Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 4.04.2017
Okunma Sayısı : 1891
Yorum Sayısı : 6
Günün Yazısı

Bu Yazı 5.04.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.




Mehmet  Akif'in  yazdığı  Çanakkale  Şehitlerine adlı  şiirin  iki  beyiti  şöyledir:


Yedi  iklimi  cihanın  duruyor  karşısında
Ostralyayla  beraber  bakıyorsun  Kanada.

Kimi  Hindu,  kimi  yamyam  kimi  bilmem  ne  bela
Hani  tauna  da  züldür  bu  rezil  istila

Öğrenciler  sorardı  ''Hocam  bu  şiirde  geçen Ostralya, taun  ne  demek?  Hocam !  Yamyam    ne?  Daha  doğrusu  kimdir  bu  yamyamlar ?''

Cevap  verirdim:  ''  Ostralya,  bu  günkü  Avustralya,  taun,  veba  demektir.  En  tehlikeli, ölümcül  ve  çok  çabuk  bulaşan  bir  hastalıktır.  Yamyam  ise  Afrika'da  ya  da  Avustralya'da  yaşayan  ve  insan  yiyen  vahşi  insanlardır. Bu  şiirde  kastedilen  yamyamlar ise  Çanakkale  savaşlarında  karşımıza  çıkarılan  Yenizelanda askerleridir.  Çünkü  onların  bir  kısmı  yamyam  olan  Yenizelanda'nın  Maori  kabilesinden  gelmektedirler.''

Meğer  Ostralya  ve  taun  hakkında  verdiğim  cevap  doğru  olsa  da  yamyam  ile  ilgili  verdiğim  cevap  yanlışmış.  Evet,  Avustralya'da  yamyam  kabileler  var  ama  Mehmet  Akif'in  bahsettiği  yamyam  onlar  değil  doğrudan  doğruya  Avrupalılar'ın  bizzat  kendileriymiş.  Ancak  bizlere  hep  '' Çağdaş  Batı  Medeniyeti''  dendiğinden  ve  medeniyet  dediğimiz  zaman  aklımızda  uyanan ilk  imaj  hep   Batı  olduğundan  aklımızın  ucundan  dahi  geçmezdi  Batının  yamyam  olabileceği.

Efendim,  şimdi  durup  dururken  nereden  aklıma  geldi  bu  konu?

Aslında  hiç  de  durup  dururken  değil.  24  Mart  2017  de  Papa'nın 27  AB  ülkesi  liderini ya  da  AB  Temsilcisini  huzuruna  çağırıp  onları  ''  Hiç  zart  zurt  etmeyin  ulan.  Hepinizin  kralı  benim''  havalarında  Apostolik  Sarayda  toplaması,  kendisi  yüksekçe  bir  tahtta  otururken  onları  basit  sandalyelere  oturtması,  o  alçakların  da  yaptıkları  konuşmaları  diğer  ülke  temsilcilerine  sırtları  dönük  olarak  direkt    Papa'ya  arz şeklinde  yapmaları,  sonrasında  Papa'nın  onlarla  birlikte  Sistine  Şapeline  geçerek  (  Yani  papanın  resmi  ikametgahı  olduğu  gibi  aynı  zamanda  yeni  papanın  seçiminin  de  yapıldığı  yer )  fotoğraf  çektirmesi üzerine  TRT 1 De  yapılan  bir  program  dolayısıyla  öğrenmiş  oldum  yamyamın  aslında  Avrupa  olduğunu.

Kulaklarıma  inanamadım  önce.  Yok..olamazdı  böyle  bir  şey.  Biz  medeniyeti,  anayasamıza  1937 yılında  soktuğumuz  laiklik  ilkesini  bunlardan  mı  öğrenmiştik  yani?

Önce  laiklikten  başlayalım olmazsa.

Yahu  biz  halifelik  denen  makamı  laiklik  ilkesine  ters diye kaldırmadık  mı?  Laikliğini  örnek  aldığımız  Avrupa  niçin  Papalık  makamını  kaldırmıyor?  Haydi  kaldırmalarını  geçtim   laik  olan  Avrupa'nın  papanın  karşısındaki  şu  süt  dökmüş  kedi  halleri  ne?  Diğerlerinden  geçsem  bile  bizim  gibi  anayasasında  laiklik  olan  Fransa'ya  ne  demeli?  

Şimdi  düşünün.  Bir  an  için  Müslüman  ülkelerden  biri  mesela  ''  Biz  peygamberin  soyundanız''  diyerek  Suudi  Arabistan,  halifelik  diye  bir  makam  kursa,   Müslüman  ülkelere  ''Gelin  birlikte  bir  fotoğraf  çektirelim ''  dese.  Şu  resimdeki  pozun  aynı  verilmek  suretiyle  fotoğraflar  çekilse  ve  Cumhurbaşkanımız,  aynen  ...  resimdeki  gibi    elindeki  kağıttan  Suudi  halifeye  hitap  eden  bir konuşma  yapsa  Türkiye'de  ''  Laiklik  ayaklar  altına alındı''  Diye  yer  yerinden  oynar  mı  oynamaz  mı?  Oysa  Avrupa'da  hiç  kimsenin  ''  Gitti laiklik''  diye  kımıldandığını  dahi  görmüyoruz?  Bu  nasıl  bir  laiklik  böyle?  Hani  din  ve  dünya  işleri  ayrıydı?  Laik  bir  düzende  Halifeye  yer  yok  ama  laik  bir düzende  papaya  olabildiğince  yer  var.  Oh  ne  âlâ.

Neyse...Ana  konumuz  yamyamlık  olduğuna  göre  oraya bakalım.  Laiklik  hâla  cıss  bir  konu  bizde. 

Trt 1 De  iki  koca  profesör  Avrupalıların  yamyam  olduklarını  söyleyince  gözlerim  faltaşı  gibi  açıldı. ''Olmaz  yahu.  Biz  medeniyeti  onlardan  aldık/  ya  da  hâla almaya  çalışıyoruz.  Nasıl  olur?''  dedim  ve  işin  doğrusu  o  profesörlerden  biri  olup  '' Benim  Osmanlı'da  en  iftihar  ettiğim  şey  kardeş  katliamıdır''  Diyen  Ahmet  Şimşirgil'e  pek de  güvenim  yoktu.  Zira  bazen  oldukça  uçuk  cümleler  sarfetmekteydi. ( ''Şehzede  katliamları  gerekliydi.  Olması  gereken  bir  şeydi''  Demek  ayrı,  bununla  övünmek  ayrı  bir  olaydır.)

''Hoca  sallıyor  yine'' Diye  düşündüm  ama  adını  unuttuğum  diğer  profesör  de  Avrupa'nın  yamyamlığından  bahsediyordu  ve  üstelik  bunu   Haçlı  Seferleri ile  ilgili  olarak  yazdığı   dört  adet  kitabında  ayrı  ayrı  anlatıyordu. Dahası  bu  gün  yaşananları  yani  yukarıdaki  fotoğrafları bir  Haçlı Seferi  olarak  niteliyordu. O  halde  öncelikle  Haçlı  Seferlerine  bir  daha  bakmam,  bu  seferlerde  oldukça  büyük  bir  vahşetin  yaşandığını  bildiğim  halde  ''Acaba  yamyamlık  da  yaşandı  mı?''  Diye  araştırmam  gerekiyordu.

Araştırmaya  başladığımda  gördüm  ki  sadece  Haçlı  Seferlerinde  değil,  sonrasında  da  Avrupa'da  yamyamlık  denen  olay haddinden  fazla  var ve  bu  durum  Avrupalı  için  bir  genetik  özellikmiş  meğerse. Üstelik  de  bu  yamyamlığı  anlatanlar  Türk ya  da  Müslüman  tarihçi  ve  yazarlar  değil  bizzat  kendileri...

O  halde  Haçlı  Seferlerinden  başlayalım.

Efendim,  Haçlı  Seferlerinin  en  önemli  sebebi  olarak  Kudüs'ün  Müslümanların  elinde  olması,  Hrıstiyan  dünyasının  da  bu  kutsal  şehri  Müslümanlardan  geri almak  istemesi  gösterilir.  Bu  elbette  ki bir  sebeptir  ama  asıl  ana  sebebin  bu  olması  mümkün  değildir.  Öyle  ya  Kudüs  638  Yılında  Hz.  Ömer  tarafından  Müslümanların  eline  geçmiştir.  Halbuki  Haçlı  seferleri dediğimiz  seferler  1095  yılında  başlatılmıştır.  Yani Hrıstiyan  Avrupa  457  sene  sonra  mı ancak  anlayabildi  Kudüs'ün  Müslümanların  eline  geçtiğini?  Elbette  hayır. 

İşte  bu  noktada  Haçlı  Seferlerinin  ne  zaman  başladığına  bakmak  lazım.

Aslında  Haçlı  Seferleri  ile  ilgili  ilk  girişim  1074  yılında  olmuştur.  Yani  Alparsalan'ın  Anadolu  kapılarını  Türklere  açan  Malazgirt  Zaferinden  hemen  üç  yıl  sonra...  1074  Yılında  Bizans  Tahtında  olan  VII. Mihail  Dukas ,  zamanın  papası  VII. Gregoryus'a  müracaat  ederek  ''Müslüman  Türkler  Anadolu'yu  istila  etmeye  başladı.  Zaman  kötü  kurtar bizim  g.tü''  Diyerek  Avrupa  Hrıstiyan  dünyasını  bir  Haçlı  Seferi  için  ayağa  kaldırmasını  istemişse  de  Papa  cenapları  ''  O  iş  yaş.  Bu  Selçuklular  anamızı beller.  Kusura  bakma''  Diyerekten  bu  davete  icabet  etmemiştir.

Ancak  1092  de  Selçuklu  Devleti  Sultanı  Melikşah'ın  ve  veziri  Niamül  Mülk'ün  öldürülmesi,  onlar  daha  ölmeden  önce  Selçuklu  toprakları üzerinde  5  ayrı  Selçuklu  devletinin  kurulması  (  Yani  Selçukluların  dağılması )  üzerine  zamanın  papası  II.  Urban  ''  işte  tam  sırasıdır''  Diyerek  Haçlı  seferlerini başlattı.  Zira  aynı  anda  Kudüs'ü  savunacak  güçlü  bir  İslam  Devleti  de  yoktu  bu  günkü  Filistin  topraklarında.  Olanı  kalanı  bir  Fatımi  Devleti  vardı  ki  o  kolay  bir  lokmaydı.

Ancak  1095  yılındaki  bu  çağrı  da  Hrıstiyan  Avrupa'yı  pek  heyecanlandırmadı. Piyer  Lermit  adında  bir  papaz  Fransa'da  Klermont  Konsilinde  alınan  kararlardan  sonra  bütün  Fransa'yı  dolaşarak  Haçlı  seferleri  için  çağrılar  yaptı  ve  nihayet  Yoksul  Gotiye  adlı  gerçekten  de  yoksulluktan,  açlıktan  imanı  gevremiş  olan  bir  şovalye  ve  100.000  civarında  aç  insan  doğunun  zenginliklerine kavuşmak,  ölürlerse  de  bedavadan  cennete  gitmek  sevdasıyla  yollara  döküldüler.

Bu  çapulcu  sürüsü  öncelikle Avrupa'da  (  Bilhassa  Macaristan'da)  muazzam  bir  yağma  ve  talan  neticesinde  İstanbul'a  kadar  geldi. Bizans  İmparatoru  bu  yağmacıları  İstanbul'a  asla  sokmadan  direkt  İznik  önlerine taşıdı. Ancak  İznik  önlerinde  onları  bir  Selçuklu  kartalı bekliyordu: I.  Kılıçarslan...

I.  Kılıçarslan  bu  çapulcu  sürüsünü  neredeyse  tamamen  kırdı  geçirdi.  Yoksul  Gotiye  savaş  meydanında  geberdi,  Piyer  Lermit  ancak    beş  bin  kişiyle  canını  İstanbul'a  oradan  da  tekrar  çıktığı  yere  zor  attı.

Ancak  bu  aslında  öncü   Haçlı  seferiydi.  Asıl  Haçlı  ordusu 1096  yılında  hazırlandı. Bu  sefer  meydana  getirilen  ordu  600.000  kişilik  bir  ordu olup  daha  profesyonel  savaşçılardan  oluşuyordu  ve  başlarında  God  Frey  de  Boillon  adında  bir  Şovalye  bulunmaktaydı. 

Bu  ordu da  Yine  İstanbul'a  hiç  sokulmadan  direkt  İznik  önlerine  getirildi.  I.  Kılıçarslan  bu  büyük  ordu  ile  savaşmanın  aptallık  olacağını  görmüştü. Geri  çekilmekten  başka  çaresi  yoktu.  Bizans İmparatoru  ile  anlaşıp  İznik  kalesine  Bizans  bayrağı  çekilerek  Anadolu  Selçuklu  ordusu  Konya'ya  çekildi.  Konya  artık  Anadolu  Selçuklu  ordusunun  yeni  başkenti  olacaktı.

O  büyük  Haçlı ordusu  Anadolu'yu  yakarak  yıkarak  ilerlemeye  devam  ederken  I.  Kılıçarslan  bu  orduya  sürekli  baskınlar  yapıp  vur  kaç  sistemiyle  Haçlı  ordusunu  adeta  eritti.  Haçlı  ordusu  Antakya  önlerine  geldiğinde  sayıları  ancak  100.000  e  inmişti.  Ama  I.  Kılıçarslan'ın  da  daha  fazlasına  gücü  yetecek  gibi  değildi. 

Evet..Haçlı  ordusu  Antakya  önlerine  gelmişti  ve  ne  olduysa  işte  bu  Antakya  Kuşatması  esnasında  ve  sonrasında  oldu. Yani  medeni  Avrupa'nın  (!)  ataları  yamyamlıklarını  işte  bu  şehirde  gösterdi  ve  bu  yamyamlık    Kudüs'ün  düşmesine  kadar,  hatta  Kudüs,  Haçlıların  eline  geçtikten  sonra  da  devam  etti.  

15 TEMMUZ  1096 da  Kudüs  Haçlıların  eline  geçtiğinde  on  binlerce  Müslüman  (  Özellike  çocuklar  )  kızarmış  ya  da  haşlanmış,  veyahut  da  henüz  çiğ  et  olarak  Haçlı  ordusunun  midesindeydi.  Evet..15  TEMMUZ  1096...

Hiç  bir  şey  tesadüf  değildir...  

ÖYKÜ  GİBİ  AMA  GERÇEK  OLAN YAMYAMLIKLAR  İLE  DEVAM  EDECEK...
( Kimi Hindu Kimi Yamyam Kimi Bilmem Ne Bela---1. Bölüm--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 4.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.