Öğretmenlik
bir sanattır. Öncelikle insanlığı aydınlatma, beyinleri ışıtma sanatıdır. Özünde
sevgi vardır. Başta doğa olmak koşuluyla, tüm yaratılanları sevmenin güzelliği
ve gerekliliğinin işlendiği bir sanat koludur öğretmenlik. Bu sanatı gereğince
icra etmenin tek koşulu vardır. Aydınlatma, öğrenme ve öğretme eylemine tutku
düzeyinde âşık olmak. Sevdalanmak. Mecnunlar, Keremler örneği sevgi duymak mini
mini goncalara, öğrencilere.
Sevi-aşk,
dil, din, ırk, hudut tanımayan, yaratanın yarattıklarına bahşettiği yüce, soylu
bir duygudur. Sevda ki, yakalananların başlarında kavak yelleri estirir,
gecelerinde uyku tattırmaz. Dünyayı tozpembe gösterir bu duygu. Bir Erzurum
dadaşı ne güzel betimlemiş sevdalı durumunu:
“Aman
aman
Dün gece
yar hanesinde
Yastığım
bir taş idi.
Altım
çamur üstüm yağmur,
Yine
gönlüm hoş idi.”
Evet, sevda böyle bir şeydir işte, soğuk,
yağmur, çamur önemli değildir. Yeter ki yar hanesinin civarlarında olunsun.
Biz
öğretmenler de her yıl yeniden sevdalanırız öğrencilerimize ve okul ortamına...
Hele birinci sınıfları okutuyorsak kalp atışımızın tik takları iyice hızlanır.
Öğrencilerimizin duydukları heyecanları aynen yaşarız. Âşıklar heyecanı
sevgilileriyle buluşma dileğiyle ilgilidir. Biz öğretmenlerin heyecan nedeni
öğrencilerimizi zamanında okullu yapabilecek miyiz kaygısıdır.
Yılların
öğretmeniyim. Öğrencilerime olan uçsuz sevgim her yıl daha artarak içimi
kavurur. Heyecanım doruk yapar. Bir an önce zillerin çalmasını, derse başlansın
isterim. Tek dileğim öğrencilerime okulu, arkadaşlarını bir an önce sevdirmek.
Onların okuma-yazmayı tez zamanda başarmalarını görmek.
Özde
kendi öğrencilerimin, genelde de yurdumun kentlerinde, kasaba ve de en uzak
köylerinde okuyan tüm çocuklarımızın başarılı olmalarını istiyorum. Okuyup
yazan olsunlar istiyorum genç kuşaklar... Düşünen, yorum yapan, olayların neden
ve sonuçlarını irdeleyen kuşaklar yetiştirebilirsek ancak çağı yakalayabiliriz.
Kısa
sayılmayacak bir süre Almanya’da çocuklarımıza öğretmenlik serüvenim oldu.
Almanya, saat gibi işleyen trafik düzeni, kentler içinde bakımlı yemyeşil
parkları, örnek okulları ve de görev bilinci üst düzeyde olan işçisi, memuruyla
bir refah ülkesi. II. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan güzelim kentler, tarumar
olan, yağmalanan fabrikaları kısa sürede yeniden kurmuşlar. Allah’ın Alman
halkına özel bir lütfu olmamış elbet. Adamlar, bilimi kendilerine rehber
edinmişler. Nitelikli öğrenci yetiştirmişler. Okullarına gereken ilgiyi
göstermişler. Ve çok dürüstçe çalışarak kısa sürede her alanda dünya devi olup
çıkmışlar.
O ülkede
çalışmakla ufkum çok daha enginleşti ve aydınlandı. Ülkemde de kabiliyetim
ölçüsünde, olanaklarımı sonuna kadar zorlayarak niçin çalışmayayım. Güzel
ülkemin ekmeğini yedim, temiz sularını içtim. Bu güzel vatanın kalkınması ancak
nitelikli okul çalışmalarıyla, kalifiye eleman yetiştirmekle sağlanabilir.
Böylesi fikirler hep kafamı kurcaladı. Bu güzel ülke bizim. Niçin ülkemizde
birinci sınıf demokrasiyi yaşamayalım. Çalıştım, bu yüce değerleri hayata
geçirmek adına… Görevimi layıkıyla yapma çabası içinde olmanın ruhuma verdiği
huzuru başka hiçbir olguda bulamadım.
Öğrencilerimin
başarısı, yurdumun güzelleşmesi adına hep heyecan duydum. Başarı adına önüme
çıkan hiçbir engel tanımam. Çünkü yaptığım çalışmalarda toplum çıkarını kendi
çıkarlarımdan sürekli üstün tuttum.
Başarısızlıklara kılıf aramak kendine iyi hedef seçmeyen ipe un sarma
aymazlığını gösterenlerin işidir. “Mazeret yok.” Diye de bir slogan edinmiştim.
Sınıftaki
heyecanlara döneyim yine… İlkbahar gelince havaların ısınmasıyla birlikte meyve
bahçelerimizde öncelikle, erik, kiraz ve vişne nihayet tüm ağaçlarda bir
canlanma gözleriz. Dallarda tomurcuklar kabarmaya başlar. Gün gün bu
tomurcuklar kabarır. Patlar. Beyaz,
pembe, sarı, mor çiçeklere bezenir bahçeler. Renk cümbüşü oluşur. Hele bir de
havalar uygun giderse insanımızın yüzü güler. Hasat zamanında bol ürün
alacağının müjdecisidir bahçelerin canlı hali.
Birinci
sınıfları okuturken öğrencilerimizin okuyup yazmaya geçmesi tıpkı doğanın
uyanması gibidir. Sesler hecelere, heceler sözcüklere dönüşür. Sözlerden
cümleler yapılır. Tomurcukların patlayıp çiçeğe dönüşmesi gibi çocuklarımız gün
gün heceleyerek okuma yazmaya geçerler. Bu uğurda minik yavrularımızın ne kadar
heyecan duyduklarını başarı adına nasıl enerji harcadıklarını öğretmenler bir
de anneler bilir.
Bu
süreçler içinde en az öğrencilerim kadar heyecan duyarım. Onlardan daha fazla
sabırsızlıklar yaşarım. İçimde oluşan heyecan ve kuşku yakar yüreğimi. Acaba
öğrencilerim zamanında istenilen düzeye gelebilecek mi diye. Bu heyecanımı hiç
kaybetmedim. Heyecanın biteceği yerde çalışma isteğinin kalmayacağına inanırım.
Okul
açılalı daha bir ay geçmemişti. İlahiyat Fakültesi çıkışlı genç bir arkadaşımız
müdür olarak atandı okulumuza. Esprili, güler yüzlü müdürüm çalışmalarıma saygı
duyuyordu. Yeni bir gün başlamış. Birinci dersteyim. Sınıfımın kapısı çalındı.
Konuklarım, okul müdürüm, yanında bir bay ve ağlamaklı bir öğrenciydi. Müdürüm.
“İbrahim
ağabey, bu bey çocuğunu komşu okuldan almış. Bize getirdi. Okulumuza kaydını
yaptık. Okulunda uyum sorunu yaşamış. Siz gerekeni yaparsınız. Size güvenim
sonsuz…” Türünden sözler etti.
Bir anda
yıllar önceki kendi durumumu anımsadım. Köyümde birinci sınıfa gayet iyi
başlamıştım. Bir arkadaşımın salıncakta sallanmamı o zamanki tabirle eğitmen
olan öğretmenimize müzevirlemişti. Gereği yokken eğitmenimizden sert bir Osmanlı
tokatı yemiş günlerce okula gitmemiştim. Günler sonra kaçaklığım anlaşılmış.
Babam sınıfa götürmüştü beni. Sınıfa girerken idam sehpasına giden mahkûmdan
farksızdım. Arkadaşlarımın yüzüne bakamıyordum.
Hemen
öğrenciye sarıldım. Başını okşadım. Velimle teneffüste görüştüm. Yeni velim,
ODTÜ’nde okuyan bir çocuğunun da olduğunu anlattı. Çocuğunu, kendini öven ilçe zümre
başkanımız okutuyormuş. Velim, örnek bir aile babasıydı. Sık sık sınıfa gelip
çocuğunun durumunu yakından izlerdi. Velilerime sözüm olmuştur. Ders zamanı
hariç diğer zamanlarda öğrencilerimize yararlık olmak için görüşmeye hazırım.
İstedikleri zaman evimin kapısı da açık. Buyurabilirler.
Aradan
fazla zaman geçmedi bu kez müdürüm genç bir anne, yanında mini mini bir kız
öğrenciyle sınıfıma geldi. Bu kez de gülerek anlatmaya başladı sevgili müdürüm:
“Ağabey,
size gelmeyeyim de kime gideyim. Bu öğrencimizde komşu okuldan alınmış. Bu işte
uzmanlaştınız. Önceki öğrencimizin sınıfınıza uyumunu ne kadar erkenden
sağladınız!”
Kızımız
da çok üzgün bir durumdaydı. Daha küçük yaşta kendini kabul ettirememenin
üzüntüsü küçücük omuzlarını adeta ezmişti. Bu küçüğümü de hemen bağrıma bastım.
Sınıfıma uyumu kısa sürede tamamlandı. Günler sonra çalışan bir bayan olan genç
anneye sordum:
“Kızınız
sınıfıma uyumu ve performansından memnun musunuz? Diye. Velimin yüzü gülüyordu.
Kısa bir cevap verdi:
“Öğretmenim
size çok teşekkür ederim. Evimize huzur geldi.”
Bu iki
öğrenci gayet normal çocuklardı. Kendini fazlaca öven arkadaşımın sınıfından
geldiler. Arkadaşımızın velileriyle sıkıntılar yaşadığını duyduk. Sene ortası
zümre öğretmenler toplantısına da gelmedi. Demek ki, kendini övmek başarı için makbul bir formül değilmiş. Biz genel konulara, okulların işleyişine
dönelim.
Anayasamızım 42. Maddesi şöyle der: “İlköğretim, kız ve
erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.”
İlköğretimin parasızdır demesi hep kanun kitaplarında kalır. Okullarımızda kaç
kalem para toplandığını yazmama gerek yok! Veli olan her yurttaş bilir okullara
ne kadar ödeme yaptıklarını! Üstüne üstlük her kayırt döneminde çok sayın
bakanımız açıklar: “ Kesinlikle öğrenciler okula kayıt yapılırken velilerden
para alınmayacak.” Güzel de sayın bakanım. Siz okulumuza bir adet hizmetli
atıyorsunuz. Temizlik işini ancak üç çalışan götürebiliyor. Okul idaresi iki
çalışanla sözleşme imzalıyor. Devlet baba ne diyor bu konuda:
Çalışanın ücretini okul ödeyecek. Sigortalı yapacaksın
çalışanını. Bu arada ben vergi alacağım. Okula fotokopi makinesi, bilgisar mı
gerek. Daha başka giderlerini okul-aile birliği ile uyumlu çalışarak karşıla!
Kermes yap! Dolaylı olarak velilerden topla parayı. Sakın velilerden kayıt
parası isteme! Devlet okullarımızda durum böyle.
Zamanımı öğrencilerime ayırarak ve kitap okuyarak
geçiriyordum. Elimin altında her zaman okuduğum birkaç kitap olmuştur. Okulda
kitap okuyan arkadaşlarımın sayısı fazla değildi. Okuyanlar aramızda kitap
değişimi yapar ara ara da kitaplar hakkında sohbetler ederdik. Kitap okuma
sevgim hiç bitmedi. Bu konuda kitapsever, başarılı öğretmen arkadaşımın
hakkımdaki sözleri çok hoştu:
“ İbrahim Bey şimdiye kadar sizin kadar kitap okuyan bir
arkadaşla karşılaşmadım.” Fakat kendimi bu konuda yeterli bulmuyorum. Çeşitli
alanlarda kitaplar okurum. Tasavvufi eserlere merak sardım. Kuran-ı kerim
tefsirleri okuyorum. Riya olmasın beş vakit namazlarımı kılıyorum. Ders
zamanına denk gelen namazları da akşamleyin evde kılıyorum.
Cuma günleri camiye gidiyoruz. Fakat yaz saati uygulaması
başlayınca Cuma saatiyle ders saati çakışıyor. İşte öyle zamanlarda camiye
gitmiyorum. Kazasını evde kılıyorum. Başta müdürümüz ve arkadaşlar Cuma
namazını kaçırmıyorlar. Okula
döndüklerinde bir ders saatinin ancak son on dakikasına yetişebiliyorlar.
Şakacı müdürümüze sordum bir gün:
“Sevgili genç müdürüm, öğrenciler önce Allah’a sonra da biz
öğretmenlere emanet edilmiş durumda. Biliyorsunuz yüce yaratıcı “Karşıma kul
hakkı ile gelmeyin” diyor. Siz ve arkanızdan arkadaşlar camiye gidince
öğretmensiz kalan öğrencilerin hakkını ihlal etmiyor musunuz?” Müdürümüz,
kendinden gayet emin cevap verdi.
“Onun günahı benden sorulmaz. En büyük mülki amirin ders
saatlerini namaz vakitlerine göre ayarlaması gerekir…” Ne diyeyim. Yorum farkı.
ABD Irak’ı cebren işgal ettiği
yıllar yaşandı. Sam Amca’nın Çocukları Irak’ta yapmadıkları rezalet kalmadı.
Müzeler yağmalandı. Silahsız siviller öldürüldü. Kıyımlar yaşanırken bir
öğretmen arkadaşımızın şu sözleri ilginçti:
“Irakta ermiş kişilerin, evliyaların mezarları var. Hz.
Ali’nin mezarının bulunduğu camiye giremezler…” diyordu. Maalesef işgalci güç
Irak’ta girmediği ve yağmalamadığı hiçbir mabet bırakmadı.
Okullarımızda böylesi çağ dışı düşüncelere sahip öğretmen
arkadaşlarla çalışarak birinci sınıf öğretmenliğimi devam ettiriyordum.
Öyküm devam edecek.