Kurtuluşun Felsefesi (Açkı 1)

 

Anadolu'nun işgali ve işgalle başlayan tasalluttu mezalimiler padişah yanlısı olan kimi insanlarımızda da nefreti oluşuyordu. Bu nedenle bu nefreti ve özgürlükçü duyguların ruh hareketiyle Anadolu'nun şurasında burasında bir karar merkezi olmayan geçici ve sürekli çoban ateşleri parlayıp sönüyordu.

 

Bu çoban ateşlerinden birisi; neyi, nasıl ve ne şekilde yapacağı inanması içinde olmanın en kararlı; emin yol adımlarını atmakla diğer çoban ateşlerinin arasında sıyrılıp çıkmaya başladı. Bu çıkış Samsun'da Güneş'in doğmasındaki ısı ve aydınlık huzurlu güvenin çekeyini oluştu.

 

Bu çekey oluş hareketin bilinci ve beyni olma umudunu çoban ateşlerine vermekle; çoban ateşleri bu kez yeniden ve daha bir kararlı tutuştular. Bu hareket neyi, nasıl ve niçin yapacağını hem halka şikâyet ediyordu. Hem de yapılacaklarla manevi kuvvetlenme işi halka anlatıyordu.

 

Böylece kongre denen toplantılarla bir çeşit parlamenter hareketin kıvılcımlarını başlatmıştı. Denk geliş bu ya! Bu nüve hareketi (çekirdek hareketi) ilerdeki merkezi parlamenter sistemin mini bir deney sondajı olmakla özne emisyonlu olacak hareketin halka gösterilmesiydi.

 

Fransız Devrimi ve Rus Devriminden sonra dünyayı etkileyen üçüncü devrimdir Kurtuluşun Felsefesi. Kurtuluşun felsefesi kendi hedeflemesi olmamakla birlikte Dünya’nın üçüncü büyük devrim hareketidir.

 

Eş deyişle Osmanlı'nın kapitülasyonlar gibi nedenle, olmayan ekonomik bağımsızlıkları yüzünden; belki de yapmak isteyip te bir türlü yapamadığı devrimlerdi.

 

Bu devrimler sosyal yaşayışlarla; yönetsel oluşuyla; siyasetiyle; düzenli bir maliyesiyle, düzenli ve modern olacak askeri, güvenlik kuvvetiyle; sağlık politikalarıyla; tevhidi ve modern eğitim sistemiyle; teknik teknolojiler alanlı kapsamları ile birlikte ekonomik endüstriyel atılımlı devrimlerdir de.

 

Kapitülasyoncu emperyalist batılı devlerce kuşatılmışlık, Osmanlı'yı kendi içinden vuruyordu. Prens Sabahaddin gibi âdemi merkeziyetçiler bu kuşatılmışlığın etkili yetkili aydın unsurlarıydı.

 

Âdemi merkeziyetçilik demek merkezi hükümetin gücünü veya yükünü hafifletmek amacıyla (!) merkezi gücün bir kısmını yerel oluşumlara bırakılmasıydı. Bu türden görüşü olan düşünür aydın etkileyiciler yerel parlamentolardan yanaydı!

 

Haklı, doğru gibi olan bu düşünceler; dün de, bugün de, emperyalizmin Truva atı oluşuyla kullandığı güzel soslu olmakla; ulusları içten bölmekle; oltaya getirici olta yemleridir. Sizin merkezi gücünüzün kuvvetliliği, zayıflığı emperyalistlerin umurunda bile değildiler.

 

Siz öz yönetimleri; yanlış ve ajitasyon deyimle, yerel parlamentonuzu kalbi ihlasla oluştururken; her bir yerel parlamentolar; her biri bir emperyalist devletlerin siyasi ekonomik etki nüfuz alanına da dönüşeceklerdir. Tüm mesele budur. Kalenin kilit noktalarının içten fethidir bu.

 

Üstelik te bir devletin yönetim tarzı içinde öz yönetimi doğuran şartlar, devletsiz hareket edemeyen olmakla birlikte devlet yönetimi içinde değil devletin kendi dışında oluşla genel yararlı devletin işleyiş tarzıydı.

 

Çok özel şartlı gelişmenin ürünüdürler. Nasa gibi, silikon vadisi gibi Cern gibi çok farklı türden konjonktürlerin koşuludurlar. Parlamenterlik değildirler. Yani arkalarına bırakın halk desteğini almayı siyasi destek bile alamazlar. Bunlar temel devlet işleyişidirler, toplumdan beslenirler ama toplumsal ufkun çok üstündedirler.

 

Yani merkezi parlamento gibi şartları demokratik tavırla, oylayışla, reddedişle oluşamayan alanların öz yönetimiydiler. Sizlerin o şartlara tabii olduğunuz yönetimlerdi. Parlamento gibi işlemezlerdi. Demokrasi olsun diye çobanı buraya seçemezdiniz. Çoklu ses olsun diye etnikliği buraya sokamazdınız. Benim dinim niye muteber olmuyor diye buralara atamalar yapamazdınız. Yaparsanız öz yönetim oluşamaz.

 

Öz yönetimleri; etnik temele bindirilmekle ve merkezi parlamenter yönetime nispetle; adına da uyduruk oluşla yerel parlamentolar denmekle asla, kendi şartlarını taşıyan oluşumlar değildirler.  Belediye türü öz yönetim dedikleriniz merkezi yönetim altında özel belde sorunlu konuları ele almakla tıpkı merkezi yönetim gibi oluşur ve çalışır.

 

Öz yönetimler genel işleyişle merkezin politikalarına bağlı olma çerçevesindeki durumun, kendi teknik teknolojik hassaslığının yönetimi olan hızlı kararların çok özel ve özgün iradesi oluştur. İşte merkezi yönetim, istese de buna karışmaz.

 

Bunun emperyalist dildeki yansıması merkezi yönetimin yükünü hafifleten; merkezi, hantallıkta kurtaran gibi siber çağda abidik gubidik meşrulaşmalı savlardır. Oysa merkezi yönetimler bu öz yönetimleri demokrasi olsun da, biz de yükten kurtulalım diye yapmamışlardı. Parlamento dışındaki bir zorunlulukla bu böyleydi.

( Kurtuluşun Felsefesi (Açkı 1) başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 4.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.