Aman verseler dediğim bir gün bitimi ve masamda duran o yitik, bitik şiir.

 

Hayli yorgun hayli de bıkkın hayli şüpheci de. Diyemediklerim kaynarken yürek kazanında gidip geliyorum aklımın ara sokaklarında çıkmaza girip de dönememek iken endişe edilesi.

 

Suskun olduğuma bakmasın kimse hele ki y/ara aldığım onca kuytu.

 

Bir ara nameyim bir nakarat bazen ve günlerce çalan o bozuk plak. Yolumun kesiştiği kim ise sarmalındayım cevapsız sorularımın ve bilsem de çan eğrisinin hangi noktasında neye denk düştüğümü safça soruyorum:

 

‘’Size güvenebilir miyim?’’

 

Düşkün bir heceyim aslında ama aşk’a düşkün bir de gülmeyi becersem hele ki onca oturaklı kelamına ahvalin bir nebze de olsa gönderme yapmayı.

 

Huyum kurusun: Benzemiyorum kimselere ve mütemadiyen aidiyet duygumu sorguluyorum.

 

‘’Kaç kişi lazım oyuna?’’

 

Sanırsınız ki poker masası ya da tavlaya bir üçüncü lazım mı gibilerden içi boş bir cümle.

 

Kolumun altına sıkıştırdığım, pulları da ruhum gibi kayıp tavlaya rahmet okuyorum zira babamdan kalan bir hatıra ve zar tutmayı asla beceremediğim zaten hep bu yüzden kaybetmedim mi?

 

Basit yalanlarına kandıklarım ondan sonra da saflıkla itham edildiğim belki de sayısız şehir efsanesi yine insanların kandığı ve andığım nice insan ki çoktan ebediyete intikal etmiş ve hayattaki ilk dersimi aldığım sayısız büyüğüm, bir İstanbul beyefendisi iken zaman. Sahi neden erkek kimliğini uygun gördüm ki? Sanırım fıtratımda var insanların saf tutmuşluğu hele ki erkek egemen bir toplumda kadın nesli hala birbirinin kuyusunu kazarken.

 

Ya erkekler?

 

Cevabı olmayan tüm soruların canı cehenneme ya da cennette mi buluşsam belki de sırık yalanların tezahür ettiği bir pencere, gönlümü yerleştirdiğim sonra da konaklayan kim ise bu sefer camlarını da canımı da kırıp yıkmaktan haz duyan.

 

Acılar korunaklı dünyaların bir sunumu belki de mutluluğun göreceli kifayetsizliğinde hüzne delalet her gölgeyi de dışlayan.

 

Kanıksadıklarıma ek bir ilave belki de mürekkep kurumadan ben heyecanla görücüye çıkarmış iken yazdıklarımı.

 

Ne gam, demeli miyim her cümleyi evlat edinmişken?

 

Susma payı mı yoksa benim parmağım tetikteyken yine yazdığım bazen bir delil iken kaçıncı kez öldürüldüğümün sayısını dahi unutmuşken?

 

Kereler ve sancılar.

 

Sekant farkı ile kaçırdığım tren zaten binip de kompartımanını ya da yol arkadaşımı beğenmeyip inmeyi taahhüt ettiğim.

 

Aklı evvel olmadığımı kim söylediyse çarpılsın hem demezler mi; bu arızanın ne işi var bizimle?

 

Kayıt dışı olduğumu bilmek belki de günü dakikalara sığdırıp bir kayıt daha düşmek gecenin şerrine lanet yine yürek iken şerh düştüğüm o kayıp nüsha.

 

Ben gibi belki de ya da ayıp bir cümleyi sınır dışı ettiğim mi?

 

Sandıkların dibinde güveler fink atıyor tıpkı aklımın koridorlarında yürüyen şüphecilik sendromu gibi.

 

‘’Neydi derdiniz?’’

 

‘’Bu gün edinecek bir dert bulamadım da!’’

 

‘’O zaman sizi iyileştirme merkezimize yönlendirelim.’’

 

‘’Dert pazarı denen yer mi yoksa kastınız?’’

 

Yoksa şairin dediği gerçek mi oluyor?

 

‘’Birinci tekil şahısların dikkatine… Aşk, İkinci Peron’dan hareket etmek üzeredir.’’(Alıntı)

 

Geç olmamalı hiçbir şey için hele ki o küçük çocuğun başını okşamaksa tek arzumuz belki de okuduğumuz dualarda saklı tuttuğumuz sevgimiz ve sevdiklerimiz sevilmesek bile…

 

 

 

( İkinci Peron... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.