Açık bir kapının eşiğindeyim:

 

İç güveysinden hallice mağrur bir esinti bir de kıblesinde yüreğin tutuşan salkım saçak duygular.

 

Niyazındayım aslında tüm ötelenmişliğim kundaklanmış iken zıpkın misali bir de kanmaya müsait o ikilem yüklü benliğim.

 

Sivrilen lehçelerde bağnaz bir tınıyım; serkeş cümlelerde ise düşkün bir hece tadındayım bir de diyemediklerimi bırakmışken nadasa; sıra dışı bir imgeyim aşk tadında bir eylem belki de huşu ile kalaylanmış o sivri ve devingen mizacın da bir yanılgısı sandık sandık hüznü atmışken yüreğin çatı katına.

 

Eremediklerimden mesulüm adeta ermiş bir gölgeyim yine sahipsizliğin gökdelen yüksekliğinde ve kılcalı iken yüreğin, hanidir yoz hanidir köz hanidir söz bildiğim… ve evet, sarı cümlelerim var biraz da bodur yüklem tadında, eylem enkazının altında kalmışlığımdan mustarip bir lehçeyi kıvamında sunuma hazırladığım.

 

Gölgeler şahit be güzelim, diyen kaç kişi kaldı ki şu yalnızlığımı sıradanlaştırayım?

 

Kaç kişi kaldık can pazarında sevgiyi değiş tokuş yapan?

 

Sancılı sorularım varsın cevapsız kalsın ve bırak yüreğin ekseninde konuşlu bir çiçek olayım: ne açmaya doyan ne de solmaya dair bir saplantı iken şu içimde zıpkın misali derin oyuklar açan.

 

Hayli zaman oldu yitip gidenlerin şeceresinde yoksun bir nida kadar kıvranırken işkillenmeyi bıraktığım… desem bil ki yalan olur zaten yalanlarla işim olmaz diyen birini daha göster bana ya da sen en iyisi susmaya devam et hem ben konuşuyorum tüm lehçesini yalnızlığın baş tacı yapmışken bir de kerevete çıkan bayırlarda arşınlarken gölge aksanlarını şehrin.

 

İstanbul kadar yaralı olmak meğer mümkünmüş ve gitmediğim şehirlerin yürümediğim sahillerinde sensizlik ne zormuş, bilirim demen mi yoksa gücüme giden yoksa Ankara’nın soğuk gecelerinde eğilip bükülmek mi bir mezar sessizliğinde nakşeden aklın ırmaklarında sağalttığım acılar mı?

 

Şehirlerden şiirler örüyorum. Sonra da ortasından ikiye ayırıyorum sahipsiz şiirlerimi ve bilmiyorlar ki kime ithaf ettiğimi hele ki rütbemde yalnız bir çocuk konuşlanmışken bil ki sökerim de o rütbeyi en derinden ve yine en derininden çekerim içimi sonra da başlarım ağlamaya hele ki acıya doymayan bir benlik iken bir de sefil kalemin eşliğinde hemhal olmuşken kırık hecelerle.

 

Her şey kırık ve hep kırılgan bir niyaz dilimde: O’nun nezdinde tek bir virgülüne dahi dokunmadığım korunaklı dünyam ve nasıl da ihlal edilesi onca sınır yine benden bana uzanan ama yitip giden hayallerim iken kem gözlerin nazarına gelen.

 

Sanır mısın ki; boyutsuzluğum ile kocaman bir çember çizdim de içinde konuşlanmayı marifet bellemişim?

 

Hanidir sıkılgan hanidir sıra dışı hanidir bir terennüm sıcaklığında ve matemimi sorgulayan eşrafın da tetikleyici isyanlarını duyup duyup af diliyorum gecenin sessizliğinde dokunsan ağlayacak mizacımın da bir sunumu iken şu bitimsiz hazan zaten hüzün birincil muvaffakiyetim öncemde mutluluk var mıydı, unuttum inan ki ama biliyorum an’ımda ve yarınımda hep var olacak mutluluğun tınısı her ne kadar doğurgan cümlelerim avaz avaz haykırsa da hüznün dirayetine şevk ile sığındığım o mertebe yine hiçliğimin uzamında elyaf bir bebek kadar göreceli aşkların sağanağında ıslanmaktan asla haz etmeyen bir kelamı mesken eylediğim.

 

Kanmak istediğim ne çok yalan zikrin uzamında yine fikir ile eşleşen onca nidayı can siper bilip de bir bir duraksadığım ara beyanlarım.

 

Kanıksamaksa mükellef bir sofra: ana menüde olması gerekenleri arıyorum oysa beyhude olduğunu göz ardı edip yine teranede bir hüznü içip bir de böğrümde hazan mırıltıları.

 

İçtikçe içlendiğim; içlendikçe içselleştirdiğim ve sunumu iken ömrün yine hayattan çaldığım oysaki çalınmadık hangi şarkı kaldı da kanacağım, demek mi bir mazeret?

 

Yanılgıların kayıp fıtratında bir de sözsüz cümlelerin üşüten seyrinde: hanidir yoksun olmakla da eşdeğer varlık addedilen yoksa zannımca muteber bir yalan mıyım da kandırıyorum kimliğimi?

 

Ritüelin bir uzantısıyım: hani nidaların eksende dört dönendiği bir de riyaların çetrefilli hezeyanı ve tetiklerken heyecanı, adrenalin yüklenen benliklerin güruh halinde günaha davetiye çıkardığı.

 

İnsanların nüansıyım adeta ve ara sancılarım: kâh gün bitiminde kâh bir gül’ün en nadide rengine gölge düşüren karaçalısı yine yüreğin haznesine durağan bir telaş bağışlayan Tanrı’nın kutsadığı masumiyet ve yitiminde yine duraksız şarkıların da iniltileri iken evrenin en cafcaflı terennümü.

 

Biriktirdiklerim yine benliğin hazan bürüdüğü.

 

Düşürdüklerim ise kaybolmaya yüz tutmuş umudun da en içli şarkısın ve duyulmasını istemesem de tüm saflığımla sunduğum yüreğin beyanlarında artık hangi cürüm ise düşen payıma.

 

Üşüyen aryaları var evrenin bir de üşüttüğü akılları yitik gölgelerin yine sahibine duyduğu özlem: Belki de kafir bir şiirin yolu düşmüşken ölüme. Öyle ya; ölmeden doğar mı insan bu yüzden ölmekle iştigalim bu aralar ve saati kuruyorum doğuma. Sancılandıkça evren salyalar akıyor cenup ve münafık bir varlığı bir kez peşkeş çekmişken şeytan ve müritleri.

 

Sağaltmakla yükümlüyüm oysa ve sağduyuma duyduğum güvenle solum hep dolu hep dolu belki de dolan gözlerimden de sorumlu solum ve yankıları onca sevgiyi mabet belleyip geri dönümü matem iken.

 

İmgelerde kaybolmuşluğum.

 

Tetiklenen hüznün isyanı belki de gün evrildikçe ben tüm yanılsamaları hükmen mağdur belleyip mazlum bir yitimi iken evrenin pazarında artık hangi çatık kaşlı elemse düşen payıma ve üşenmeden kurduğum hayalleri hani olur da sahiplenir Yaradan.

 

Koşulsuz sevdiklerim…

 

Konuşlandığım o kırık dal.

 

Kırk haramileri çocuk yüreğimin.

 

Mağlup düşlerim belki de Hint Fakiri nidaları ile garipsenen eşkâlim.

 

Fevri bir bildirge yine sunumum oysa sevgiyle ve masumiyetle başlamıştım güne de döngüye de.

 

Rezil bir söylemde hangi aklı evvel fani ki bir bir yönlendirecek gönül gözünü? İşte buradayım, demekse kanıksadığım ve yüreğimde sessiz bir sure oysaki cennete vizem tüm sevmişliğim, tüm yanılsamalarım ve tüme beyanım yine Hakkın rotası iken güzergâhım.

 

Bir edimde yitip giden bir de elemde sırlarım yine serlere konuşlu ama haznesinde yangın belki de sevici bir imge yine yüreğin tezahürü iken bitimsiz meşki gönlün.

 

 

( Gölgeler Şahit... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 20.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.