“Herkes Allah’ın kuludur. Canı Allah verir ve yine canı Allah alır. İbadetleriniz; günah ve sevap olan eylemleriniz; Allah’ın soracağı sorular olmakla bizler soramayız. İstiklal Savaşı sürecine karşı yaygaracı olanlar “sanki bu iman düsturu yok gibi Allah’ın adını anmakla baş kesenlerin bu tutumuna isyan ediyorum” niye denmiyordu acaba?

 

Diyemezdiler çünkü bu tarz sembolizmin, inşacısı olanlar, kendileri değildiler. Bu tarz sembol olucu mana anlayışları, köleci sistemin ilk başlarında ortaya konurken yeni olan ve el üstünde tutulması gereken köleci manayı inşa için söylenmişti. Yani ön ittifaklardan beri var ola gelen ortak yaşam tarzının anlamlarını düzenlemek için ortaya konmamıştılar. Bu nedenle köleci düsturlar üstün kıldıkları başka iradelere hizmet nedenle bu tarz amaçlara pek pek hizmet etmezler.

 

Şimdi diyebilir miyiz ki diktatörlüğe gidenler de, demokrasiyi, insan haklarını, emek demenin mana sembolizmini kullandılar. Ama tiran olmaları gereği insan haklarından ve demokrasiden yana olamadılar. “Demokrat olmadıkları halde, demokratik dili kullanmış olmalarına bir insan oluşla isyan ediyorum” demek doğru olur mu?

 

Bu tutum bir yaşam biçimi olan virüslerin sizin hücrelerinizi kullanıp, sizin hücrelerinize kendi DNA’sını kopyalatması ya da kendi genetik materyalini, hazır sizin hücreye ürettirmesiyle aynı şeydir. Kurtuluşlu dirençte her öznel yaklaşımlar gibi benzer tutumu kullanmıştır. Doğal oluş içinde iyi kötü yoktur. Koşullar ve koşulların girişmesi vardır.

 

Bizim iyi kötü dediğimiz şeyler doğada olup bitene aykırı değildirler. Doğanın dinamizmidirler. İyi kötü kavramı, yalıtımlı ortamlara göre olmakla, insan öznesinin anlam ettiği öznel seçme ayıklama kriteridirler.

 

Siz şimdi virüse de; yaşam hakkı diye diye, benim yaşam hakkıma rağmen "hücreme girdi ve kendi DNA’nı hücremde üretti; bu haksızlığa; bir düşünen, bir insan olarak, isyan ediyorum" deseniz ne faydadır ki. Sizden ve sizin bilinciniz dışınızda olan sürecin egemeni siz değilsiniz. Sürecin asıl unsuru olmayan bu tarz söylemleri, sürecin unsuru gibi söylemekte ne anlamı vardır ki?

 

Bizim anlamamız gereken şey, iyi kötü kavramıyla sosyal mana anlayışlarını, toplumsal anlayışın içine referans yapılmamasıdır. Toplum kendine özgü kendi özne nesnel yasalarıyla çalışır. Toplum içindeki insan öznesi toplumsal süreçleri anlayamayıp bu süreçleri anlama yatkınlıkları sosyal mana anlayışına dayanıyorsa, siz o süreci sosyal mana anlayışlı kilise tutumunun söylemleriyle kişilere hitap edersiniz.

 

Ama bu hitap edilen mana anlayışını topluma referans edemezsiniz. Bizler bu farkı bilmemekle bu tarz haksız söylemlerin içinde olmaktayız. Öznel araçlar, amaç değildir.

 

Bir insanın tiran olması başkaydı. Sembolizmi araç oluşla kullanması başkaydı. Siz Einstein’a izafiyet teorisini din, iman söylemli tartışmalarla inşa ettirebilir misiniz? Ki Einstein dini imanı söylemleri ret te etmez de. Bir şey yol inşa enstrümanı ise, o şey dini imanı olmuş hiç fark etmez.

 

Kısacası bir süreç içindeki asıl olan temel nedenle, din iman türü sembolizm olan vesile nedeni karıştırmamak gerekir. Vesile neden yerine her şey konabilir. Futbol dilinin yaygın olduğu yerde futbol dili, ekonominin yaygın anlaşılırlık olduğu yerde sembolik ekonomik dili de vesile neden oluşla kullanılabilirdir. Ama siz vesile nedenleri, temel olan ana neden yerine koyamadığınız gibi temel neden yerine de bir şey koyamazsınız.

 

Bu nedenle cami vaazı söylemler Kurtuluş Savaşı içinde vesile bir durumun kullanılmasıdırlar. Vesile neden asıl neden yerine geçemez. Vesile neden kurtuluş savaşını kazanamaz. Ve vesile neden, güncele doğru gelmiş olan mevcut süreci inşa edemez. Ama asıl nedenlerin eylemli olabilmesi için de; illa ona değil, her hangi bir vesile nedenlerden sadece birisine de ihtiyaç duyar.

 

Günlük ya da haftalık yaşamı içinde kiliseye giden bir Einstein kilisede, kilse ve iman dili kullandı. Bize bu görüntüyü verdi ve bize böyle yaklaştı. İzafiyet teorisi içinde sanki bunları unutmuş gibi din iman kavramlarını kullanmadığı için bir inanan olarak isyan ediyorum diyebilir misiniz?

 

Ve bu tür söylemler böylesi inşanın referansı olabilirler mi? İrade kullanımı doğrudan üreten emek sahipliği üzerinde topluma katkın oluşun kullanımı olan ana nüveydi. İrade; üretimde bulunan kişilerin ürettiğine ve emeğine sahip emekler bağıntılı emek kullanımı olmakla inşacıdır. İrade, insanı ve insan öznesini emekler eksenli denklikle ele alır.

 

Bu nedenle Kurtuluşlu felsefenin de sizlere; “irade sizindir” demesi başkadır. “İradeleriniz geçici durumla seçtiğiniz temsilcilikler eliyle belirebilir ve denetlenebilir olmakla; kolektif bir irade olmaları dışında; devredilemezler” demesi, daha da başkaydı. Bu nedenle sembolik ve vesile bir nedenle dil sel araç olan din, iman, cami söylemlerinin irade kılınması başkaydı.

 

Sizler hiç, “cami eksenli sosyal inşacı oluşun kendi içinde, cami eksenli anlayışlar bize irade teslimini öngörüyor” bizi toplumsal bilinçten yoksun sürü kertesine indiriyor” diyen duruma dikkat çektiniz mi?

 

Bunu demedi iseniz “İrade irade” diyen sizlerin Kurtuluştu Hareketi başlatanlara karşı “bunlar dinsel sembolik anlayışın doğrultusu içinde olamadılar. Bunlar İradelerini saltanata teslim etmediler” türü deyişlerinizle; “buna, insan olarak isyan ediyorum” demeniz de anlamsızdır.

Anlaşılmayan şu; toplumsal irade sahipliğinin başında üreten emek sahipliği vardır. İmancı irade kavramı içinde irade sahipliği yoktur. Başta kader denen iradeye boyun eğmek vardır. Bu irade sizin ürettiğiniz emek değerlerine mülk adı altında onlar benim der. onu ben takdir edip verdim diyordu! Bu nedenle insanlar iradesizdi.

 

Milyonlarca yıl ve günümüzden yaklaşık 8-9 bin yıl öncesine kadar mülk benim diyen hiç kimse ortada yoktu.  Totem meslekli üreten emek ilişkileri eliyle kişi emeği ittifak içinde daha bir nitelikli ve kapsamlı oldu.

 

 Sinerji nedenle artık ürün veren kişi emekli üretim süreci içinde biriken mala ve emeğe sahip olmanın egemence yapabilirlikleri ortaya çıkar çıkmaz milyonlarca yıl uyuyan kimliği meçhul bir irade, yaptıklarınız da; siz de benimsiniz” demeye başlamıştı.

 

Adı üstünde, karşınızdaki saltanat, diktatörlüktü.  Fakat saltanata karşı olan bilinç size, “sizin üretimden gelen; üreten sahiplikle kendi iradeniz var. Aitliğinizde bu üreten ilişki üzerine bir aitliktir.

 

Üreten ilişki üzerine aitliğiniz, daha önceki doğadaki avcı toplayıcı grupların sağlayış ilişkisine referansla bir aitliktir. Doğada sağlayış işbirliği de içgüdülerin ya da temel ihtiyaçların veya korunan “ben” denen bencil sistemin dıştan sağlatması üzerine bir aitliktir.

 

İşte şu anki düzlemde bencilliğin sağlanması toplum içindeki üreten ilişkilerinizin sahipliği olmakla doğru ve meşru olan hukuki bir inşanın ana çekirdeğidir (nüvesidir). İşte bu nedenle iradenizi teslim etmeyin diyenler de; “cami, din, iman dediler” ama “iradelerinizi saltanata teslim edin” demediler. Sizlerin buna genel yarar adına, yaşamın korunması adına “bir insan olarak isyan ediyorum” demeniz doğru olur mu?  Çünkü saltanatın yararı genel yarar değildir.

 

Hiç kimse ben sizi asıp keseceğim diye vaatle iktidara gelmez. Sembolizmin kendisi, üreten nesnel ve öznel neden; değildir. Sembolizmin kendisi neden olmadığı siz öyle saydığınız için sanki kendisi üreten bir nedenmiş gibi davranırlar. Siz de bu tarz dilden anlayan insanlar da; sembolizmin onlara özgü manalar taşır olmasını; geçici bir iletime dili yapıyordunuz o kadar.

( Kurtuluşun Felsefesi 16 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 15.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.