Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 27.03.2017
Okunma Sayısı : 2415
Yorum Sayısı : 4
Günün Yazısı

Bu Yazı 28.03.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

Yaklaşık bir ay içinde lojman tahsisim yapıldı ve evimi Trabzon'a taşıdım. İş yerimizde ki hazırlık faaliyetleri tamamlanırken, bir 
taraftan da tayini yapılan personel yavaş yavaş gelmeye başlamış, 
sayımız her gün biraz daha artmıştı.

Müdürlüğümüze bağlı sekiz ayrı Amirlik vardı. Bu Amirlerden bir 
tanesi de bendim. Ben ayrıca o günlerde tek Karadenizli olmayan kişiydim. Ama herkesin sıcak yaklaşımı ile hiç yabancılık çekmedim. Derken Ankara'dan bir Amir arkadaş ile bir de Başteknisyen aramıza katılınca Karadeniz dışından üç kişi olduk.

Bir müddet sonra Harun bey de, Müdür Yardımcısı olarak atanıp 
göreve başladı. Onunla kısa sürede çok iyi bir diyalog kurduk. 
Harun bey çok iyi bir yöneticiydi. O nedenle anlaşmak çok kolaydı. Ayrıca çok sosyal bir insan olduğu için tam aradığım yöneticiydi. 
Geçen zaman içinde çok iyi arkadaş, çok iyi dost olduk.
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi

Her yeni kurulan yerde olduğu gibi bizim iş yerimizde de arada bazı çalkantılar olsa da kısa sürede eğitim faaliyetlerine başlandı. Görevli Eğitimciler içinde tek tecrübeli öğretmen yine bendim. Diğer elemanlar Ankara ve Mersinde düzenlenen kurs ve seminerler ile kısa sürede yetiştirilmiş fakat henüz yeterli olmadıkları için Ankara'dan geçici 
görevle takviye olarak gelen öğretmenlerle birlikte derslere girmeye başlamışlardı.

Bu arada Jeofizik mühendisliği mezunu olduğu için mesleği ile ilgili 
iş bulamayarak müdürlüğümüzde memur olarak göreve başlayan daha sonra ben de burada öğretmen olacağım çabasıyla küçücük bebeğine rağmen aylarca seminer ve kurslara gidip şebeke mühendisi olan
Sevile hanımın azmini ayrı bir yere koymak gerekir.

Günler geçtikçe özellikle lojmanlardaki personel, iyice kaynaşıp hafta
sonları bile birlikte zaman geçirmeye başladık.

Başta Harun bey olmak üzere en iyi  dostlarım Ankara'dan gelen 
Arif bey ile Başteknisyen Kerim bey ve Muhasebe Amirimiz Abdullah beydi.

Hafta sonları en büyük zevkimiz Cuma veya Cumartesi akşamları 
sahil boyunca mangal yapan kasaplarda soluğu almaktı. Genelde 
arabası olan bir kaç arkadaş hepimizi toplayarak götürüyor ve hep 
birlikte çok güzel vakit geçiriyorduk. 

Ancak bir gün bizi kapıda karşılayan garsonun şaşkın bakışları 
arasında Kerim'e ait, halk ağzıyla "vosvos" veya kaplumbağa" olarak tanınan Volkswagen'den 11 kişi inmemizi hiç unutamam.

turuncu vos vos resmi ile ilgili görsel sonucu

O kadar kişi o arabaya nasıl sığdık bilmiyorum. Ama dönüş de 
tekrar sığamadığımız için bir çoğumuz yürüyerek dönmek zorunda 
kaldık.

Belkide Harun beyle birlikte ehliyet kursuna gidip birer araba alma
sevdamız bu geziler nedeniyle oldu. Bir müddet sonra kendimizi 
şehir merkezindeki bir ehliyet kursunda bulduk. Akşamları mesai biter bitmez muntazam bir şekilde derslere devam ediyorduk. Yapılan yazılı sınavda Harun beyden kopya çektiğimi de itiraf etmeliyim.

Kurs boyunca da Müdür yardımcım ile birlikte çok güzel anılarımız 
oldu. Bunların iki tanesini sizlere aktarmak istiyorum. Birincisi kurs dönüşü Belediye otobüsünde yaşadığımız bir olay:

Otobüs oldukça kalabalıktı, her ikimizde ayakta yolculuk ediyorduk. 
O hengame arasında herkesi yararak yanımıza yaklaşık on yaşlarında
gariban giyimli bir çocuk yanaştı. Boyu kısa olduğu için yukarıdaki
demirlere asılamıyor ayakta zorlukla duruyordu. Bir ara baktım ki
onun her bize doğru sendelemesinde Harun bey cebine bir tane bozuk
para atıyor, çocuksa düşmeme telaşı ile farkında bile olmuyordu.
Bir, iki, üç derken ben de cebimdeki bütün bozuk paraları çocuğun
ceplerine atmaya başladım. Bir müddet sonra çocuk otobüsten indi
gözümüz ondaydı.
 trabzonlu çocuğun komik duası  resmi ile ilgili görsel sonucu


Arabadan iner inmez çocukcağız cebindeki sesi duymuş olacak ki,
heyecanla elini cebine attı. Otobüs hareket ettiği için sonrasını
bilemiyorum.  Yavrucak mutlaka çok mutlu olmuştur.

Bu güzel insan vesile olmuştu ve belkide çok fakir bir çocuğu o hiç farkında bile olmadan sevindirmiştik. Sonrasındaki konuşmamızda
Harun beye neden böyle bir şey yaptın diye sorduğumda "Önce oyun
olsun diye başladım, sonra sen bu oyunu devam ettirdin, ancak çocuk
arabadan indiğinde onun heyecanını görünce şimdi ne kadar iyi bir
şey yaptık diye düşünüyorum" Dedi. 

"Bir bayram sabahı Sevgili Peygamberimiz, yolda giderken oynayan 
çocukları görür. Bütün çocuklar oynamakta fakat bir tanesi üzüntülü 
bir şekilde diğerlerinden ayrı bir tarafta bulunmaktadır. Üzerindeki 
elbiseler yırtık pırtıktır. Peygamberimiz çocuğa yaklaşır ve sorar:

- Evladım bu halin nedir'? Niçin üzüntülü ve ağlamaklısın?

Peygamberimizi tanımayan çocuk der ki:

- Amca, beni yalnız bırak. Benim babam Peygamber ile savaşırken 
şehit oldu, Annem başka bir adamla evlendi. O adam da beni kabul etmiyor. Şimdi yiyecek-içecek bir şeyim ve kalacak bir yerim yok.
Anası babası olan bu çocukların hallerini gördüm de kederlendim 
onun için ağlıyorum.

Peygamberimiz çocuğun elinden tuttu ve dedi ki:

- İster misin, senin baban ben olayım. Annen Aişe olsun, Fatıma kız 
kardeşin, Ali amcan olsun?

Bunun üzerine, konuşan zatın Allah'ın Resulü olduğunu anlayan 
çocuk:

- Nasıl istemem ki ya  Resulullah dedi.

Hz. Peygamber onu evine götürdü; yedirip içirdi. Güzelce giyindirdi. Üzüntüsü giden çocuk sevinç içinde diğer çocukların yanına gitti. 
Biraz önce üzüntü içinde gördükleri bu çocuğun neşeli haline şaşıran 
diğer arkadaşları:

- Sen biraz önce böyle değildin. Sana ne oldu? dediler.

Çocuk:

- Açtım doydum, çıplaktım giyindim, babam yoktu Resulullah babam oldu. 

Aişe annem, Ali amcam Fatıma kız kardeşim oldu, diye meseleyi anlattı. 

Bunun üzerine buna gıpta eden diğer çocuklar:

- Keşke bizim de babamız da şehit olsaydı da, bizim de babamız 
 Resulullah olsaydı, dediler.

Bu çocuk Hz. Peygamberin vefatına kadar onun yanında kaldı. 

Peygamberimiz'in vefatında, ağlayarak:

- İşte esas şimdi tam yetim kaldım, diye başına toprak saçıyordu.
Peygamberimiz'in vefatından sonra bu çocuğu Hz. Ebubekir Efendimiz himayesine almıştır.

Eskiler derlermiş ki "Annesi babası olmayana yetim denmez. Esas yetim ilim ve edepten mahrum olan kimsedir."

Bu da işin başka bir cihetidir. İlmi ve edebi olmayanın anne-babası olsa da, dünyada en mühim eksikliği o çekmektedir."

Gerçekten YAVRUOĞLU çok haklıydı bende onunla aynı fikirdeydim. 
O gariban çocuğu sevindirmekle Müdür yardımcımın sayesinde ne güzel bir şey yapmıştık.

Yüz on üçüncü bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru Yüz On Üçüncü Bölüm başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 27.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.