Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 13.01.2017
Okunma Sayısı : 2249
Yorum Sayısı : 0

‘’YERDE  YÜRÜYEN  HAYVANLAR  VE İKİ  KANADIYLA  UÇAN  KUŞLAR  SİZİN  GİBİ  ÜMMETTİRLER’’ ( KUR’AN-I  KERİM-  EN’AM  SURESİ-38. AYET ) --- BİR  HAYVANSEVERLİK  ÖYKÜSÜ /FİLİZ  TEYZE   VENÜS,  OBAMA  VE  PATİT--- 3.  BÖLÜM.

Bu  gün  konumuza  ‘’  Geçmişte  Türklerde  Hayvan  hakları  nasıldı?’’  Sorusunun  cevabı  ile  devam  edeceğim.

Türklerin  İslamiyetten  önceki  dönemlerinde  hayvan  sevgisi nasıldı  sorusunun  cevabına  en  güzel  cevap  sanırım   kullandıkları  12 Hayvanlı  Türk  Takvimi  olacaktır.  Bu  takvimde  her  yıla  bir  hayvan  adı  verilirdi  ki  bu  hayvanlar  içinde horoz  gibi  evcil  hayvan  yanında  domuz  gibi  -İslamiyetten  sona-  sevmediğimiz  bir  hayvan  ve  hatta  ejderha  gibi  artık  bilemediğimiz,  sadece  belgesellerden  ‘’  Komodo  Ejderi  ‘’  diye  tanıdığımız havyalar  da  vardı.

O  yıllarda  ölen  bir  kişinin atı  da  öldürülüp  mezarına  konarken  Türkler  atı  öldürmez,  sadece  kuyruğundan  bir  parçayı  keserek  sahibinin  mezarına  gömerlerdi.  Ayrıca  ölen  atlar  ve bazı  hayvanlar  için  hayvan  mezarlıkları  yapıldığı  bilinmektedir’’

İslamiyetten  sonra  ise  Türkler  Kur’andaki  bazı  ayetlerin  adlarının  hayvan  isimleriyle  isimlendirilmiş  olduğunu  gördüler.  Mesela Bakara (İnek), Nahl (Arı), Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca)  Gibi.  Bu  elbette  ki  boşuna  değildi.

Ayrıca  En’am  suresinin  38.  Ayeti  çok  açık  bir  şekilde  şöyle  diyordu:  “Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi sizin gibi bir ümmettirler.(topluluklardır). Biz bu kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak onlar toplanıp Rablerine gelirler.”

Dikkat  edilecek  olursa  ‘’Ümmet’’  İfadesi  insanlar  için  sadece  Müslüman  olanları  ifade  ederken  hayvanlar  için  böyle  bir  ayırım  da  söz  konusu  değildir. Dahası  etinden  kılına,  kemiklerine  kadar  her  şeyi  yasaklanmış  olan domuz ( ki  Kur’anda sadece  etinin  yasak olduğu  belirtilmiş’’  hakkında  da ‘’ Öldürün,  yok  edin,  işkence  edin’’ şeklinde  bir  ayet  yoktur  ve  ayrıca  İslami  inançta  ‘’Allah  hiçbir  şeyi  sebepsiz  yaratmamıştır’’  inancı  vardır.

İşte  bu  sebepledir  ki  Koskoca  Kanuni,  sarayın  bahçesindeki  ağaçları  sarmış olan  ve  ağaçlara  zarar  veren  karıncalar  için  bile  şeyhülislam Zembilli  Ali  Cemali  Efendiden  fetva  ister:

‘’Ağacı  eğer  sarmışsa  karınca.
Günah  var mı karıncayı  kırınca?’’

Ali  Cemali  Efendi de  aynen  cevap  verir  bir  beyitle:

‘’Yarın Hakkın  divanına  varınca
Süleyman’dan  hakkın  alır  karınca’’

Yani  ‘’  Hayır  padişahım.  Karıncayı  öldüremezsin.  Öldürürsen  de  bunun  hesabını  Allah’a  verirsin’’  Demiştir.

Kanuni  dönemi  bilindiği  gibi  16.  Yüzyıldır  ve  16.  Yüzyılda  Avrupa’ da  mesela  Paris’te 
her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığını ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival  havasında  kutladıkları  bilinen  bir  gerçektir. Yani  Avrupa,  ancak  1978  Yılında  Hayvan  Hakları  Evrensel  Beyannamesi  ile  hayvan  hakları  konusunda  bir  şeyler  yaparken  Osmanlı  Devletinde  hayvan  hakları  olabildiğince  var  olan  bir  husustu.

Evet..Madem  1978  Tarikli  Hayvan  Hakları  Evrensel  Beyannamesi  dedim  o  halde  o  beyannamenin  maddelerini  burada  yazıp  sonra  Osmanlılardaki  hayvan  sevgisine  devam  edelim.

16.  Yüzyılda  kedilerin  çuvallara  doldurularak  yakıldığı  Paris’te 15  Ekim  1978 de  UNESCO  tarafından  Hayvan  Hakları  Evrensen  Beyannamesi  imzalanmıştır. 

HAYVAN  HAKLARI  EVRENSEL  BEYANNAMESİ:

1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.

2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremezler. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır.

3. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.

4. Yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahiptir. Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.

5. Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir.

6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız bir davranıştır.

7. Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.

8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her türlü deneyler için de durum böyledir.

9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı, taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.

10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır.

11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.

12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur.

13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaktır.

14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmaktadır.

Avrupa,  hayvan hakları  gibi  bir  kavramın  ancak  1900 lü  yıllarda  farkına  varırken  Osmanlılarda  durum  neydi  peki?

DÜNYADA  HAYVAN  HAKLARI  İLE  İLGİLİ  İLK  DÜZENLEME.

III.  Murat 
 19 Mart 1587’de İstanbul Kadısı’na gönderilen fermanla, hamalların taşımacılıkta kullandıkları at, katır vb. hayvanlara tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmalarının yasaklandığı; hayvanların bakım ve beslenmesine ihtimam gösterilmesi gerektiği ve fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Bu ferman aynı zamanda “dünyada hayvan haklarına dair ilk düzenleme” olma özelliğine de sahiptir.

Ancak  böyle  bir  kanun  çıkmadan  önce  de Osmanlılarda  hayvanlara  eziyet  edilmesi  hep  cezalandırılan  hususlar  olmuştur.

Şöyle  ki:

Hayvan haklarıyla ilgili Alman seyyah Hans Dernschwam’ın, 1542’de (Kânûnî döneminde) İstanbul’da şâhit olduğu şu hâdise de oldukça enteresandır: Sadâret Kaymakamı Koca Mehmed Paşa, lokantanın önünden geçerken odun yüklü güzel bir atın beklediğini görmüş ve atın sahibinin de aynı lokantada karnını doyurmakla meşgul olduğunu öğrenmişti. Paşa bu vaziyete oldukça sinirlenerek, odunları atın sırtından indirmekle kalmayıp sahibini de cezalandırarak odunları onun üzerine yükletmişti. At için aldırdığı bir akçelik kuru otu da at yiyene kadar odun yükünü sahibinin üzerinde bekletmişti.( Yani ‘’ Neden  yemek  yerken  odunları  atın sırtından  indirmiyorsun? ‘’un  cezası  at  karnını  doyuruncaya  kadar  atın  sırtına yüklenmiş  olan  odunları  taşımak  olmuştu.

Daha  da ilginci  1829  yılında  yük  hayvanları  için  Cuma  günü  tatili  getirilmiş  olmasıydı.  Ve  bir  ilginçlik  daha:  Yük hayvanları  artık  tük  taşıyamaz  hale  geldiğinde  emekliye  ayrılıyor  ve    maaşa  bağlanıyordu. Onların  öldürülmeleri  ya  da  kesilmeleri (  Manda  öküz gibi  yük  hayvanları )  kesinlikle  yasaklanmıştı. Başıboş  bir  şekilde  ölüme  terk  edilmeleri  de  kat’iyyen  yasaktı.

Mezbahalarda kesimi yapılacak hayvanlar için, bu işlemin en acısız şekilde yapılmasına ilişkin kanunlar ise çok erken dönemlerde çıkarılmış ve söz konusu titizlik asırlar boyunca geçerliliğini korumuştur.

Zabıtaların sık sık şehri gezerek sahibi olan hayvanların karınlarını kontrol etmeleri ve iyi beslenip beslenmediklerini teftiş etmeleri de yaygın bir uygulamaydı.

Fransız seyyah Thévenot’un 1656’da İstanbul’da gördüğü, tanıştığı ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili kendisini hayrette bırakan izlenimleri, Osmanlı toplumunun vakıf ruhunu kavrama ve tatbik etmede hangi noktaya geldiğinin, Batı’nın ve modern dünyanın bu konuda Osmanlı’nın neresinde olduğunun göstergelerinden biridir: “Türklerin bazıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hattâ dindarâne bir riâyetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.”

Fransız Şair Lamartine’nin tespitleri de Thévenot’la hemen hemen aynı çerçevededir ama Lamartine şu noktaya özellikle dikkat çekmiştir: “Türkler kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allah’ın yarattığı herşeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.”

17.yüzyılda Osmanlı topraklarına seyahat etmiş Fransız avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara besledikleri ilgi ve şefkati, onlar için yaptıkları akıl almaz hizmetleri anlatırken, çarpıcı bir misal olarak Şam’da gördüğü kedilere ve köpeklere özel hastaneden hayretle söz etmiştir. 1660’lı yıllarda İngilizlerin İstanbul’daki elçilik görevlilerinden olan Paul Ricaut, Guer’in sözünü ettiği hayvanlara özel vakıfların yanısıra Osmanlıların hayvan haklarına riayet etme noktasında da ne denli büyük bir hassaasiyet, gayret ve hizmet ortaya koydukları hakkında şu ilginç bilgi ve tespitleri aktarmıştır: “Fakir insanlar için kurulan aşevlerinde insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti. Bazı şehirlerde kediler için yapılmış binalar bulunuyordu. Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”

Sultan II. Beyazıt; kendi adıyla anılan Beyazıt Camii’nin inşası esnasında (1501-1505) tesis edilen Beyazıt vakfiyesinde, caminin ayrılmaz sakinleri kuşlar için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parası tahsis olunmasını emretmiştir. Buna göre kuşlar için pirinç ve darı, köpekler içinse ekmek tahsis olunmuş; bir kişi de yem vermek, hastalıkları tedavi etmek, kırık çıkıkları bağlamak üzere görevlendirilmiştir. Sultan Ahmet Câmiinin imaretinde kuşlar için de yerler yapılmıştır. İmaret vakfiyesinde, artmış ve yenmeyecek durumda olan yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılmıştır.

Osmanlı halkından kuşlara kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına kuş havuzları koyduranlar pek çoktur. Mimar Sinan, kendi köyü Ağırnas’ta yaptığı vakfın vakfiyesinde, hayvanların su içmesi ve dinlenmesi için çeşmenin etrafındaki 260 arşın boyunda 160 arşın enindeki araziyi vakfettiğini belirtmiştir.

Osmanlı’da kuşlara duyulan merhametin günlük hayattaki güzel bir yansıması da kuş satın alıp âzad etme âdetiydi. Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde naklettiğine göre Kibar Bey ve hanımı tâtil günlerinde İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gidiyor ve parayla satın aldıkları rengârenk kuşları büyük bir zevkle salıveriyorlardı.

Bunun yanında aynı Osmanlı toplumu leyleklere; Mekke, Medine ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler vermiştir. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki vilâyetlere bu hayvanların ihtiyaçları için çeşitli vakıflar yapmıştır. Bunların dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanlarının bakımları için vakıflar kurmuştur. Meselâ İstanbul Eyüp Sultan Camii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf asırlarca hizmet vermiştir. Ayrıca göçmen kuşların yuvaları -her yıl aynı yerlere tünediklerinden- dokunulmayarak muhafaza edilmiştir.

Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hâdisedir: “Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, mâlûl (sakat) bâzı hayvanların dârülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar amelimanda (aciz, işe yaramaz) bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.” 19. Yüzyılda Bursa’da hizmete açılan, dünyanın ilk ve tek leylek hastanesi olan “Gurabâhâne-i Laklakan”, Ocak 2010’da restore edilerek tekrar hizmete açılmıştır.

Osmanlıda  özellikle  kuş  sevgisinin  örneklerini  mimaride  de  görmek  mümkündür  ki  büyük  konak, kasır  ve  villaların  duvarlarına  yerleştirilen  ‘’Kuş  Sarayı’’ ya  da  ‘’Sırça  Köşk’’  denen  ve  Resim… de  gördüğünüz   kuş  barınakları  bunun  en  güzel  örnekleridir. 

Castellan 1811’de kaleme aldığı gözlemlerinde "Bir Türk meskeni inşa edilirken, güvercinleri ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir" diye yazmıştır.

 

17. yy’da gezgin Jean du Mont "Türklerin hayırları hayvanlar için bile geçerlidir.Özellikle köpeklere karşı çok müşfiktirler. Türklerde kedi-köpek, at gibi eti için beslenmeyen hayvanları öldürmek suçtur" diye yazmıştır.

 Osmanlı’da “mancacılık” diye bir meslek vardı. Mancacı, kedi köpek yiyeceği demek olan mancayı satar;
dileyen, mancacıdan aldığı yiyecekleri hayvanlara verir, dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi.( Resim ….Bir  mancacı  ve  sokak  hayvanları )

 Bir devletin üst yönetimi hayvan haklarına saygı gösteriyorsa bunun en büyük nedeni o devletin halkının da aynı görüşte olmasıdır ve Türkler'de bu sevgi Orta Asya bozkırlarından günümüze kadar gelen insanla hayvanın birlikte yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yani, İslâmiyet öncesinden beri hayvan sevgisi Türkler'de vardır.

Osmanlı toplumunda yaşayan insanlar yakın zamana kadar insan-hayvan arasındaki dostane ilişkiyi en güzel bir biçimde sürdüregelmiştir. Yazılı ve yazısız bir sürü hayvan hakları yürürlükte kalmıştır. Hayvanın da bir can taşıdığı ve onların da canlarının kutsal olduğu henüz İslâmiyet kabul edilmeden önceki dönemlerde de kabul edilmiştir.


Peki sonra ne oldu da insanlar hayvanlardan uzaklaştı?

19. yy’da batılılaşmanın bir sonucu olarak sokakların başıboş hayvanlardan temizlenmesi görüşü (özellikle dönemin aydınları arasında) ağırlık kazandı. 

Galata’da gezerken köpek saldırısına uğrayan İngiliz turistin, köpekten kaçarken yüksek bir yerden düşüp ölmesi üzerine, Sultan II. Mahmut, sokak köpeklerinin toplanıp  şehir dışına bırakılmasına karar verdi.

Sultan Abdülaziz dönemlerinde ise köpekler toplatılıp Hayırsız Ada'ya götürüldüler. Halk köpeklerin bu canice itlaf edilmesi girişimine isyan etti. Birkaç gün sonra köpekler geri getirildi.


II. Abdülhamit çıkan kuduz salgınında, köpekleri boğdurmak, yaktırmak veya şehir dışına yollamak yerine, kuduzla savaşmayı seçti.

Kuduzu engellemek için dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü, İstanbul’da açtırdı. 1908'de Abdülhamit'in devrilmesiyle onun bütün değerleriyle birlikte sokak köpekleri de yeni rejimin hışmına uğradı.

Talat Paşa'nın Dahiliye Nazırı olarak görev yaptığı 1910'da İstanbul'un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyası başlatıldı. Köpek toplama ekipleri hayvanları yakaladılar ve bir daha dönmemeleri üzere Hayırsız Ada'ya sürgün ettiler.


 O yıllarda halktaki köpek sevgisi yüzünden sürgün köpeklere her gün sandalla yiyecek gönderildi ve başlarına da iki personel atandı. Ama binlerce köpeği doyurmak ne mümkün. Aç ve susuz kalan hayvanların çaresiz havlamaları günlerce İstanbul sahillerinden duyulmuştu.

 Georges Goursat’ın, İstanbul’da Hayırsız Ada’ya yaptığı bir yat gezisini karikatürleri ile anlatması, tüm dünya basınının ilgisini çekmiş; hayvan itlafının protesto edilmesine neden olmuştur.

Başta Türk halkı olmak üzere, Petersburg ve Zürih’de bulunan dernekler gibi dönemin hayvanları koruma derneklerinden gelen şiddetli tepkiler, Osmanlı Devletinde hayvanları korumaya yönelik uygulamaları gündeme getirirken, “İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti”nin temellerinin atılmasını sağlamıştır.

Daha Avrupa, hayvan haklarının ne olduğunu bilmediği tarihlerde, bizim atalarımız yurdun çeşitli yerlerinde hayvan hastaneleri kuruyor, hayvanlara vakfiyelerde para ayırıyorlardı.

Osmanlı'nın hayvanlara gösterdiği insanlık dersi günümüzde çağdaş Batı dünyasında "Hayvan Hakları" adı altında yasalaştırması ve AB sürecinde bu yasaların TBMM'de de kabul edilmesi için uyarılarda bulunması size de çok ironik gelmiyor mu?

Sonuç itibariyle, sokak hayvanları konusunda büyük sorunlar yaşamaya devam eden AB ülkelerinin koyduğu yasaları örnekler alma yerine bu konuda epey icraatları olan ecdadımızı örnek almak daha mantıklı geliyor.

NOT: Bu  makalede 

1-  Tarihçi  yazar  İsmail  Çolak’ın Osmanlı’da  Hayvan  Sevgisi  ve  hayvan  hakları--- http://yenidunyadergisi.com/osmanlida-hayvan-sevgisi-ve-hayvan-haklari-1/
2- Onedio-  17  Maddede  Türklerde  Hayvan  Sevgisi  ve  Hayvan  hakları ---https://onedio.com/haber/17-maddede-turklerde-hayvan-sevgisi-ve-hayvan-haklari-632080

3- Wikipedi-Hayvan  Hakları  Evrensel  Beyannamesi- https://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_Haklar%C4%B1_Evrensel_Beyannamesi’nden  alıntılar  yapılmıştır.

RESİMLER

1-2-3 Osmanlı  sokakları  ve  sokak  hayvanları
4- Bir  Mancacı  ve  sokak  hayvanları
5-  Davut Paşa  Hayvan  Hastanesi
6-  Gurabahane-i  Laklakan
7-8- Kuş  sarayları
9-Sokak  Köpeklerinin  Hayırsız  Ada’ya  götürülüşü
10- Sokak  köpekleri  Hayırsız  Ada’da.

( Yerde Yürüyen Hayvanlar Ve İki Kanadıyla Uçan Kuşlar Sizin Gibi Ümmetti başlıklı yazı Sami Biber tarafından 13.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.