Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 18.03.2017
Okunma Sayısı : 2263
Yorum Sayısı : 3


Bu  gün  ( 18.03.2017)  Çanakkale  Zaferinin  102.  Yıldönümünü  kutlayacağız  tüm  yurtta.  İki  gün  sonra  ise  ne  yapacağımızı  bilemiyorum.

''Şimdi  diyeceksiniz  ki  iki  gün  sonra  ne  oldu  ki?''  

Tabii  ki Çanakkale  Zaferinden  yani  18  Mart 1915 den  iki  gün  sonra  olmadı  olanlar. Ama  yine  de  yıllar  sonra  bir  20 Martta  Amerika  ve  İngiltere'nin  başı  çektiği  koalisyon  güçleri  Irak'a  karşı  2.  Körfez  harekatını  başlattılar  2003  yılında.

O  yıllarda da  bu gün  olduğu  gibi  azmanlar  ve  uzmanlar  tv lerde  arz-ı  endam  ederek  görüş  beyan  ediyorlardı  ki  bunlar  içinde biri  Ortadoğu  Uzmanı  olarak  en  çok  revaçta  olanıydı. Bu  zât-ı  muhteremin  adı  ise  Hüsnü  Mahli  idi.

Bu  muhterem  zât  '' Abd'nin  durumu  Wietnamdakinden  beter  olacak.  Öyle  bir  batağa  saplandılar  ki  buradan  çıkışları  mümkün  değil.  Çölü  aşmaları,  kum  fırtınalarını  geçmeleri  mümkün  değil''  Diye  konuşuyor,  bizler  de  saf  saf  ''  Ula  iyiymiş  valla.  ABD  boku  yedi''  diye  seviniyorduk  Bağdat'ın  tepesine  tepesine  bombalar  yağarken.

Durun  şimdi  burada  aklıma  bir  fıkra  geldi.  Anlatmasam  çatlarım.

Adamın  biri  karısını  öldürmek  ama  bu  arada  kendisine hiç  bir  ceza  gelmemesini  istiyormuş.  Çevrede  şeytan  diye  bilinen  çok  akıllı  birine  akıl  danışmış ''  bu  işi  nasıl  başarırım''  Diye.  Şeytan ''  Karının  üstünden  inme.  Zamanla  yorgunluktan,  halsizlikten  ölür  gider''  Diye  vermiş  aklı.

Adam  denileni  yapmış  lakin  kadın  günden  güne  daha  canlı,  daha  neşeli,  daha sağlıklı biri  olmuş.   Bu  arada  adam  erimeye  başlamış.

Daha  önce  asık  suratlı  biri  olan  kadın,  bir  gün  neşeyle  şarkı  söylerken ,  eriyip  iğne  ipliğe dönmüş  olan  adam  içinden  söylenmiş  ''  Gül  bakalım namussuz  karı.  Gebermene  bir  kaç  ay  kaldı''

Fıkranın  sonu  malum. Adam  geberip  gitmiş...

İşte  o  adam  misali  bizler  de  Bağdat  bombalanırken  ''  Bombalayın  bakalım  ..mına  godumun  çocukları.  Nasılsa  çöle  gireceksiniz.  O  kum  fırtınaları  ebenizin  hamamında  esmeye  başlayınca  göreceğiz  sizi''  Diyorduk.  Dahası,  gökten  nasılsa  ebabil  kuşları  geleceği  için  oldukça rahattık.  Allah,  nasılsa  Müslümanların  yanındaydı.  Kabesini  yakıp  yıkmaya  gelen  Ebrehe'nin  fillerini  ve  ordusunu  ebail  kuşları ile  mahvettiği  gibi  ABD  ve  diğer  hain  kafirleri  de  yine  ebabil  kuşları  ile  helak  edecekti.

Kısacası  vaziyetimiz  aynen  Mehmet  Akif'in  dediği  gibiydi  (  Bizden  ziyade  Iraklıların  tabii  ki.  )  

.......Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(… hizmetçin iken)
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…)
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir)
Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! (… kâfirleri yerle bir edecek)
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O)
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …)
Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?

O kadar  söyledim  o  yıllarda.

''Değerli  vatandaşlar!  Yüce  Rabbim  öyle  Kabe'ye  yapılan  her  saldırıda  ebabil  kuşlarını  göndermemiştir.  Lütfen  biraz  tarih  okuyun. Kabe  mesela  Yezid  döneminde  saldırıya  uğradı  ama  ebabil  filan  göndermedi  Allah. Haccac  da  Kabeyi  mancınıklarla taşa  tuttu.  Yaktı.  Kabeye  sığınan  insanları  çıkarıp  öldürdü.  Yine  ebabiller  gelmedi.  Bağdat'a  da  gelmeyecek.''

Demesine  dedik  ama  ABD  ordusu  o  uzman zâtın  konuşmasının  etesi  gün  Bağdat'a  girip  de  Irak  halkı  kendi  elleriyle  Saddam  heykellerini  yıkıncaya  kadar  bana   ya  da  benim  gibi  düşünenlere  değil  de  '' Ebabiller  gelecek'' Diyenlere  inanıldı. 
Şimdi  Çanakkale  Zaferinin  102.  Yıl  dönümü  ile  bu  anının  ne  alakası  var?

Aslında  çok  alakası  var.

Bu  gün  Cuma  namazı  öncesinde imamın,  kürsüde  verdiği  vaazın  da,  minberde  okuduğu  hutbenin  de  mevzuu Çanakkale  Zaferiydi.

İmamımız  Çanakkale  Zaferinin  kazanılmasında  manevi  güçlerin  etkisini,  etkili  bir  biçimde  anlatmak  için  oldukça  etkili  bir  hikaye  anlatıyordu.

Belki  de  ilk  kez  bir  gavur  komutanın  rüyası  bizim  vaazın  konusu  olmuştu.

Evet,  anlatılan  hikaye  Müttefik  Orduları  Komutanı  olan  İan  Hamilton'un  gördüğü  rüya  idi  ve İan  Hamilton  şöyle  diyordu:

“Dün gece korkunç bir rüya gördüm. Aslında bu bir rüya değil, kâbustu.

 İmroz’da istirahate çekilmiştim. Birden kendimi Helles kıyılarında buldum. Boğazımdan demir bir kıskaç gibi sıkan sert bir el, beni suyun dibine doğru batırıyordu! Sular başımı aşmak üzereydi. Boğulmak üzereydim. Kendime geldiğim zaman ter içindeydim ve titriyordum. 

Çadırımda yabancı birinin varlığını hissediyordum. O uğursuz şey sanki uzun süre yanımdan ayrılmadı! 

Şimdiye kadar böyle korkunç bir şey yaşamamıştım. Gelibolu’nun uğursuz bir yer olduğu fikri kafamda yer etmeye başladı. 

Yaşadığım hadisenin etkisinden saatlerce kurtulamadım. Sanki biz bu topraklara daha gelmeden akıbetimiz kararlaştırılmıştı.

İmamımıza  göre  İan  Hamilton'un  boğazının sıkan  el  doğrudan  doğruya  ya  Peygamberimizin  eliydi  ya  da daralan  kulun  yardımına  koşan   Hızır  Aleyhisselamın...

İşin  doğrusu  ben  böyle  şeylere  inanırım  inamasına  ama  neticeye  de  bakarak...Yani  netice  ne olmuştur?

Peygamberimizin  ya  da  Hızır  Aleyhisselamın  müdahil  olduğu  bir  savaşı kaybetmemiz mümkün  müdür?

Şimdi  denilebilir  ki  ''  Hocam!  Savaşı  kazandık  ya.  Daha  ne  istiyorsun  ki?''

Şunu  istiyorum ya  da  şu  sorularıma  cevap  istiyorum:

Tamam. Çanakkale'de  bir  zafer  kazandık. Mucize  denilebilecek  bir  zafer kazandık.  Haa  bu  arada  unutmadan  belirteyim  o  zaferi  18  Mart  1915  de  kazanmadık.

18  Mart 1915 de  İngiliz  ve  Fransız  donanması Çanakkaleyi  deniz  yoluyla  geçemeyeceklerini  anladıklarından geri  çekildiler.  Asıl  kara  savaşları  25  Nisanda  başladı  ve  taa  6  Ocak  1916  ya  kadar  devam  etti.  Yani  asıl  zaferi  6  Ocak  1916  sabahı  Çanakkale önlerinde  tek  düşman  askeri  kalmadığı  gün  kazanmış  olduk.

Neyse  devam  edelim...

19ı5  ve  1916  da  Çanakkale  Boğazını  savaşla  geçemeyen  işgalciler  30  Ekim  1918 de  imzalanan  Mondros Ateşkes  Antlaşmasıyla  ellerini  kollarını  sallaya  sallaya geçtiler. Ne  Hızır  Aleyhisselam  ne  de Resulullah  hiç  bir  kafirin  boğazını  sıkmadı.  Neden?

1914-1915  yılları  arasında  Kafkas  cephesinde  de  askerimiz  ''İla'yı  Kelimetullah ''  aşkına  Allah  Allah  diyordu  ama  90  bin  askerimiz  donarak  şehit  olurken yine kafir  komutanlarının  boğazını  sıkan  olmadı.  Kul  mu  daralmamıştı  yoksa  Hızır  Aleyhisselam'ın  hâşa  başka  meşguliyetleri  mi  vardı?

Kut-  el  Amara'da  İngiliz'in  canına  okuduk.  Komutanları Townshend'i  ve  18.000  ingiliz'i  esir  ettik  ama  sonuçta  islamın  ilk  kıblesi  Kudüs'e  giren  biz  değil  İngilizler  oldu.

Mekke ( Peygamberimizin  doğduğu   ve  Kabe'nin  olduğu  şehir)  Medine(  Peygamberimizin  Ravza-i Mutahharesinin  olduğu  şehir)  işgal  edilirken  de  Peygamberimiz  hiç  bir  kafirin  boğazını  sıkmadı.  Neden?

İşte  bizlerin  maneviyat  dediğimiz  zaman  karıştırdığımız  konu  budur.

Maneviyat  ille  de  doğrudan  doğruya  Allahın,  Peygamberimizin,  Hızır Aleyhisselamın,  diğer  Nebilerin  ve  Resullerin,  evliyaların,  kırkların,  yedilerin  doğrudan  doğruya  yardımımıza  gelmeleri  demek  değildir.  Maneviyat  Mehmet  Akif'in  de  işaret  ettiği  gibi  kendin  bir  şey  yapmadan  herşeyi  ruhaniyetlerden  ve  ruhlardan  beklemek  de  değildir.

Bakınız  maneviyat  nedir?

Mustafa  Kemal,  günümüzün  çakma  Mustafa  Kemal'in  askerlerini  değil,  -Çanakkale  Kahramanı  olan-  Mustafa  Kemal'in  gerçek  askerlerini anlatıyor:

.......Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. 
Karşı siperler arasında uzaklığımız sekiz metre, yani ölüm muhakkak, 
muhakkak… 1. siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümü düşüyor, 
ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, 
hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde 
Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur!”

Yani  efendim,  İngiliz  Komutan  İan  Hamilton'un  boğazını  sıkan  ne  Peygamberimizdir  ne  de  Hızır  Aleyhisselam... Onun  boğazını  sıkan ,  öldüğü  zaman şehadet  mertebesine ulaşarak  Peygamberinin  sancağı  altında  haşrolmayı  kendisi  için  en  büyük  şeref  sayan  ve  peygamberi  tarafından  ''  Benim  ordum'' Diye  övülmüş olan  kahraman  Türk'ün çelik  elidir. 

Peygamberler,  veliler  ve  evliyalar  doğrudan  doğruya  gelip  sizin  düşmanınızın  boğazını  sıkmazlar .  Onlar  ''  Vatan  sevgisi  imandandır''  Der.  Gerisi  kişinin  ne  kadar  iman  sahibi  olduğuna  bağlıdır.

Eğer  bunu  böyle anlar,  böyle  kabul  edersek  şu  anda  önümüzde  duran  çok  büyük  bir  tehlikeye  karşı  daha  akıllı çareler  düşünür,  hiç  olmazsa  daha  mantıklı  söylemlerde  bulunuruz.   Aksi  takdirde  durumumuz  gökten  gelecek  ebabilleri  bekleyen  Iraklıların  durumundan  beter  olur ki  maazallah...  Maazallah  çünkü  Iraklılar'a  bu  kadar  diş  bilememişti  kafir zümresi...  Oysa  biz Türklere???...  Yani  Ebu  Gureyb'i  bile  rahmetle  anarız.

Evet...Maneviyatı  yüksek  tutacağız.  Moralimizi  yüksek  tutacağız bunlara  eyvallah.  Ama  günümüz  savaşlarında  artık sadece  bunlar  yeterli  değil. Ve  unutmayalım:  Mehmet  Akif'in  de  dediği  gibi  ''Allah  ( Hâşa)  Hiç  kimsenin  hizmetkarı değildir. ''  Dua  tamam..Niyaz  tamam  ama  çalışmak, azim, kararlılık  ve  hepsinden  önemlisi  akıl,  akıl akıl...

Allah  bu  ülkeye  bir   daha  Çanakkale  Savaşı  gibi bir  savaş  yaşatmasın.

Rabbim  bu  ülkeye  bir  kez  daha Kurtuluş  Savaşı  yaşatmasın.

İlle  de yaşayacaksak  İslamın  son  kalesi  Türkiye'yi  ve  Türk Milletini  muzaffer  eylesin.

102  Yıldönümünde  bütün  Çanakkale  Şehit  ve  gazilerinin  ruhları  şad,  mekanları  cennet  olsun.  

( Çanakkale'de Ian Hamiltonun Boğazını Kim Sıktı? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 18.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.