  yol  masrafı  verecektir.(  Bu  miktar  kimilerine  2000,  kimilerine  1000 Tl  olarak ödenmiştir  daha  sonra.)]
MADDE 7- İkinci  maddede  mezkur  kimseler  Türkiye  Cumhuriyeti  arazisi  dahilindeki bilcümle  emval-i  gayrimenkulelerini  bir  sene  zafında hükümetin  malumat  ve  muvaffakatiyle   tasfiyeye  mecburdurlar.Mezkur  emvali  gayrimenkuleyi  kendileri  tasfiye  etmedikleri takdirde hükümet  marifetiyle  tasfiye  olunarak  bedelleri kendilerine  verilecektir.

Yani.  Yurt  dışına  sürülen  Osmanlı  hanedanı,  yurt  içindeki  gayrimenkullerini  bir  sene  içinde  boşaltacak… İyi  de  yurt içine  girişleri  yasak?  Bu  nasıl  olacak?  Demek  ki  bu  da  5.  Maddede  belirtildiği  gibi  vekiller  aracılığı  ile  olacak.  Bir  kez  daha  yani  diyelim.  Yani  gayrımenkuller  gibi  gayrımenkuller  içindeki  eşya  da  işte  o on  günlük  süre  içinde  ya  bir  şekilde  vekalet  yoluyla  satılacaktı  ya  da  bir  yıl  sonra  devlet  el  koyacaktı.  Devletin  el  koyabildiği  hiç  bir  eşya  olduğunu  sanmıyorum.  Onlar  da  yağmalandı.

MADDE 8- Osmanlı  İmparatorluğunda  padişahlık  etmiş  kimselerin Türkiye  Cumhuriyeti  arazisi  dahilindeki  emval-i  gayrimenkuleleri  millete  intikal  etmiştir. (  Padişahların  özel  gayrimenkulleri milletin  oluyor.)
MADDE 9 – Mülga(  Kaldırılmış)   padişahlık  sarayları ,  kasırları,  emakini sairesindeki  mefruşat, takımlar,  tablolar, âsar-ı  nefise( Güzel eserler)  ve  sair  bilumum  emval-i  menkule  millete  intikal  etmiştir.  (  Örneğin  Topkapı,  Dolmabahçe,  Beylerbeyi  sarayları  gibi  saraylar  ve  kasırlardaki  her  türlü mefruşat,  tablolar,  sanat  eserleri  ve  diğer  eşyalar…  Onlara  dokunulmamış,  büyük  ölçüde  müzelik  eşya  olarak  varlıklarını  devam  ettirmişlerdir  aynı  mahallerde)
MADDE  10- Emlak-i  Hakaniye namı  altında  olup  evvelce millete  devredilen  emlak  ile  beraber mülga  padişahlığa  ait  bilcümle emlak  ve  sabık  hazine-i hümayun muhteviyatlarıyla  birlikte saray  ve  kasırlar  ve  mebani ve  arazi  millete  intikal  etmiştir.
MADDE  11- Millete  itikal  eden emvali  menkule  ve  gayrimenkulenin tesbit  ve  muhafazası  için bir  nizamname  tanzim  edilecektir
MADDE  12- İş  bu  kanun neşrinden  itibaren  meriyül icradır  (  yayınından  itibaren  geçerlidir.)
MADDE  13- İş  bu  kanunun icra-yı  ahkamına İcra  Vekilleri  heyeti  memurdur (  Yani  kanunun  yürütülmesinden  bakanlar  kurulu  sorumludur.)

Kısaca…

Osmanlı  hanedanı  yurt  dışına  sürülürken bazılarının  dediği  gibi  çok  büyük  servetler  götürmemişlerdir  yanlarında.  Kendilerine  ait  şahsi  eşyalarını  alel  acele  yok  pahasına satmışlar,  kendilerine  ait  taşınamaz  malları  vekaleten  birilerine  bırakmışlar  ama  bir  daha  o  mallardan  hiç  faydalanamamışlardır.

Öyle  ki  Mısır  Prensleri  ile  evlenen  bir  iki  hanım  sultan  dışında  büyük  çoğunluğu  sefalet  içinde  yaşamıştı.

Padişah  Vahdettin’in  tabutuna  haciz  geldiğini  bilmeyen  yoktur  sanırım (  Bunu  ayrı  bir  yazı  olarak  yazacağım)

Son  Halife  Abdülmecit  Efendi  Paris’te  1944  yılında  öldü.  Ailesinin  tüm  ısrarlarına  rağmen  Türkiye’de  gömülmesine  izin  verilmediği  için  cesedi  on  yıl  boyunca  Paris  Camiinde  bekletildi.  En  sonunda  Fransız  hükumetinin  ‘’  Alın  bunu  buradan’’  Demesi  üzerine  Suudi  Arabistan’ın  izniyle  Medine’de Baki  mezarlığına  getirilip  burada  defnedildi.

II.  Abdulhamit’in  torunu  Şehzade  Orhan  sürgün  yıllarında  hayatını idame  ettirmek  için  mezarlık  bekçiliği  bile  yapmıştı.1994  yılında  hayata  veda  eden  Şehzade  Orhan  Fransa’nın  nice  şehrinde  bir  mezarlığa  defnedilmiş  ancak  mezarlık  aidatı  olan  200 Euro  ödenmediği  için  bir  müddet  sonra  kemikleri  mezarlıktan  alınarak  bir  çukura  atılmıştı.

Burada  hemen ‘’ Ne  yani  Osmanoğulları  sülalesinde  200  Euro  gibi basit  bir  miktarı  ödeyecek  kimse  yok muymuş ? ‘’ Denilebilir.  Aile  de  çok  sonra  kabri  ziyarete  gittiğinde  kabrin  yerinde  olmadığını  görüyor   ve  aldıkları  cevap ‘’ Aidat  ödenmediği  için  kaldırdık ‘’  oluyor.

Şehzadelerden  Abdülkerim  Efendi’ye  Japonlar,  Türkistan  tahtını  teklif  etmişler  ama  Abdülkerim  Efendi  Japonlarla  temas  halindeyken  Newyork’ta  kaldığı  otel  odasında  kafasından  tabancayla  vurularak  öldürülmüştü 1935  yılında.

II. Abdülhamit’in  en  küçük  oğlu  olan  Abid  Efendi  Fransa’da  sokak  sokak,  ev  ev  dolaşarak  sabun  satmıştı.

Nermin  Sultan,  Fransa’nın  bağladığı  yoksulluk  aylığı  ile  geçindi  ve  bir  Fransız  kimsesizler  yurdunda 1998  yılında vefat  etti. ( İşin  ilginç  tarafı  bu  sultanın bir  Fransız  ressam  olan  Henry Mattise  tarafından 1942  yılında  yapılan  ve ‘’Siyah  koltuktaki  odalık’’ adı  verilen  tablosu 44 Milyon  liraya  satılmıştı.)

Sehzade  Cengiz  Efendi’nin  hayatını  boks  yaparak kazandığı  hatta 1950  yılında  Paris  yakınlarında  bir  boks  müsabakasında  ringte  öldüğü söyleniyor.

1950  yılında  Adnan  Menderes  Hükumeti  Hanedanın kadın  mensuplarına  Türkiye’ye  gelebilme  ve  Türk  vatandaşı  olabilme  hakkı vermişti. Bu  haktan  faydalanmak  üzere  Sultan  Vahdettin’in  oğlu  Ömer  Faruk  Efendi’nin  eşi  Mihrişah  Sultan,  1952  yılında  köpeği ile  vapura  binerken  Ömer  Faruk  Efendi  aynen  şunları  söylüyordu:
"Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu içecek, ekmeğini yiyecek.... Ama ben..’’

Evet..Haneden  yurt  dışına  sürüldükten  sonra  onlara  ait  mal-mülk  ne  oldu  sorumuza  ancak  bu  kadar  cevap  bulabildim. 

Yazımı  Kazım  Karabekir’in bu  konu ile  ilgili  sözleri  ile  noktalıyorum:


‘’
600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu 10 günün tarihi mutlaka yazılmalıdır.’’

RESİMLER

1- Şehzade  Orhan  ve Fransa’nın  Nice  şehrinde  gömülü  olduğu  yer.
2- Şehzade  Abdulkerim  Efendi
3- Şehzade  Abid  Efendi
4- Nermin  Sultan…  Ressam  Henry  Mattise  e poz  veriyor.
5- 44 Milyon  lira  fiyat  biçilen  Siyak  Koltuktaki  Odalık  Tablosu.
6- Neslişah  Sultan’ın  genlik  yılları
7- Neslişah  Sultan’ın  yaşlılık  yılları
8- Atatürk’ün  evlenme  teklifini  kabul  etmeyip  Kuzeni  Ömer  Faruk  Efendi  ile  evlenen fakat  1948 de  ondan  da  boşanıp,  1952 de (  Dönemin  hükümetinin  çıkardığı  afla) Türkiye’ye  gelen  ve 1971  yılında kızı  Hanzade  Sultan’ın  yalısında  vefat  eden  Sabiha  Sultan
9- Şehzade  Cengiz
10- Şehzade Ömer  Faruk  Efendi
11- Dürrüşehvar  Sultan: Hanedadan olup  Türkiye’ye  ilk  gelen  Sultan  Sultan  budur.  Ancak  gelişinin  hikayesi  çok  farklıdır:

 
Dürrüşehvar Sultan Nice'de Kasım 1931 tarihinde dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad Nizamının oğlu Azam Cah ile evlenerek Berar Prensesi unvanını aldı ve Hindistan'ın Haydarabad kentinde yaşamağa başladı.


( Üçüncü Han-ı Yağma başlıklı yazı Sami Biber tarafından 16.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.