Neye rağbet
ettiğimizdense neyle imtihan olduğum/uz…
Biraz biz gibi biraz
serkeş ve çok da buruk bir tat geride kalan. Kan gibi oysaki kar’a teslim
olmuşluğumuzla beyaza bürünmüş Aralık’ın cilvesi adeta gerek göğün rengi
gerekse görmemişliğimizin tınısı artık neyin ne ile eşleştiğinin de bir önemi
yok ve bireysel mutsuzluklar da sınırsızlığı ölümün ve acının çok çok gerisinde
kaldı.
Zafiyetleri insan
ırkının nasıl da defolu bir tutanak: Bir meleğin kanadına konmuş kan yüklü bir
ölü, gam yüklü geride kalan kim ise aslında kalanların da gitmeyeceği ne malum?
Kayda geçen ne çok ölüm
ne çok mağlubiyet ne çok sıradansızlık ve depreşen bir milat: hani olur da
başlangıç addedilen ve geçen süre zarfında, dönüp de baktığımız senenin
mizacında yapılan son rötuşlar ki kimin tarafında ise kader ama bir şekilde
razı geldiğimiz ve ne yazık ki bizlerin de gafı sözüm ona yaş döküyoruz
gidenlerin ardından ve an geliyor… bingo! Süren doldu.
Tüm cümleler edilgen…
İfratı kaçmış ve böbürlendikçe yükleniyor zamana ve insana ve nasıl da arsızca.
Hadi, hadi diyorum: Tut
ucundan ve koyuver en güçlü çığlığını.
Sahi, diyorum akabinde:
‘’Vakitlice yaptığım en
ufak gürültü bile zannımca en büyük suçum ve hele ki sessizliğimle bile kafa
bulan bunca insan var iken yakınımda uzağımda…’’
Gerisini getirmek
istemiyorum: Ne bir cümlenin ne de takoz vazifesi gören inme inmiş duygularımın
ki sandığımda da haylice yüklüyüm sanırsınız ki yedi aylık doğmuşum hatta
geçenlerde yineledim sorumu anneme:
‘’Çok mu acele ettim
dünyaya gelmek için?’’
Gülüyor kadıncağız:
‘’Ne acelesi kızım
neredeyse baban elliye merdiven dayamıştı.’’
Çocuktan al haberi,
demek isterdim lakin haricimde tek çocuk yok etrafımda belki de ket
vurulmuşluğumun müsebbibi şu doğurgan kalem yoksa o da zekâ özürlü mü doğdu da
bunca boş konuşmuşluğum fazlasıyla rahatsız edebilmekte bu anlamda elimi çabuk
tutuyorum alabildiğine ve fazlasıyla da ehemmiyet veriyorum kurmayı düşünmezden
önce cümleler çoktan hücum etmişken beynime.
Tokalaştığım imlerle
tüm derdim, desem de inanmayı benim asıl derdim yarını an’a devretmek; an’ı da
düne ve derken o hafif meşrep tınısı yoksun kılındığım ne ise.
Şimdi şuradan çıksa bir
aklı evvel tümce yine sorumlu tutulacağım belki de benim akılsızlığım gün
evrildikçe kalem yetiştikçe imdadıma gecenin de tam körü ses oluyorum sözüm ona
pay edeceğim de; devlet meselesi kıvamında anında yasalar girecek yürürlüğe ve
rüştünü ispatlayan mutluluk nidalarımla evrene muteber bir dilekçe sunacağım.
Sahi yazının başlığı insanlığa mektup adında bir girizgâhla yine mal edecektim
tanıdık tanımadık kim ise lakin söz ağızdan çıktı bir kere ve demem o ki: Tarih
gerçekten de tekerrürden ibaret.
Varlıksız varlığımın
fakındayım ki neye mal ettiğim değil de nelere sebep olduğu yaşama gerekçemin
bu yüzden çok da tantana yapmıyorum ve sadece zamanı israf ediyorum sözüm ona
öldürdüğüm vakitlerin acısını çıkarıyorum kıpraşan iç sesimin iniltileri iken
birer mutluluk göstergesi kıvamında ses olurken söz olurken hayli de geçkin bir
imge kozasında çöreklenen zamansız ölümleri de bağrına basan.
Evveliyatımız ne de
olsa varlığımızın uzantısında yine tarihe mal ettiğimiz şanlı bir geçmiş ve efkârlandıkça
düne uzanan mayamızla yeni baştan doğmaya ahdeden ama ölümü de ertelemek mümkün
değilken.
Bu yüzden değişime
odaklı bir zihniyet aslen yüreğin küpeştesinde tutuklu ve demir aldıkça yeni
miladına rotanın ve demlendikçe şarap misali hanidir unuttuğumuz ve unutmayı
beceremeyen üç beş insan izleği yine dün odaklı yine yarında ümit bağlayan ve
asla da varlığını yoksun kılmaktan haz etmeyen bir çoğunluk.
Sanırsınız ki dünyayı
kurtaracağız belki de mesken edindiğimiz illet zafiyetlerimiz var da yok
sayıyoruz geçkin ve geçersiz mizaçlarımı/zı.
Sondan bir evvel ve
göreceli bir sağanak iken kimine göre aşkın rahmeti ve derdimiz derya; bir
bukle de olsa huzura meyletmiş devingen tahakkümlerle dengeyi korumaya
çalıştığımız.
Köreldikçe imtina
ettiğimiz duyumlar.
Duyumsadıkça
varlığımızın çeperinde eriyen buzullar.
Sanırım insanlık adına
tek bir rötuşu Tanrı’nın yine, meziyeti biz fanilerin hem de görmezliğimiz
kadar da koşullanmışsak daimi zulümlere ve korkak mizaçlarımız ile sanıyoruz ki
sonsuzluğu kucaklamaktayız yaptığımız her yanlışı da tarihe mal ederek.
Sahi çok mu geç artık sahip
çıkılmışlıktan öte sahibi olduğumuzu farz ettiğimiz hayatın hangi kıyısı ise
ölü çocukların mütemadiyen kâbuslarımızdan çıkması adına en ufak teşebbüste
bulunmazken?