Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 7.04.2017
Okunma Sayısı : 1671
Yorum Sayısı : 2
Günün Yazısı

Bu Yazı 8.04.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.


Bu  bölümde  öncelikle  1095  yılındaki  öncü  Haçlıların  ve  1096 yılındaki  I.  Haçlı  ordusunun  nasıl  insanlardan  oluştuğuna  bakalım. ( Tabii  ki  daha  sonrakiler  de  farksızdır.)

Papa  II.  Urban'ın  “Lânetlenmiş bir millet (yani biz Türkler)  Hıristiyan beldelerini kasıp kavurdu, ateş ve zulüm yağdırdı. Bu alçaklıkların intikamını, Tanrı’nın kahramanlıkta diğer milletlerden üstün kıldığı (!) sizlerden başka kim alabilir? Vazifelerin en önemlisi mukaddes Kudüs’ü kurtarmak, mukaddes yerleri istilâ eden pis milletten kutsal yerleri geri almaktır.”“Tanrı, İsa’ya tapanların yardımına koşmaya ve topraklarından uzaklarda, o lânetli ırkı kökünden kazımaya, ister şövalye, ister halktan olsun, ister zengin ister yoksul olsun, herkesi sık sık dâvet etmeniz için, İsa’nın bayrağını taşıyan sizleri benim ağzımdan teşvik etmektedir.”  Diyerek  gaza  getirdiği ve  oluşturduğu  ''Tanrının  kahramanlıkta  üstün  kıldığı(!)  güruh  bakalım  kimlerden  oluşuyormuş:

İngiliz târihçi Thomas Fuller  “Şeytanın aşağılık hizmetkârlarının Allah’ın askeri hâline geldiklerini görmek çok hazin bir şeydi!..” dedikten  sonra Haçlı  ordusunu  şöyle tarif eder:Haçlı gürûhu, iddiâ edildiği gibi soylu ve asil (!) askerlerden değil, aksine tamâmen dengesi bozuk, çürük-çarık, seviyesiz mahlûklardan ibâret olan “suçlular, bulaşıcı hastalık taşıyanlar, günahkârlar, dinsizler, kutsal şeylere karşı saygısız hırsız ve haydutlar, kâtiller, kendi ana veya babasını öldürenler, yalancı tanıklıktan suçlu olanlar, zinâ işleyen erkekler, vatan hâinleri, korsanlar, fâhişe tüccarları, ayyaşlar, tâlih oyuncuları, ikiyüzlü keşişler, genelevde yaşamak için kocalarını terk eden kadınlar ve gerçek eşlerini bırakıp yerine başkalarını alan erkekler”den meydana geliyordu.

Haçlıları temsil makâmında bulunmasına rağmen rahip Fleury de Haçlı seferlerine katılan hıristiyan süvârileri hakkında; “Haçlı seferi, borca boğulmuş kimselere borçlarından kurtulmak için, mücrimlerin ve mahkûmların cezâ çekmemeleri için, kilise nizamlarına uymamaktan disiplin cezalarına çarptırılmış ruhbanın affedilmeleri için, manastırın ağır hayatına dayanamayan rahiplerin manastırı terk edebilmeleri için, hayat kadınlarına mesleklerini daha serbestçe icrâ imkânı bulabilmeleri için fırsatlar ve kolaylıklar bahşediyordu. Bunlar gözönüne alınarak, Haçlı gürûhunun ne gibi insanlardan oluştuğu düşünülsün!” Demekten  kendini  alamamıştı.  

Görüldüğü  kendilerini  yine  kendileri  anlatıyordu.

Her  ne  kadar  ilk  bölümde  ''  Her  ne  olduysa  Antakya'da  oldu  diye  yazsam  da   bizlerin  sadece  vahşi  olarak  bildiğimiz  Avrupa'nın  yamyamlığı  aslında  Haçlı  orduları  1096 da  Anadolu'ya  girip  İznik'i  Türklerden  aldıklarında  gözler  önüne  serilmişti.  Bakın Fransız  Tarihçi  Funck  Brentaro 1096  da  İznik'te  yaşananları  nasıl  anlatıyor:

''Vahşî hayvan sürülerinden farksız olan haçlı gürûhu 1096 yılında Anadolu topraklarına saldırdıklarında, İznik civârında yakaladıkları müslüman çocukları parçalamışlar, etlerini şişlere geçirip ateşte kızartmışlar ve henüz pişmeden çiğ çiğ yutmuşlardı.''

Antakya’ya ulaştıklarında  Haçlı  ordusunda  açlık  başgöstermiş  ve  Haçlı  ordusu  1095  de  I.  Kılıçarslan'ın  karşısında  canını zor  kurtaran  ama  şimdi  yine  Haçlı  ordusu  içinde  baş  rollerde  olan  Piyer  Lermit  adlı  papaza açlıklarından  dert  yanıyorlardı.  Piyer  Lermit  azarladı  onları  ve Fransızların  milli  destanı  olan“Chanson d’Antioche”de  yer  alan  şu  satırları  söyledi:   : ‘Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!..” 

Haçlılar  korkak  olmadıklarını  ispat  ettiler Piyer  Lermit'e:  Türkler’in cesedlerini birer birer topladılar, etlerini kemiklerinden ayırdılar; sonra da tuzladı, pişirdi ve karınlarını bununla doyurdular.

Evet...Bunları  bir  Müslüman  ya  da  Türk  Tarihçi  değil,  bir Fransız  Tarihçi  yazıyordu. 

 Charles Mills ise, Fransa kralı I. Philippe’nin torunu olan Bohémond’un mide bulandırıcı bir gaddarlığından şöyle  söz etmektedir:

“Antakya’da Bohémond, birkaç Türk esirini boğazlattı; herkesin gözü önünde kızarttı. Sonra seyredenlere seslenerek, iştahını tatmin etmek için geldiğini söyledi.” 

Antakya'dan  sonra  bu  gün zehirli  gaz  atılarak pek  çok  insanın  öldürüldüğü İdlip'e  geldiler...  O  zamanki  adıyla  Maaratü'n  Numan'a ...İşte  bu kasabada  da iğrençliklerine  devam  ettiler.  Onu  da  yine  Fransız  Tarihçilerinden  olan  Rudolf Caen  şöyle anlatır:  

 “Askerlerimiz Maarra’da dinsizlerin (Müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler.”

“Öylesine kıtlık vardı ki, adamlarımız bir süre önce öldürdükleri kimselerin butlarından parçalar kopartıp ateşte kızartıyor ve daha tam pişmeden vahşi ağızlarıyla eti silip süpürüyorlardı.”

Antakyadaki  yamyamlığı  Haçlı ozanı Richard le Pelerin şöyle anlatır:

“Asaletli Pierre L’ermite, otağının önünde oturuyordu. Kral Tafur ve adamları çıkageldiler. Bunlar yüz kişiden çoktular ve açlıktan şişmiştiler. Kral, keşiş Pierre’e: “Tanrı adına bize yol göster, zira açlıktan mahvolmaktayız.” Dedi. Pierre şöyle cevapladı: “Korkak olduğunuz için! Haydi şurada yatan ölmüş Türkleri toplayınız. Tuzlar ve pişirirseniz pekala yenir onlar.”Bunun üzerine on bin haçlı toplandı. Türk ölülerinin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkartıldı. Etleri haşlama ve kebap yapıldı. Adamlarımız bu etleri doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak. Bunu gören zincire vurulmuş Türkler çok korktular, et kokusundan duvarlara dayandılar. Yirmi bin putperest (Türkleri kastediyor) bu manzarayı seyretti; ağlamadık Türk kalmadı! (…) Adamlarımız kendi aralarında konuşuyorlardı: “Şu Türk eti, zeytinyağlı domuz sırtı ve jambondan daha iyidir!” Ortalıkta Türk ölüsü kalmayınca, mezarlıklara varıp Türk ölülerini çıkardılar. Onlardan bir tepe yaptılar. Bağırsaklarını çıkarıp Asi Nehri’ne attılar; etlerin derilerini asıp rüzgarda kuruttular!”

Suriye’deki Sur şehrinin Katolik metropoliti olan Guillaume de haçlı yamyamlığını şöyle anlatmıştır:

“Bohemond (Bu adam haçlı liderlerinden olup, işgalden sonra Antakya kontu olacaktı) birkaç Türk getirilmesini istedi ve bunları hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırarak etleri şişlere geçirtti ve pişirtti. Sonra da bütün akrabalarını çağırarak onları Türkleri yemek üzere kurdurduğu sofralara davet etti. Bunun manası kendisine sorulunca da: “Bugün buradaki Türklerin etlerinin başta komutan ve prensler olmak üzere orduya ikram edileceğinin bilinmesi içindir.” dedi.”

Anonim Gesta Francorum adlı tarihte de “Müslümanların etini yiyen Fransızlar”dan bahsedilmiştir.

Bizans imparatoru Alexis Komnen’in kızı Anna, “Alexis Comnen’in Hayatı” adlı kitabında “Barbarlar” diye târif ettiği Haçlıların sergiledikleri vahşetten söz ederken: “En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti.''  Diye  bahseder.

Ve  tabii  ki  Kudüs...

16  Temmuz  1096  da  Haçlıların  eline  düşen  Kudüs'te  yaşanan  vahşeti  yine  kendileri  şöyle  anlatır:

''Bizim askerlerimiz Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.''

Bir diğer birincil kaynak olan "Chartres'li Fulcher" tarihi şöyle yazar:

''Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.''

Bir başka Haçlı yazari, Aguiles'li Raymund ("Historia Francorum qui ceperunt jherusalem" adlı eserinde) "övünmeli" bir uslupla şunları anlatır:

''Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın ayak bileklerinin boyunu aşıyordu.''

Thomas Fuller: “Bağışlanmak için cümle dahi kuramayacak kadar küçük Müslüman Türk çocukları ve bir savaşçının her daim affedebileceği zayıf kadınlar bile boğazlandı.” demektedir.

Michaud, Müslümanların ateş üzerinde zorla yürütüldüğünü belirtir.

 Keşiş Robert,  Maarra yamyamlığı için şunu söylemiştir: “Adamlarımız çatılarda yürüyorlar ve sanki yavruları çalınmış dişi yaban aslanı gibi saldırıp, yiyip, içiyorlardı. Yılların ağırlığı altında ezilmiş ihtiyarları ve küçük çocukları parçalayıp yiyorlardı. Para bulmak için Müslümanların karınlarını deştiler. Kan, akarsular gibi yollardan aktı, her yerde cesetler vardı.”

  Aix Başpiskoposu da: “Adamlarımız, -ölülerini yiyerek dahi- Müslümanlar ve Türklerle savaşmış oldular.” diyerek memnuniyetini dile getirmiştir.

Bu   vahşet  örneklerini  uzatmak  mümkün  ama  konumuz  yamyamlık  olduğundan  daha  fazla  uzatmadan  ''Haçlı  seferlerinden  sonra  da  yamyamlık  var  mıydı  Avrupa'da?''  diye  bakalım.

Hemen  aklıma  gelenler.

Biliyor  musunuz  aslında  Drakula  efsanevi  bir  korku  film  kahramanı  değildir.  Bizim  Kara  Murat  Filmlerinin  ilkinde  de  yer  alan  Kazıklı  Voyvoda  Vlad'ın  ta  kendisindir  Drakula.  Yamyamlığın  bir  türü  olan  vampirliğin  piri  işte  bu  Vladdır  ve  ne  yazık  ki  gerçekte  Kara  Murat  tarafından  öldürülmüş  filan  değildir.  

Site  sakinlerinden  Kemal  Paracıkoğlu'nun  kaleme  aldığı  ''Kanlı  Kontes''  mesela.  Asıl adıyla  Elizabeth  Barthory...O  da  bir  yamyamdır.  Genç  kalabilmek  için  genç  kızların  yüreğini  yediği rivayet  edilir.

Kanada’da bulunan St. Francis köyü, 1759 yılında Fransa tarafından baskına uğratılmıştır. Pek fazla bilinmeyen bu baskın, insanlık tarihinin en acımasız olayları arasında yer almıştır. Robert Rogers ve adamları, önce köyü yağmalamış, sonra da ele geçirdikleri tutsakları öldürüp çiğ etleriyle beslenmişlerdir.

Ancak  öyle  çok  uzaklara  girmeye  gerek  yok  Avrupa'nın  vahşetini  ve yamyamlığını  görmek  için.  Yukarıdaki  resimlerden  6 nolu  olanı  1904  yılına  ait.  Medeni  Belçikalı(!)  üretmek  zorunda  olduğu  kauçuk  kotasını  dolduramadığı  için  Afrikalı  bir  babanın  kızının  el  ve ayaklarını  keserek  babanın  önüne  koymuş.

Peki  Holodmor  diye  bir  şey  duydunuz  mu  hiç?

Ukrayna  kırımı  da  denir  kısaca.

1932–1933 arasında, o dönem Sovyetler Birliği'nde, şimdiki Ukrayna ve Rusya'nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle yaklaşık olarak 8 milyon insanın öldüğü olaylara verilen addır.

İşte  Stalin  alçağının  yarattığı  bu  suni  kıtlık  yüzünden  Ukrayna'da  insanlar  birbirlerini  yemişlerdir.  Hatta  öyle  ki   açlıktan  ölen   kendi  yakınlarını yiyenler  olmuştur.  Burada  tabii  ki  asıl  yamyamın  kendi  yakınlarını  yiyen  Ukraynalılar  mı  yoksa  8  Milyon  insan  açlıktan  ölürken  dışarıya  3  milyon  tona  yakın  buğday  ihraç  eden Stalin  alçağı mı  diye  sormadan  da  geçemeyeceğim.

Ha  bu  arada  unutmadan:  Stalin'in  atalarından  Korkunç  İvan'ın  da  yamyam  olduğuna  dair  çok rivayetler  vardır.

Ancak  derler  ya  Allahın  sopası  yok  diye.

1941- 1942  Yıllarında  bu  sefer  Rusya  Alman  işgali  altındadır  ve   Leningrat  şehri bir  taraftan  bombalarla  yerle  bir  edilirken  diğer  taraftan  şiddetli  bir  kıtlık  başgöstermiştir. 

1.5 Milyon  insanın  ölmesiyle  sonuçlanan  bu  kuşatma  sırasında  da  Ruslar  mecazi manada  değil  gerçek manada  birbirlerini  yemişlerdir.  

İşte  bu yamyamlıkları  sebebiyle  çiğ  insan  eti  yerken  dişlerini  kırmış  olsalar  gerek  ki  bu  Mehmet  Akif  Ersoy  İstiklal  Marşı  adlı  şiirinde  onlardan  ''  Ulusun  korkma !  Nasıl  böyle  bir  imanı  boğar/  Medeniyet  denilen  tek  dişi  kalmış  canavar''  Diye  bahsetmiştir.

Değerli  okurlar !  

Şu  yazdıklarımı  abartı  ya  da  çok  fazla  uçuk  masallar  olarak  yorumlayabilirsiniz  ki  böyle  yorumlarsanız  çok  da  haksız  olmazsınız.  Zira   normal  bir  insanın  muhayyilesinin  alabileceği  bir  vahşet  değil  tüm  bu   yazdıklarım. Vahşet  denen  kavramı  hepimiz  tarih  kitaplarından  ya  da  izlediğimiz belgesellerden,  filmlerden  az  çok biliriz  ama  yamyamlık???  İşte  orada  kabullenemeyiz  insanın  insanı  yemiş  olabileceğini.  Ancak  bunlar  tamamen  hikaye  bile  olsa  almamız  gereken  ders  ''Aaaaa  Avrupa'ya bak  yahu.  Ne  kadar  da  vahşi  ve  yamyammış  meğerse''  Olmamalı.  Alacağımız  ders  ''  Sü uyur,  düşman  uyumaz''  olmalı.

Dikkat  edilecek  olursa  Haçlılar  bizi  zayıf  gördükleri  anda  topluca  hücuma geçmişlerdir. Güçlüken,  birlik  beraberlik  içindeyken  saldırmaya  pek  cesaret  edememişlerdir.Haçlı  seferleri  dediğimiz  o  iki  yüz  yıllık  dönemde  de ondan  sonra  da...

En  basit  örnek:  Osmanlı  tahtına 12    yaşındaki  II.  Mehmet'in (  Fatih  Sultan  Mehmet )  geçtiğini  gördükleri  anda  herekete  geçmişler  ve  bunun  sonucunda  yapılan  Varna  savaşında  II.  Murat  tarafından  perişan  edilmişlerdi.

Yani  özetleyecek  olursak:

Bu  gün  27  AB  Üyesi  ülkenin  yöneticilerinin Papanın  huzuruna  çıkması  ve  aynı  fotoğraf  karesinde  yer  almaları  boşuna  değildir.  Canları  yine  Müslüman  ama  özellikle  de  Türk  eti  çekmiştir.  ( Bu  ''Türk  eti ''  sözünü  ister  gerçek  anlamda  ister  mecazi  farketmez.)  

Bilmem  anlatabiliyor  muyum? 

RESİMLER

1-2-  Haçlıların  yamyamlığı  ile  ilgili  bizzat Avrupalıların  çizdeikleri  temsili  resimler
3- Kazıklı  Voyvoda  Vlad
4-  Kanlı  Kontes  Elizabeth  Barthory'nin  temsili  resmi.
5- 1759 da  Kanada'da  yaşanan    vahşetin  temsili  resmi.
6-  Kızının  el  ve  ayakları  kesilip  önüne  konan  Kongo'lu  bir  baba.
7- Ukrayna'da  1932-1933 yılları  arasında yaşanan  vahşet
8-9  Leningart  Kuşatması  ( 1941-1942 ) 

( Kimi Hindu Kimi Yamyam Kimi Bilmem Ne Bela---2. Bölüm--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 7.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.