Yine bir
güzel yaz. Doğup büyüdüğüm topraklarda, köyümdeyim. Geçen yıllar içinde
kesintisiz iki ay köyde, on ay çalıştığım illerde yaşam denen yolculuğu
sürdürdük. Şimdi daha uzun süre köyümdeyim. Sevdiğim topraklarda. Her insan
doğup büyüdüğü, yaşama merhaba dediği toprakları sever elbette. Bu sevgi adeta
ilahi bir sevgidir. Tanımsız, tarifsiz.
Vatan
topraklarına duyulan yüce sevgi hakkında sevgili ilkokul öğretmenimin anlattığı
Chopin (Şopen) öyküsünü hüzünle anımsarım. O güzel yıllar canlanır hafızamda.
Öğretmenim ve o hazin öykü:
Almanlar
ve Ruslar Polonya’yı on dokuzuncu yüzyılda işgal edip bu güzel ülkeyi haritadan
silerler. Duruma çok üzülen ünlü besteci ve piyanist Şopen Fransa’ya iltica
eder. Yanına ülkesinden küçük bir torba ile toprak götürür. Yıllarca Paris’te
yaşar. Arkadaşlarına tembihler; öldüğümde bu toprağı, memleketinin toprağını mezarım
üstüne serpin diye. Arkadaşları ünlü bestecinin vasiyetini yerine getirirler.
Evet, memleket sevgisi işte öyle unutulmaz bir duygu.
Çocukluk
yıllarımı yaşadığım tanımsız güzel bir yurt parçası köyüm. Doğu Karadeniz Sıra
Dağlarının en uç yamaçlarında kurulmuş bir dağ köyü. Yemyeşil ormanlar ve
çayırlarla çevrili. Evimizin karşı yamacındaki çam ormanı gurbet akşamlarında
aklıma düştüğünde burnumun direği sızlar. Kalp atışlarım hızlanır.
Köye her
gittiğim yıl evimizin az ilerisinde akan deremizi takip eder kırlara açılırım.
Çocukluk yıllarımı, çobanlık yaptığım günleri yeniden yaşarım. Geçen yaz yine
köydeyiz eşim ve ben. Bir Köroğlu bir Ayvaz, otantik deyişle. Balkonda oturduk
kahvaltı yapacağız.
Güneş
ufuktan hayli yükselmiş. Geceden yağan yağmur katrelerinin yeşil çimenlerdeki
birikintilerinde yansıyan güneş ışınlarının yansımaları göz kamaştırıyor.
Evimizin saçağında yuva yapan kırlangıçlar, onlara yakın olmamızdan rahatsız
oluyorlar. Pike yaparcasına balkona yaklaşıp uzaklaşıyorlar. Bir anda telefon çaldı.
Karşı tarafta küçük oğlumuz Ceyhun:
“Babacığım,
üniversiteden tanıdığım iki arkadaşım şu anda Ardahan’dalar. Bizim taraflara
geliyorlar. Beni aradılar. Bir-iki gece Şavşat’ta kalıp bizim yerleri gezmek
istiyorlar. Arkadaşlarımla ilgilenir misin?”
Ne sevindik, ne sevindik. Çocuklarımız bu yıl
yanımıza gelemeyecek hiç olmazsa arkadaşları gelsin. Onları ağırlayalım.
Üç çocuk büyüttük. Ceyhun
henüz bekâr. Lakin o da çalışıyor. Artık ayaklarının üzerinde duruyor.
Öğrencilik yıllarındaki gibi bizimle değil artık. Büyük oğlum ve kızım evlendi.
Yuvadan uçtular. Evli evine köylü köyüne. Ailece baba topraklarında birlikte
olmak hüzünlü bir anı oldu biz anne-baba için. Sanki o çocukları kucaklarımızda
taşımadık. Yaşam böyle. Biz de ailece çalıştığım illere giderken anne ve babam
boynu bükük uğurluyorlardı bizi.
Ceyhun’un arkadaşları
geldiğinde evimiz şenlenecek. Çocuklarımızla yaşadığımız günlere benzer
güzellikler yaşayacağız beklentisiyle heyecanlandık. Karşılıklı iletişimimiz
devam etti. Nihayet konuklarımızın evimize yaklaştıklarının haberi geldi.
Ardahan Şavşat yolu
üzerinde iki güzel insanla tanıştım. Memleketimin iki güzel kızı. Aysun ve
Nurgül. Hemencecik eve geçtik. Kırk yıllık dost gibi kısa sürede kaynaştık.
Ardahan’da kahvaltı yaptıklarını söylediler. Çaya hayır diyemezlerdi. Koyu bir sohbete daldık. Aysun öğretmen,
meslektaşım. Nurgül hemşire, kızımın meslektaşı. Hayata yeni atılmışlar
sevecen, hayat dolu, neşeli insanlar. Kars’ta kalmışlar. Anı kalıntılarını,
Kars Kalesi’ni, Çıldır Gölü’nü görmüşler. Karadeniz illerini görmek amacıyla bizdeler.
Anlaştık. Önce pikniğe
gideceğiz. Zaten ailece kardeşimle pikniğe gitmek için randevulaşmıştık. Geceyi
kızlar bizde geçirecekler. Ertesi gün için sabah ola hayrola… Kardeşimin
kızları ve torunları da köydelerdi. Biraz sonra iki araba
yola çıktık. Piknik yerimiz Sahara Pancarcı Festivali’nin yapıldığı
dağlarımızın eteklerinde ladin ve köknar ağaçlarıyla çevrili yemyeşil bir düzlük.
Yarım saatte vardık piknik alanımıza. Ulu bir ladin ağacının yanına yerleştik.
Kızlara adetlerimizden,
yaylacılık mazimizden anlattık. Çevremizdeki meralarda geçen yıllarda koyun
sürülerinin yayıldığını, şimdilerde ise köylerimizin boşaldığından bahsettik.
Artık eski düğünlerin, eğlencelerinin çok gerilerde kaldığı bizler için
değiştirilemez bir kader olmuştu. Bu kaderi hep birlikte tüm Anadolu köyleri
gibi biz de yaşıyorduk.
Kardeşimle mangalı
canlandırdık. Herkes elbirliğiyle çalıştı. Güzel bir piknik sofrası hazırlandı.
İki bin metreye yakın yükseklerde, soğuk subaşlarında yemek yemek güzeldir. Eşim
ve yengem çay yapmak için çalışırken, kardeşim torunlarını oynatıyordu.
Kızlarla ben ormanın içlerine daldık.
Sadece bizim ormanlarında
doğal olarak büyüyen ladin ormanını geçip Eskiyayla diye adlandırılan düzlüğe
vardık. Eskiyayla her renkten çeşitli çiçekleriyle bir İsparta Halısı gibi
önümüzde uzanıyordu. Az ileride bir kayanın altından çıkan soğuk sudan iştik.
Köyümüzün ak köpükleriyle çağlayan çayı daha ileride bizi bekliyordu.
Konuklarıma bu toprakların her karışını adımladığımı anlatıyorum çobanlık
yıllarımda. Çay, dupduru suyuyla nazlı nazlı akıyordu. Ağustos ortaları, debisi
hayli azalmıştı. Kızlar paçalarını sıvayıp suya girdiler.
Bakir bir doğada olmanın
güzelliğini yaşıyorlardı. Ara ara İstanbul’un kalabalığından azat olup bu güzel
yerlerde, doğanın tam merkezinde olmanın tadını çıkardıklarını söylüyorlardı.
Kendi kızımla bir aradaymışçasına mutlu oluyordum. Çayın karşı yamacındaki
yüksek kayaları seyrettik. Bol bol fotoğraf çektik.
Piknik yerine
döndüğümüzde hayli zaman geçmişti. Bizimkiler dönüş hazırlığı yapıyordu. Birer
çay içip dönüşü biraz daha erteledik. Bu kez komşu Karaköy yolu ile bir yürüyüş
daha yaptık. Ormanın içinde hayli yürüdükten sonra köylerimizin gözlenebildiği
İncesu dediğimiz sırta yaklaştık. İlerlerde ve aşağılarda ilçemizin köyleri
gözüküyordu. Köprülü, Veliköy, Ciritdüzü, Cevizli, Meşeli, Koyunlu köylerini
kuş bakışı seyrettik. Köylerimiz
ormanlar ve bahçeler arasında farklı bir güzellik oluşturuyorlardı.
Güneş Karçal Dağlarına
hayli yaklaşmıştı. Bir güzel gün daha bitiyordu. Evimize döndük. Nurgül
yorulduğunu söyledi. Bir odaya geçti. Aysun’la hemen konuşacak ortak bir konu
bulduk. Kitaplar. Aysun okumayı çok seven bir kız. Okuduğu kitapları anlattı.
En mutlu olduğum anlar kitap seven bir arkadaş bulup onunla kitapların gizemli
dünyasına yolculuk yaptığım zamanlar olmuştur. Genç meslektaşımın sohbeti çok
hoş ve doyurucuydu.
Ülkem adına, ülkemin
kadınları adına bu iki genç insanı tanımakla çok mutlu oldum. Okumuşlar.
Ekonomik bağımsızlık elde etmişler. Büyük bir öz güvenle korkusuzca yurdumun bu
en uzak yörelerinde tatil yapabiliyorlar. İşte özlediğim durum bu. Dilerim yurt
genelinde bütün kızlarımız okusun, üretken olsunlar. Kendi Ayakları üzerinde durabilecek
yetkinliğe erişsinler. Gelecekleri ile ilgili kararlarını özgür iradeleriyle
versinler.
O gece hayli sohbetler
ettik. Sabahleyin kahvaltı hazırlanmadan çayırlarımızda yürüyüş yaptık.
Kuşların müziğini dinledik. Eve döndüğümüzde güneş hayli yükselmişti. Kızları ilçemizin
ünlü mesire yeri Karagöl’e götürecektim. Telefon aldıklarını, gezi sürelerini
kısaltmak durumunda kaldıklarını söylediler.
Kendi çocuklarımızla
birlikte olmuşçasına mutlu olduk. Güzel kızları Şavşat’a götürüp yolcu ettim.
Artvin’e uğrayıp Hopa’ya geçeceklerini söylediler. Güzel sohbetleri, sık neşeli halleri, tatlı tatlı gülüşleriyle
iki güzel kızımız kalplerimizi fethederek bir gecelikte olsa bizi mutlu
ettiler. Eve döndüğümde öz çocuklarımdan ayrılmışçasına gönlümde bir boşluk
hissettim.
Aradan iki hafta geçti.
Adıma PTT kargo ile bir koli geldi. Altın kalpli güzel kızlar bir gecelik
birlikteliğimizi hediyeleriyle unutulmaz hale kılmışlardı. Bana bir kitap eşime
de eşarp göndermişlerdi. Yirmi dört saatlik de olsa o kısa sürede iki güzel
insan tanıdık. Kalıcı dostluk bağı oluştu aramızda.
Ülkemizin beklenmedik bir
biçimde referandum girdabına girdi. Halkımız iyice kutuplaştırıldı. Siyasilerimiz
bir birlerine adeta düşman. Hava gergin, “kurşun gibi ağır. Bu anı-öykü dilerim
ağır ülke atmosferimizde serin ve ılık rüzgârların esmesine katkı sağlar.