Sanrıların ötesinde
bariz ve net bir yolculuk, rüzgârında sürüklendiğim ve bunu ilk zikrettiğimde
nasıl da kızmıştın. Varamadığın bir kıyı iken sefil varlığım, o dokunaklı
tezahürü ile imgelerin bir kez daha baştan çıktım. Yol haritam fazlasıyla muğlâk
kimine göre hele ki basit ve sakil bir simge iken haritada işaretlediklerine
kani oldukları. Bu da yetmezmiş gibi, dokunaklı bir şarkıyım dillerine pelesenk
ettikleri. Artık ne hikmetse, tabir-i caizse tozuttuğum bir telaş tam anlamıyla
yenik düştüğüme dair geliştirdikleri o inanç.
Oldum olası sevemedim
gitti, neyi mi? Hangi sorunun cevabını vermekle mükellef kılındığım bilmesem de
başlamalıyım en azından sabit bir yörüngeyi yerleşke bileyim de esiri olmayayım
ceberut gölgelerin. Aklıma gelmişken… neyse boş ver gitsin. Hem anlatmam pek de
önem arz etmiyor hele ki pazara çıkmış ipliği ile onca insan kendini en
yüksekte addetmenin ötesinde Allah’a şirk koşmak gibi bir gaflete düşmüşken.
Soracak olursan, herkes en iyisini tasavvur ediyor ve hak görüyor türlü
sağaltım aracı ile ruhlarını temiz kılma gayreti ile toz kondurmazken
varlıklarına. Oysa hiçlikle iştigal eden nasıl da sefil bir öngörü bir yandan
heba ederlerken masumiyeti…
Yorgunluğumu çaldı
gülüşün, ötelenen ıslıklar ki maharet bildiği tenhaları yüreğin ve bir kelamda
tozuttu evren.
Gün hükümlüydü zira
gülmek zulümdü yokluğunda: Neşesiz sabahların tan yeri sensizliği ve depreşen
yangınlarım: Hani muteber bir imde terk edilmişliğin ve idin tezahüründe tüm
sefilliğimi bertaraf eden yürek sesi adımlarından hazana dokunan…
Sözcük sağanağı tam da
yangının ortası ve az sonra kopacağını bildiğim kıyametin hangi ağrılı sancısı
ise ölümlü bedenimle soluklanıyorum patavatsız bir nöbetin isyanlarında iken
göreceli sükûneti insanlığın.
Yola çıkıp çıkıp başa
sardığım yine de tenezzül etmezken yeni bir hezeyana, sanrılara sığınmadan
sadece kayıtsızlığımla manifesto ederken…
Son bilsem de
sonsuzluğun minvalinde yine de başını hatırlamadığım belli ki şiirin uyruğunda
tüm kanıksadıklarım ve sezaryen bir teneffüs yine evrenin asılı kaldığı…
Hangi akla hizmet
ettiğimdense hangi duyguya tercüman olacağım: Kâh yalıtıldığım kâh yanıldığım
kâh sonlandırılan coşkum.
Sunumundansa
hissetmekle mükellef olduğum belki bahtsız belki batıl belki de kambersiz düğün
misali ergen bir sevdada müebbedin ıstırabı ile düşmüşken en dibine görünmez
bir iklim de sırdaş iken artık hangi mecra olduğunu önemsemeksizin bir nüans
farkındalığında geçerken ömrün peşrevi.
Yanılsaması kadar
yankısı da sonsuz.
Peyda olanı göz ardı
edip sözcüklere boğduğum gün boşluğu hangi dirayet yeterli olabilir ki, demenin
de ötesinde demelere doymadığım ama pekiştireci bir hüznü de ortak ederken
günüme.
Meşrebimdi kıyamlar ve
nasıl da zulümdü kıyımı benliğin: Gönülsüz bir rotada ve tek bir rötuş dahi
yapamadığım o izlekte muhafazalı teneşiri belki de ölümlü düşlerimin yine de
hezeyan ötesi aymazlığı, sancağım iken aşk ve kıvamında nasıl bir yoksunluksa
sessiz, batıl tümcelerin zehrini soludum ölümün ve ölümüne sevmelere yüklediğim
düş perisi yetim düşmüşlüğü yine gözden ırak bir sancıda rükû ettiğim her
surede içine sığınmakla eş değer iken verilen temerrüdün ki varlıksız bir
rabıta iken toz konduramadığım…
Satır arası düşlerimdi
hicap yüklü biraz da sıra dışılığın yankısı iken duyulmazın indinde bir
terennüme satmalı mıydım aşkı?
Aşk, aşk olalı ve
ölümler sonsuzluğun miğferi iken, hangi aklı evvel şiiri reşit kılardı Yaradan
ve hangi ara görecektim görünmezliğimin tecellisinde boyutsuz bir reyhan iken
damıtılan sevdamın düş birikintileri.
Kanıksadıklarımdansa
karara varamadığım.
Kararlarıma dokunan
nifak tohumları ve yüreklerin satılmışlığında öksüz bir şiir daha
kundaklanırken…
Serzenişin muktedir
kıldığı bir günah da olsam ya da yaveri tüm verilen hükümlerin ve yongasında
çatık kaşlı bir aşk’a da düşse yolum…
Sezilerimi rahmet bilip
tefekküre daldığım.
Aşkın miadı dolmuşken
doğum sancım yine yeni günde ve yeni bir bende iken keramet ve öncesizliğimin
hulasa tedirginliğinde koruk bir acıyı da sahiplenirken ve sahiplenmeyi
bekleyen bir gölgeden de aldım ağzımın payını.
Veryansın etmenin de
ötesinde muteber bir yolculuk olmasını dilediğim.
Ve makberim işte mahrem
bir sanrı da muktedir kılmışken yüreği yine de beş para etmez nefret
odaklarında satılmışlığı tüm o rehin verdiğim masalların.
Bir diyetti madem
ödediğim ve mademki mahrem bir goncaydım dördüncü yaprağı kayıp inceden inceden
yok olmalıydı bu infilak edesi mahrem benlik.
Esrikli gölgelerden
düşen payıma ve yanılsamalarımın bedeli iken ahkâm kesen kesirli sevinçlerim,
bölünmedik hangi yarım vardı da yarına çıkmayı taahhüt edecektim.
Ve evren verdi hükmünü.
Nasıl bir cürümse ve
nasıl da yoksun iken tümden gelen ayrık otlarına rağbet ederken eşrafım ve
görünmezliğin şeceresinde konuşlanıp görmedik diyar bırakmadım gönül iken
pazara çıkardığım ve en adil payeyi sadece İlahi Güç sundu yıl dönümünde ölümlü
mertebemin batıl itikatlara sunduğu o bildirge iken altına imzamı attığım.
Yoksundum.
Mahşeri bile geçti
acılarımın feveranı ve derken tüm densizliğime erdim hidayete ve sancağımı
diktim kanlı ellerimle ve rüştünü ispatladım âşık rotamın, hele ki payidar
kılınacağının bilincinde nüksettim peşi sıra.
Gölgelerdi mademki
müridim ve mademki muteberliğimi yok saydın hangi kelama sığardı masalım ve set
çekilen düşlerim yine de tüm haşmetiyle çıka geldi iyilik perim ve kutsadı
sevdamı ve son kez tehir ettim ölümsüz aşkımı ki kıyama durduğum o çatık kaşlı
çehresinde zennelerin zerre de umudum yoktu hani.
Ve derken bitti masal
ama son durakta asılı kalan ümitlerle çıktım yeni baştan bilinmedik bir
yolculuğa hele ki sonlanan bağrı yanık dünlerimi de satmışken zaman ve mekândan
ayrı düşmenin de sancısıyla en batıl rotada konuşlandım ömrün de tam ortasında
yeter ki masallarımı yeni baştan yazma şansı tanısın bana Tanrı.