Tepinen ayakların
altında kaykılmış bir evren
Üstelik Tanrı’nın henüz
vakit varmışçasına
Beratını vermediği
gölgelerde devinen
Hırçın sesi iblisin.
Gün üzgün haylice,
Fazlasıyla kaygılı
doğmamış çocuklar,
Dünden yaralı analar
bilircesine,
Doğum sonrası yitireceklerini
bebelerini;
Kulağına ezan
okunmazdan evvel
Yine niyazlarında saklı
Henüz çöreklenmemişken
acı.
Cebelleşirken hayat
denen terane ile
Yüksünmek mi ölümden, hâşâ,
Diyen önyargılar
Ve istifli ölü bedenler
Kimsesizler
mezarlığında,
Kader dokunurken
hoyratça,
Nahoş bir tekerleme
belli ki
Mizacı olmuş âdemoğlunun:
Hayli sıkılgan bir
terennüm çalmayan şarkıların
Girizgâhına sığınılası
hüzne rükû eden meleklerden
Irak bir gönül
bilmezken mutluluğu ve saflığı.
Tam da gece yarısı,
Fevri bir dokunuşa
tahammül edemezken
Yüzü olmayan adamlar
ki,
Yüzsüz demeye bin şahit
gerek,
Demenin ötesinde,
İçlendikçe ölümlere,
Yorgan döşek vicdanlar,
Kâfi olmalıydı oysa.
Dergâhın içi tıklım
tıklım,
Belli ki maruzatı haylice
bir yorgunluk
Yine adsız ölümlerin çetelesini
tutmaktan yorgun
Nice mahkûm çoktandır
soğuk toprağın altında,
Demlendikçe yüreklerde,
Kalır mı hiç yaşamın
tadı tuzu?