Çocukluk yıllarımda yaşadığım dini bayramların ruhumda oluşturduğu huzur duygusunu unutamam. Bayramlar yaklaştıkça ailemizde daha farklı sakin bir hava oluşurdu. Altı kardeştik. Birbirilerimize sıcak, sevecen yaklaşır aramızda mızıkçılık yapan olmazdı.

 

         Özellikle annem, bayramların kutsiyetini anlatır, babam derdi ki, diye sözlerine başlar; peygamberimizin sözlerinden, dini kıssalardan örnekler verirdi. Ayrıca bayram günlerinde yapacağımız akraba ziyaretlerinde, evimize gelecek konukları nasıl karşılayacağımız hakkında öğütlerde bulunurdu. Sözlerinin arasına yalan söylemenin, hakkımız olmayan, örneğin izin almadan komşunun bahçesinden bir meyve almanın günah olduğunu bol bol tembihlerdi.

 

         Köyümüz büyük bir köydü. Beş sınıflı okulumuzdan mezun olan çocuklar büyük çoğunlukla hemen orta öğrenime başlamaz bir yıl köyde kalırlardı. O yılın kış aylarında köy imamı ve mahallelerdeki mollalar önünde Kuran-ı Kerim okur. Hatmederlerdi. İlkokulu bitirince babam:

 

“ Köyde kalıp camiye mi gitmek istersin yoksa hemen ortaokula mı başlamak arzusundasın?” diye bir soru sordu bana.

Evimiz köyden ve de camiden hayli sapa bir yerdeydi. Bunun da etkisi mi oldu bilemem. Namaz sürelerini zaten ezberlemiştim. Ortaokula gitmeyi istedim. Böylece hatim etme, Kuran-ı Kerim’i orijinal diliyle okuma öğrenimini yapamamış oldum.

 

Öğrencilik yıllarında ve yaşadığım yıllar içinde aldığım dini bilgiler ışığında inanç olgusunu şöyle yorumlarım. İman, bireyin vicdanı ile yüce yaratıcı Allah arasında olan bir bağdır. Birey ile Allah arasına aracıların girmemesi kabul edilmemeli. Dinimizi gerçek kaynaklarından kutsal kitabımızdan, peygamberimizin hadislerinden… öğrenmek gerekir.

 

Farklı konularla ilgili çeşitli kitaplar okudum. Kuran-ı Kerim’in meallerini okudum. Lakin içimde hep bir uhde kaldı. Kutsal kitabımızı orijinal diliyle okuyabilmek. Ramazan aylarında meal okuyarak hatimler indirdim. Ruhumdaki açlığı bir türlü gideremedim.

 

On sekiz yaşında başladığım öğretmenlik yaşantımı ellili yaşlarımda otuz yedi yıl icra ederek noktaladım. Zaman bu zamandır deyip yeniden öğrenciliğe soyundum. Yenikent semtimizdeki İmam-ı Azam Camii’nde yetişkinler için Kuran kursu açılıyordu.

 

Sözü uzatmaya ne hacet. Elime aldığım bir Elif-Be cüzü ile kursa başladım. Emekli polisler, işçiler, memurlardan oluşan bir arkadaş grubu ile ders başı yaptık. Öncelikli amacım kutsal kitabımızı akıcı bir biçimde okuyabilmekti. Bununla birlikte, meal, tefsirler okuyarak uhrevi alanda bilgi eksikliğini gidermek ve ruh zenginliğimi çeşitlendirmek istiyordum. Ayrıca dinimizi yanlış anlatarak kendilerine kişisel çıkar sağlayanlarla gerçek kaynaklarla örnekler vererek mücadele etmek gibi hedefler seçmiştim kendime.

 

         Hani okumayan bir ulusuz, bilinir!  Halkımızın dini bilgiler alanında da ne hazin durumda olduğunu yakından gözlemleme şansızlığını yaşadım! Cuma günleri camilerimiz dolup taşar. Ne yazık ki, insanlarımızın büyük çoğunluğu namaz surelerinin tamamını da ezber bilmez. Değil ki, meallerini bilmek! Maalesef bu alanda da halkımızda cehalet (bilgisizlik) diz boyu…

 

Bir imam arkadaşımız, “Müslümanda stres olmaz…”diye bir söz söylemişti. Gerçekten Atatürk’ün Çanakkale Savaşlarında az sonra şehit olacağını bile bile ileri atılan askerlerimiz için, “…Bize savaşı kazandıran bu ruhtu…”dediği iman gücünü yakalayan Müslümanlarda stres olmaz. Güzel dinimizi gösterişe, riyaya kaçmadan ve kişisel çıkarları için kullanmadan yaşayanlara ne mutlu.

 

Kısa süre içinde arkadaşlar çoğunlukla Kuran’ı okumaya başladık. Bir güzellik başlattım. Kuran’a geçen sınıfa tatlı ısmarlayacaktı. Zekeriya hocamız da bu uygulamayı çok beğendi. Ayrıca 24 Kasım Öğretmenler Gününü kursta da sürdürdük. Sağ olsun arkadaşlar beni kırmadılar. Aramızda para topladık hocalarımıza hediyeler aldık.

 

Her gün bir saat teorik bilgiler veriliyordu. Daha çok soru-cevap yöntemiyle hocalarımıza sorular soruyorduk. Genç aynı zamanda hafız da olan espritüel bir hocamız vardı. Hem de Oflu. Anlatırdı:

 

“Kadınlara bakmak günahtır. Güzel bir kadın gördün. Gayri ihtiyarı ona nazar ettin. Bu durum olabilir. Dönüp ikinci kez bakarsan işte o zaman günaha girersin bu ikinci bakışla.” Arkasından gülerek eklerdi:

 

“Bir kez bakıp, gözünü ayırmadan sürekli bakarsanız o zaman günah olmaz. Çünkü ikinci kez bakmamış oluyorsunuz…”

 

Yavaş yavaş hatmedenler oldu. Ben de onların arasındaydım. Hafız hocamızın dersindeyiz. Vaaz dersi yapıyoruz. Bana göre bazı gereksiz, basit sorular da sorulurdu. Böylesi soruları ikinci kez duymakla sıkılırdım. Fakat bir kez daha farklı bir durum yaşandı. Bir arkadaşımız belki de istemeden, ya da hafızasının derinliklerinde saklı bir düşünceyi dillendirdi. Alevi yurttaşlar hakkında olumsuz bir söz söyledi. Önden ikinci sırada oturan bir arkadaşımız aniden ayağa kalktı. Yüzü bir anda alev rengine dönüştü. Heyecanla:

 

“Ben aleviyim… Sizinle Kuran’ı öğreniyorum. Buradayım…”

 

Sınıf bir anda buz kesti. Hocamız ortamı yatıştırıcı sözler etmeye başladı. Densiz arkadaşımız da mahcup oldu. Özür dilemek bağlamında sözler etti. Lakin hiç istemediğimiz bir durum yaşanmış oldu. Ben de hocadan müsaade alarak şunları söyledim.

 

“Arkadaşlar batı dünyası geçen yüz yıllar içinde aralarındaki mezhep sorunları yüzünden Otuz Yıl, Yüz Yıl Savaşları diye adlandırılan savaşlar yapmışlar. Daha sonra laiklik denen bir sistem bulmuş sorunu çözmüşler. Biz İslâm Dünyası çağlar boyunca mezhep ve iktidar kavgaları yüzünden nice savaşlar yaptık kendi aralarımızda. Enerjimizi boşa harcadık. Uygar dünyanın tuttuğu yolu tutmalıyız. Faklı görüşlere, ibadet biçimlerine saygılı olmalıyız. Bu arada hocamız da şöyle bir anetdot anlattı bu konu üzerine:

 

“Çaykara- Trabzon’da İmam Hatip Lisesi öğrencisiyim. Hataylı bir öğretmenim beni üniversite sınavlarına hazırlıyor. Ezan okundu. Yakınımızdaki camiye gidip namazımızı eda ettik. Namazdan sonra cemaatten yaşlı amcalar hocamıza dönüp:

 

‘Hocam namazınızı yanlış kıldınız…’ diye uyarmak istediler. Hocam, cevaben:

 

‘Ben Hambeli Mezhebindenim. Kendi mezhebim mucibince kıldım namazımı…’

 

Bu sözleri duyan bizim aksakallıların hocaya bakışları değişti. Aralarındaki mesafeyi açtılar. Yüzlerini farklı tarafa çevirdiler. Elbette ben çok utandım… Arkadaşlar sizden ricam bilmediğiniz konularda ahkâm kesmeyelim…”

 

Ortalık sakinleşti. Fakat sınıfta kirlenen atmosfer kolayca düzelmedi günlerce.

 

İlkbahara geldiğinde hepimiz Kuran-ı Kerim’i hatmetmiştik. Sene sonunda güzel bir gün düzenledik. Ailelerimiz ve komşular güne davet edildi. İmam-ı Azam Camii’nde bana da ayrıyeten şiir okuma görevi verildi. Okullarda şiirleri elime aldığım kâğıda bakarak okurdum bu kez hoca arkadaş istirham etti. Şiiri ezber okudum. Belgelerimizi aldık.

 

Daha sonraki yıllarda yirmi cilde yakın tefsir okudum. Yıllar sonra da olsa içimde kalan kutsal kitabımız Kuran-ı Kerimi Arapça orijinal diliyle okuma mutluluğuna kavuştum. İnanarak ve severek Arapça ve arkasından da mealen Kuran okumanın ruhumu arındırdığının güzelliğini hissederim.

 

Son söz olarak öykümüzü şöyle bitirelim, biz Müslümanlar dünyevi konularda olduğu gibi uhrevi konularda da bilgisizliğimizi yenemez aydınlanma yaşayamazsak iktidar ve mezhep savaşları yaparız. Yusuf İslâm’ın dediği gibi o zaman:

 “Müslümanlar birbiriyle savaştıkça ağıtlar Kürtçe, Türkçe ve Arapça; Zafer çığlıkları İngilizce ve İbranice olacaktır.” İslam dünyamızda maalesef şimdilik manzara-i umumiye bu…

( Ellili Yaşlarda Hatmetme başlıklı yazı sahara tarafından 29.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.