"Geçmişi bilmez isek. Geçmişten ders almaz isek, geçmiş bizim için hep; GEÇMEZ olur". Falih Rıfkı Atay. Günümüzdeki gibi tarih hep tekrar edilir. Bu patinajdır. Süreç keçeci mengenesi gibi aynı minval üzerinde bir o yana bir bu yana gidiş geliş değildir.

 

Tez, antitez bir öncesi şartlar içinde olmayan yeni durumuyla sentezdir. Sav, karşı sav bir öncesini hedeflemeyen yeni karşı sav olmasıyla zıtların varlığı ve birliğidir. Bir şey varsa, o şey de vardır. Türü anlama ve anlatımlar, insan bilincinin akış yapan olay ve süreçleri anlama, anlatma mantığıdırlar. Bu tür anlam içinde kavranan olaylar pek çok noktadan yalın kılınmakla, o süreci anlaşılır hale getirirler.

 

Bu yalın kılış içinde bir olay pek çok bağıntısından ayıklanıp soyutlanır. Bir olay bağıntıları içinde türlü türlü yansıyıp davranırken, bağıntılarından ayıklanmış olaylar ister istemez yamulur, bilinenin aksine davranırlar. Ama bir an gerçeklikten kopan bu tür olaylar, yine gerçekliğin de anlaşılması olurlar.

 

Yani yalınlaştırma dizgesi, hem bir olumluluk olmakla anlaşılırlıktır. Hem de bir olumsuzluk olmakla hem kendisini hem de süreci bir sonrası için anlaşılmaz kılma olabilmektedir. Bir şeyde; olumluluk var ise olumsuzluk ta var olmaktadır.

 

Bir şey varsa, ortam şartları gereği onun her bağıntısı yansımış olmaya bilir. A varsa B olayı da olması gerekir, diyeceğimiz gibi B de olması gerekirdi de demeliyiz. Girilen kulvara göre seçme ayıklaması yapılan sürece; başka türlü de olabilirdi demeliyiz. Burada bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim.

 

Olgu ve olay içinde var oluşlar; zıtların varlığı ve birliği yasası gereği işleyişiyle anlaşılır olurlar. Eş deyişle süreçler; tez, anti tez sentez ve yeni tez olmanın kesikli sürekli devamlılığıyla ortaya konurlar.

 

Oluş içinde her uğrak, her aşama, belli bir merkezi çekim oluşa göre gelip geçicidirler. Hem de başka başka koşullarla (değiştirici, dönüştürücü, geliştirici, körelticilerle) bir önceyi başka başka konfigürlerle tekrarlarlar.

 

Süreçler böylesi izlektik iterasyonları olması ile birlikte bir öncesinin tıpkı gibi aynısı olmamakla da devamlılıktırlar. Akış yapmadırlar. Tekrar ediş nesnenin ve öznenin özü oluşa, referanslısıyla kesikli süreklidirler. Tekrar edişler kendi öncesinden bir yan taşırlar ama öncesi gibi değildirler. İşte zıtlık ve savın; karşı sav ve yeni sav olması bundandır.

 

Denizde çıkmadığınız sürece, deniz de (tezde) bir şikâyetiniz olmadığı gibi deniz dışında bir yaşamın (anti tezin) olup olmadığını da bilemezsiniz. Yani denizde çıkmadıkça, içinde olduğunuz tezin de (savın da) farkında değilsinizdir.

 

Su içtiğiniz sürece sorun yoktur. Susuz olmayı hayal bile edemezsiniz. “O mahi ki denizde yaşar, denizi bilmez" türü bir anlamla olursunuz. Denizde çıkıp su bulamadığınız da ancak karşı tezin susuzluk ya da kuraklık olduğunu anlarsınız.

 

Aza göre çoğu ya da çoğa göre azı kavrarsınız. Böyle böyle büyüğe göre küçüğü; küçüğe göre büyüğü; uzuna göre kısayı, kısaya göre de uzunu kavrarsınız.

 

Pekiyi de elinize kuraklıktan bahseden bir kutsal metin geçmişse, yazılı anlatım olmayan metin öncesini bilmediğiniz için süreç anlatımının bir öncesini kuraklık anlatımına göre nasıl yorumlarsınız? Elbette, sulak olana göre kuraklıktan söz ediliyor. Büyük olana göre küçüğü söyleniyor!

 

Tabii ki hiç bir şeyin dümdüz bir anlaşılma olmayacağı türden ifade durumlarıyla da karşılaşmanız pek çokla olasıdır. Söz gelimi gök, kavramı yer kavramına karşı söylenmiş bir zıtlık olmayıp, yer; sizin içinde olduğunuz merkezi toprak çevreye göre, gök te yukarı topraklar oluşla söylenmekle zıtlıktırlar.

 

Değilse gök sözcüğü ön ittifakların başlangıcında asla hava küre, yıldızlı semalar, başımızın üzerinde bulunmakla uzayıp giden sonsuzca boşluk türü gibi ifadelere denk düşen bir anlamıyla söylenmemişti. Bu türden oluşum içindekiler mahi misali daha göğü böylesine belirtmenin anlatımı içine değildiler.

 

Totem yapılar henüz çevrelerinde çıkmamışlar; etrafı da merkez çevrelerine göre belirtmiyorlardı. Ancak totemi etki alanının içini totem merkeze göre söylüyorlardı. Oysa ilk temaslar nedeniyle bir totem grup, karşı totem grubu kendi totem etki alanına göre tarif etmeye başlayacaktılar.

 

Çoban olan Akatlı bir grup, temaslarına başladığı Sinear bölgesini yani kendi totem etki alanı dışını ilk kez totem etki alanı dışını; aşağı yön olmakla; “yer”; “kara” ; “topraklar” diye tabir edecekti. Sinear yerleşim yerindekiler de Akatlı grubu; Akadlar, Sinear’ın kendi totem etki alanı dışı olmasıyla Akadları yukarı yer, yukarı toprak anlamına; gök sel gruplar diye söyleyeceklerdi.

 

Ne zaman ki temas eden yapı, kaynaşan milleti yapı olağanlığı algılaması içinde oldular. Bu tarz oluşumlar içinde gelişen anlama ve anlatım çeşitliliği doğan güneşe göre doğu, batı, güney, kuzey, türü yön anlatımını belirten ayrıntılara dönüştü; o zaman gök yerli demenin de bir anlamı kalmadı.  

 

Yani gök sözcüğü kuzey sözcüğüyle dile getirildi. Kuzeyle dile getirilen gök sözcüğü bir çeşit boşluğa düştü. Hala kullanılmakta olan yukarı yer toprakları anlamına gelen gök sözcüğü; güneşli aydınlık sema olmanın ötesinde ittifakın tarıma dek; çobanlığa dek totem meslekleriyle olan bağıntıları; yağış, kuraklık, taşma mevsimi gibi anlamlarıyla kavrandı. Başucunda olan bu üst yer, yukarı anlamına gelen ve boşluğa düşmüş olan gök sesi ile belirtilmeye başlanacaktı.

 

Bu durum ittifaklarıyla totem etki alanı dışındaki çevreye açılan totem grupları; deniz dışına çıkmaya başlayan mahinin deniz dışını kavramaya başlamasıyla, yukarı yer dediği gök sözcüğünün anlamı; bulutlu, yağışlı semayla; yıldızlı hava olan başucu yukarısını ifade etmeye doğru kaydı.

 

Yani ittifakı sistem tez, temas etme antitez; bir arada grupların karşı gruplar içinde üretim yapar olmaları sentezdi. Totem gruplar sentezin karmaşıklaşan bağıntısıyla; çevreyi tanımağa başladılar. Bu yeni bağıntı (tarıma, çobanlığa, balıkçılığa vs. bağlı olan) şartlarıyla belirtilirken başucu olan göğün de önemini izah etmiş oldular. Zaten yukarı taraf olan gök sözcüğü; tarım yapan balıkçılık ve çobanlık yapmakla ittifaklı olan mahilere göre bu kez de bulutlu olan; yukarı olan tarafı izah eden bağıntı oldu.

( Varsa Var 1 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 22.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.