"Ben her güreşte arkamda Türk Milleti'nin olduğunu ve millet şerefini düşünürüm." Diyen Kurtdereli Mehmet Pehlivan'lar, "Senin bu sözünü Türk Sporu'na bir meslek düstûru olarak kaydediyorum." Diyen Mustafa Kemaller çok mu uzaklara gittiler...?
   ...
   2002 yılında Milli takımımız 48 yıl aradan sonra ilk defa Dünya Kupasına katılmıştı. İnanıyorum ki o günleri yaşayan, küçük-büyük herkes, bu şampiyonayı unutmamıştır. O zamanlar, küçük bir ön değerlendirme yapmak için Portekizli, İtalyan, Hırvat, Brezilyalı, Fransız (hepsi işyerinden) arkadaşlarla bir araya gelmiştik. Ben, "Hepinizin final oynama şansı var, ama bizim de takımımıza inancımız var. Belki final oynamayız ama herkesin konuştuğu bir ülke oluruz." demiştim. Portekizli arkadaş "Ben Türkiye'den büyük bir sürpriz bekliyorum." demişti.
   "Ne Kostarika ne de Çin, ne de sambacı Brezilya / Duysun sesimizi dünya, kulak versin yıldıza aya..." Sözleri Gençlik Marşı melodisiyle Türk televizyonlarında yayınlandıkça içimizden "Hadi inşaallah" diyorduk. Mega-Starımız Tarkan bir şarkısının sözlerini değiştirip "Arar buluruz izini / Bilirsin zır deliyiz biz / Hem yazında hem kışında / Nerde olsan seninleyiz / Bir oluruz yoluna hadi bastır gönüller coşsun. / Bu kupalar sana feda / Al gel de buralar bayram olsun..." şeklinde özel bir şarkı yapmıştı. "Kupayı almak mı... Neden olmasın...", bazen de "Hadi canım o kadar da değil..." diyorduk. Maçlar başladığında gözümüz, kulağımız Japonya-Güney Kore'den gelecek haberlere odaklanmış bir durumdaydı. Grubumuzda büyük favori Brezilya da vardı, işimiz zordu ama imkansız değildi. 
   Nitekim grup maçlarından ikincilikle çıktık. Bu başarıyı takımımızdan beklemediğimiz için, biraz geç de olsa, pencere ve balkonlara bayrağımızı asmaya başladık. İsviçre'de, ilk defa, sadece duvarlarımızda, takvimlerimizde, saatlerimizde, buzdolabı magnetlerimizde gördüğümüz bayrağımızı balkonlara, pencerelere asıyorduk. Türkiye'nin hakem oyunuyla yenildiği ilk maçından sonra, bölücü örgüt sempatizanlarının mutluluğuna da şahit olmuştuk. "Nasıl yenildiniz?.. Naaber? " gibi alaylarla da karşılaşmıştık. Ama gruptan çıkınca, her şey değişmişti.
   Bir akşam kapımız çalındı, gelen eski bir arkadaşımdı. Buraya ilk geldiğimiz günler aynı evde kaldığımız, aynı kaptan yemek yediğimiz, "tasada, kıvançta, kederde bir ve bütün olduğumuz" ama sonraları kendini bizden ayıran eski bir arkadaştı:
   -Selamün aleyküm
   -Aleyküm selam
   -Ağbi kusura bakma akşam akşam rahatsız ettim.
   -Estağfurullah, buyur...
   -Geçerken gördüm de bayrak asmışsınız.
Konuşmanın kötü bir yere gideceğini düşünerek:
   -Evet...bayrağımızı astım. Ne var bunda?
   -Fazla varsa bana da verir misin? Diicektim de...
   -Nasıl yani?
   -Ya ağbi, biliyorsun bizim bir dükkan var... Yanımızda bir pizzacı var, adam astı İtalyan bayrağı... Karşımızda Taiwan Marketi var, onlarda Çin bayrağı... Hediyelik eşya mağazası var, asmışlar Hırvat Bayrağı'nı... Evden eve nakliyat firması...bütün araçlarında İspanya Bayrağı... Bir bende yok... Bana bir bayrak verirsen ben de bizim dükkana asacağım...
Deyip başını öne eğdi. Ben önce şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim:
   -Tabii ki... Nasıl istersin?..  Mandallarla mı tutturacaksın, yoksa sopayla mı asacaksın?
   -Sopayla daha iyi olur ağbi...
Dedi. İçimden de olsa büyük bir mutluluk yaşadım. Milli mücadelede omuz omuza çarpışan dedelerimiz gibi, tek bayrak altında ve yine onun dalgalanması için, yeniden beraberdik. Büyük bir zevkle, çocukların odasındaki bayrağı ona verdim. 
   ...
   Gruptan sonraki maç, Japonya ile idi. Ben işteyken eve telefon edip maçı soruyordum. Bir kaç arkadaş radyodan dinliyordu. Bölüm şefi de çok heyecanlıydı, "işi acil olanların dışındakiler,  maçı izlemeye gidebilir." dedi. Giritli arkadaş Dimitro "Benim ev yakın, hadi bize gidelim" deyip kendi evine götürdü. Üç Türk, İki İsviçreli, iki Fransız Dimitro, eşi, çocukları ve köpeğiyle birlikte maçı izledik. Japonya'yı kendi evinde 1-0 yenip çeyrek finale çıktık.
   O akşam işten döndüğümde, arabadan inerken, nasıl olduysa gökyüzüne baktım. Yanlış mı görüyorum diye gözlerimi ovuşturup bir daha baktım. Hayır, yanlış değildi. Hemen evin ziline basıp Pencereye çıkan  eşime " Hadi gelin de Türk Bayrağı'na bakın!" dedim. Hanım çocukları da alıp aşağı indi. Gökyüzünde hilal ve yıldız, bayrağımızdaki gibi yan yana gelmişti. Bu manzarayı kaçırmadığımıza sevinmiştik. 
   Çeyrek final maçı bir cumartesi günü yapıldı. O gün, tatil olduğu için daha rahattık. Üç aile bir araya gelip maçı birlikte izledik. Hop oturup hop kalkarak, arada pozisyonları kaçıran Hakan Şükür'e bağırarak... Uzatma süresinde "Altın gol" uygulaması vardı. "Gol" den sonra maç bitecekti. Buna kalp nasıl dayanırdı? Ama maçı bitiren golü, İlhan Mansız attı. O golle gol, maç, yarı final sevincini aynı anda yaşadık.   
   Öyle büyük bir coşkuydu ki evlere sığamadık, sokaklara döküldük. Bir anda yüzlerce araba, Basel caddelerini doldurmuştu. Ellerimizde bayraklarımız, araba camlarından dalgalandırıyorduk. Bizden önce polisler gelmişti. İsviçre polisi, zafer turu yapan bizlerin güvenliğini sağlamak için ordaydı. Kimse bölücü örgüt sempatizanlarıyla millî sevinç yaşayanlar arasında çatışma çıksın istemezdi. Tabii ki tahmin edilen olmadı. Bunda belki polis sayısının önemi vardı ama aslolan, "Ben Türk değilim" deyip, kendilerini ayıranların da bu büyük sevince katılmasıydı. Arabaların teyplerinden "Ölürüm Türkiyem" ler çınlıyordu. Ben 16 yıldır gurbetteydim ilk defa bayrağımızın özgür ve pervasız dalgalandığını görüyordum. O günün coşkusu uzun bir müddet beni bırakmadı. Durup durup gözlerim yaşarıyordu. Bir şeyler yazmalıydım, yazdım:
   ZAFER TURU
   Dillerde dua var, kalpte heyecan
   Buralara çok yakıştın bayrağım
   Yazmak istiyorduk artık bir destan
   Buralara çok yakıştın bayrağım.

   Gökte ay-yıldızı gördüm göreli
   Gözlerimden akar hicranın seli
   Şimdi vatan oldu bu gurbet eli 
   Buralara çok yakıştın bayrağım.

   Sesimiz ulaştı güneşe, aya
   Buna ne kadar çok şaşırdı dünya
   Her bir yürek şimdi güçlü bir kaya
   Buralara çok yakıştın bayrağım.

   Büyük bir mutluluk yaşadık bu yaz
   Yer ve gök tamamen kırmızı-beyaz
   Caddede koşarken aldık sonsuz haz
   Buralara çok yakıştın bayrağım.

   Belki de murada ereriz diye
   Acılarımızı gömdük sîneye
   Bugün bu topraklar sanki TÜRKİYE
   Buralara çok yakıştın bayrağım.

   Futbol, kitleleri peşinden sürükleyen bir spor. Aynı yıllar Basketbolda Dünya ikincisi olduk, kimsenin bayrak asmak aklına gelmedi. Azra Akın Dünya güzeli oldu, yine pencereye bayrak asmadık. Eurovizyonda Sertap Erener birinci oldu, ödül almak için sahneye Türk bayraklarıyla çıktı ama biz yine bayrak asmadık. Bu coşku sadece futbolla oluyor. O yüzden futbolcularımız, arkalarında Türk Milleti'nin olduğunu ve millet şerefini düşünürken, bizim gibi gurbetçilerin bayrak özlemlerini de bir nebze gidereceklerini düşünmeliler. 
   O günden sonra dört yılda bir olan Dünya, yine dört yılda bir olan Avrupa Şampiyonalarını özlemle beklemeye başladık. 
   Son Avrupa Şampiyonasında bizim takımın oyuncuları daha ilk maçta istekli oynamamaya, pozisyonları boşa çıkarmaya başladılar. Dünyaca ünlü oyuncularımız mahalle takımından beter bir halde bütün maçı savsakladılar. Sebep; Avrupa Şampiyonası'na  katılma primleri banka hesaplarına yatmamış. Nasıl ki bir savaşta, mücadeleyi ilk terkedenler, "Paralı askerler" dir. Bizim takım da bizi terk etmişti. Böyle bir takım Türk Milleti'ni temsil edemez. Hiç bir zaman "Millî"lik vasfına sahip olamazlar. Vatandaşın vergisini bir kaç genç oyuncu şımarsın diye harcıyor ve hâlâ onlardan medet umuyorsak yazıklar olsun bize...

 
( Bir Zamanlar Milli Bir Takım Vardı başlıklı yazı Seferii tarafından 6.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.